Nuran ile Ayhan emekli bir ailenin fertleridir. Dur durak bilmezler. Tarla dağ tepe evinin dumanını tüttürmek ve sofraya bir tas çorba koymak için alın terlerini katık ederler kendilerine. Gönül kibir yoktur ve tek dertleri kızlarının iyi bir eğitim alabilmesi için çırpınmaktır. O iki güzel kız da, aynen anne ve babaları gibi, mütevazi bir yaşamın derinliğindeki renklerle mutlu olup, gözlerindeki sevinç ve mutluluklarıyla sevgi saçarlar çevrelerine.

Bizim evin altındaki bu ailenin çocuklarını her gördüğümüzde selamlaşırız ve “Eyüp Dede” diye seslenişleriyle mutlu olup “Aferin şu anne-babaya. Yüreklerindeki sevgiyi dışa vuran saygılı ne güel çocuklar yetiştiler” der ve alkışlarız yüreğimizle.

Hele o küçükleri bıcır yok mu?

Ceren’dir adı ve öyle herkes ile konuşmaz. Sevgi ve saygısını eksik etmez ama konu konuşmaya gelince ketumlaşır birdenbire.

Çocuklar. Ah çocuklar! Ceren, konuşursa tam konuşur. Öyle ıvır zıvır değil, içi dolu cümleler kurar ve sanki büyümüş de küçülmüş gibi sorular da yöneltir.

Pencereye çıktığında bahçede benim maçoya her yemek verişimde de takılır.

Geçen gün öyle bir sohbet ettik ki, inanın izleseniz katıla katıla gülersiniz.

Yine seslendi “Eyüp dede!”

-Buyur.

-İnsanlar, altı kere altının 36 yaptığını anasının karnında öğreniyor.

-Altı kere altı 37 değil mi?

-Hayır 36.

-Ben 37 biliyorum.

Gitti ve nereye baktı ise:

-36 ya 37 değil. Sen çarpma tablosu bilmiyor musun?

-Bilmiyorum.

- 5 kere 5?

-55!

-Yaaaa 25 eder, 55 değil.

-Olur mu, iki beş yan yana gelince 55 olur.

Güldü… Gözlerindeki sevinçten anlaşılıyordu ki, dedesi yaşındaki birinin onunla gırgır yapması mutluluk veriyordu. Bu kez 9 kere 9’u sordu.

-99 dedim.

-Hayır 81. Sen çarpma bilmiyor musun?

-Biliyorum çarpmayı. Tokat değil mi?

-Of! Toplama da mı bilmiyorsun?

-Armut toplamayı biliyorum.

-Facebook, instagram?

-Kakaolu gofret mi o dediklerin?

Kahkahalar havada uçuşurken, “Dur geliyorum” dedi. Geldi az sonra. Bir kağıda yazmış çarpma, toplama, facebook ve instagram diye. “Ama ben okuma yazma bilmiyorum” diye cevap verince, yazdıklarını tek tek okudu.

-Tamam bu kağıdı şimdi ben katlayıp katlayıp küçülteyim ve akşam su ile hap niyetine içeyim.

-Olmaz! O içilmez ki? Hap değil ki?

-Ne yapayım, ben okuma bilmediğim için böyle yaparım.

O sımsıcak gülüşlerini yüreğinde saklayarak gitti. Ertesi gün yine görüştük ve ilk söze ben başladım.

-Cerenciğim ben o kağıdı yuttum ama sabah bir şey olmadı, yine okuyamadım. Ne yapmam lazım? “ Hemen eve koştu ve süslü küçük bir torbayı bana uzattı. Çabucak gidip gelişinden anladım ki, önceden hazırlamış her şeyi. Torbayı açtım bir kağıt ve kırmızı kalem çıktı. Ayrıca, bir önceki notun da aynısını eklemiş.

-Bunlar ne olacak?

-Ders yapacaksın.

-Peki ben bu kağıdı da katlasam da bu kez meyve suyu ile içsem okumayı öğrenebilir miyim?

Ceren kıkır kıkır gülerken, sohbetimizi gözleri gülerek izleyen Eyce (Babananne) Şehriban seslendi “10 gün sonra kontrole gel.”

Olayı izleyenler gülmekten yerlere yatarken, ben rolümü tamamlamanın keyfiyle yürüdüm gittim.

Bakalım ne olacak? Ben o üzerinde, toplama, çıkarma, facebook, instagram yazan kağıdı meyve suyu ile içeceğim. Yine de olmaz ise bilmiyorum ne yapacağım. Artık Ceren ne derse o!

Ne analar babalar var böyle güzel ve sevgi dolu çocuklar yetiştiriyorlar.

Helal olsun onlara.

Farkın adı da işte budur.

-