Kimse öfkelenmesin boşuna…

22 Aralık 2020 tarihli AİHM Büyük Daire kararıyla Türkiye mahkûm olmuştur.

Bu karar bundan böyle AİHM’si kararlarında sürekli referans gösterilecektir.

Katlanacağız ve önce kendi hukukumuzu düzelteceğiz, hukukun üstünlüğüne inanarak….

Anayasanın 90. Maddesine 2004 yılında eklenen ek cümle yargıda önemli bir adımdır.

Hazırlanan Kanun Teklifiyle, Anayasanın bazı maddelerinde değişiklik yapılması öngörülüyordu. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekilleri Salih Kapusuz, Haluk İpek, Bursa Milletvekili Faruk Çelik, Ordu Milletvekili Eyüp Fatsa ve Hatay Milletvekili Sadullah Ergin ve 193 Milletvekilinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonunun Raporu’ndaki (30.04.2004. Esas no 2/278. Karar no: 20) bilgilere göre; Anayasa değişikliğinin Genel Gerekçesini anımsamak gerekiyor.

Avrupa Birliğine aday ülke olan Türkiye’nin, Kopenhag Siyasi Kriterleri bağlamında yerine getirmesi gereken hususlar ile yasal düzenlemeleri yapması gerektiğinin altı çiziliyordu. Hem de AK Parti Hükümetinin 24 Temmuz 2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan "Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Ulusal Program"da belirlenmiş olan yol haritasına referans verilerek Anayasa değişikliğine gidiliyordu.

Genel Gerekçeye göre; “Bir taraftan hayat hakkının, demokratik toplumun temel değeri olduğunu ve ölüm cezasının kaldırılmasının, bu hakkın korunması ve tüm insanların doğuştan gelen onurunun bütünüyle tanınması için elzem olduğunu vurgulayan ve Ülkemizce de imzalanan İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Avrupa Sözleşmesi'ne Ek 13 No'lu Protokol gereğince ölüm cezasının kaldırılmış olması; diğer yandan, dünyada gelişen yeni demokratik açılımlara uyum sağlanması ve bu açılıma uygun bir şekilde temel hak ve hürriyetlerin, evrensel düzeyde kabul edilmiş standart ve normlar ile Avrupa Birliği kriterleri seviyesine çıkarılması amacıyla” kanunlarımızda düzenlemeler yapılması ihtiyacı temel yasamız olan Anayasada da değişiklikler yapma zorunluluğu doğurmuştur.” (T.B.M.M. S. Sayısı: 430. Dönem: 22 Yasama Yılı: 2).

Ölüm cezasının ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kaldırılmasının da kabul edildiği bu Anayasa değişikliğiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 90 inci maddesinin son fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." (Ek Cümle 7.5.2004-5170/7).

Temel hak ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi amacıyla 4.11.1950 tarihinde imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi; 10.3.1954 tarihli ve 6366 sayılı Kanun'la TBMM tarafından onaylanmış ve onay belgesinin 18.5.1954 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilmesiyle Türkiye açısından yürürlüğe girmiştir, iç hukukta kanundur.

Bakanlar Kurulu 22.1.1987 tarihli ve 87/11439 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Komisyonuna (kişisel başvuru) bireysel başvuru hakkı tanınmıştır. Türk hükümetinin bu kararına dair beyanı 28 Ocak 1987 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterine tevdi edilmiştir (R.G. 21.04.1987-19438).

Bakanlar Kurulunun 25.9.1989 tarihli ve 89/14563 sayılı kararı ile Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı Kanunla onaylanan Avrupa İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşmenin 46’ncı maddesi çerçevesinde AİHM’nin zorunlu yargı yetkisi tanınmıştır (R.G 27.9.1989- 20295)

Türkiye AİHS’nin denetim sürecine bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiş ve böylece Türkiye taraf oldukları her davada AİHM’sinin kesin kararlarına uymayı yükümlenmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İkinci Bölümü Selahattin Demirtaş / Türkiye (No. 2) Davasında (Başvuru No. 14305/17) 20 Kasım 2018 tarihinde karar verdi. Bu karar 18.3.2019 tarihinde AİHM’si Büyük Daire’ye taşındı.

Hatırlayalım…Başvurucu Selahattin Demirtaş 2007 yılından beri, TBMM’de milletvekili olarak görev yapmaktaydı. 1 Kasım 2015 tarihinde yeniden HDP milletvekili olarak seçildi. Görevi 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan milletvekilli seçimlerinde sona erdi. 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyların %9,76’sını almış, 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde cezaevinden aday olmuş ve oyların %8,32’sini almıştır. Diyarbakır C. Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma nedeniyle 4 Kasım 2016 tarihinde Diyarbakır 2. Sulh Ceza Hâkimliği kararı ile silahlı terör örgütüne üye olmak, suç işlemeye tahrik etme gibi birçok suç iddiası ile tutuklanmıştır. 11 Ocak 2017 tarihinde hakkında 501 sayfalık bir iddianame ile ceza davası açılmıştır. Halen, hapis…

17 Kasım 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Özgürlük ve güvenlik hakkı ile siyasi faaliyetler yürütme hakkının ihlal edilmesinden şikâyet olmuştur. Bu bağlamda, başvuran siyasi partinin milletvekili ve eş başkanı olarak siyasi konuşmaları nedeniyle, yakalanmasından, gözaltına alınmasından ve tutuklanmasından şikâyetçi olmuş yaptığı konuşmaların ifade özgürlüğü hakkı açısından incelenmesi gerektiğini talep etmiş, Anayasa Mahkemesi, 21 Aralık 2017 tarihli kararıyla başvurunun kabul edilemez olduğuna karar vermiştir (Karar No. 2016/25189).

20 Şubat 2017 tarihinde AİHM’e başvurusu yapmış ve Sözleşme ‘ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesiyle birlikte, 5 ve 10. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Hükümet Anayasa Mahkemesine yapılmış olan bireysel başvuru nedeniyle iç hukuk yolları tüketilmeden AİHM’sine başvuruda bulunulduğunu ileri sürmüştür. Mahkeme, başvuranın hukuk yollarını tüketme yükümlülüğünün, ilke olarak Mahkemeye başvuru yapmış olduğu tarihte değerlendirildiğini hatırlatmıştır. AİHM’si 2 Dairesi 20 Kasım 2018 tarihli kararında başvurucunun “17 Kasım 2016 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunduğunu, Anayasa Mahkemesinin bu başvurunun esası hakkında kararını 21 Aralık 2017 tarihinde verdiğini” ve AİHM’si başvurunun kabul edilebilirlik kararını bu tarihten sonra verdiğini hatırlatarak Hükümet tarafından ileri sürülen iç hukuk yollarının tüketilmediği hakkındaki itirazı reddetmiştir.

AİHS’nin Ek 1 nolu protokolün Madde 3. “Serbest seçim hakkı” başlıklı düzenlemesine göre; “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.”

AİHM’si İkinci Dairesi seçilmiş bir milletvekilinin tutukluluk halinin devamının sonuçları bakımından Sözleşme ’ye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesi bağlamındaki bir şikâyeti ilk kez incelemiş ve karara varmıştır.

Bu karar AİHM 2 Daire bakımından ve Türkiye bakımından birinci ilktir.

AİHM 2 Daire; 1 Kasım 2015 tarihli genel seçimde Demirtaş’ın milletvekili olarak yeniden seçildiğini ve görev süresinin, 24 Haziran 2018 tarihli milletvekili seçimlerinde sona erdiğini ancak; 4 Kasım 2016 tarihinde, milletvekilliği görevi sürerken dokunulmazlığı kaldırıldıktan sonra tutuklandığını kaydetmektedir.

AİHM 2 Daire Başvurucunun 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanması nedeniyle, milletvekilli 24 Haziran 2018 tarihinde bitene kadar geçen süre içinde bir yıl yedi ay yirmi gün boyunca, yasama organının faaliyetlerine katılma imkânı bulamadığını tespit etmiştir.

Bu özgürlükten yoksun bırakma hali; yani Demirtaş’ın tutuklu olması nedeniyle her türlü milletvekilliği görevinin ifasını imkânsız kılmıştır. Tutukluluk hali; Başvurucunun Sözleşmeye Ek 1 No.lu Protokol’ün 3. maddesi bağlamında kullanması gereken haklarına bir müdahale olarak değerlendirmiştir. Başvuran tutuklu bulunduğu süre boyunca, milletvekili sorumluluklarını yerine getirme imkânından yoksun bırakılmıştır.

Mahkeme; ne başvuranın tutukluluğunun uzatılması hakkında karar vermekle görevli hâkimlerin, ne ilgilinin salıverilmesi için yaptığı başvuruları reddeden hâkimlerin ne de Anayasa Mahkemesinin; Başvurucunun yalnızca bir milletvekili değil, aynı zamanda ülkedeki bir muhalefet partisinin liderlerinden biri olmasını gözeterek üst düzey bir koruma hakkı olduğunu göz önünde bulundurmamışlardır.

AİHM 2 Dairesi Başvurucu Demirtaş’ın Türkiye Büyük Millet Meclisinin faaliyetlerine katılmasının mümkün olmayışının, halkın görüşünü özgürce ifade etmesinin yanı sıra başvuranın seçilme ve milletvekilliği görevini ifa etme hakkına haksız bir müdahale teşkil ettiği sonucuna varmıştır.

AİHM’si Büyük Dairesi bir adım daha atarak AİHM 2 Daire kararının “serbest seçim hakkı” kararını perçinlemiştir. Ulusal yargı organlarının milletvekilinin ifade özgürlüğü ile ilgili incelemeyi yapmamış olmasına dikkat çekmektedir. Büyük Daire kararına göre, ulusal yargı organları, milletvekilinin siyasal görüşlerini açıklama özgürlüğünün korunmasına özen göstermelidir. Başvurucu Demirtaş hakkında ulusal yargı organları böyle bir inceleme yapmamıştır. Demirtaş'ın muhalefetin ileri gelen liderlerinden biri olduğunu ve milletvekili olarak parlamentodaki görevinin “yüksek derecede koruma gerektirdiğini” dikkate almamıştır. Tutuklama yerine diğer kontrol tedbirlerinin neden yetersiz kaldığının yargı organları tarafından yeterince açıklanamadığını ve bütün bu nedenlerle, Ek 1 no'lu Protokol'ün 3. Maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

İkinci ilk karar ise; Türkiye hakkında verilen Büyük Daire kararıdır ki; Sözleşme’nin 5. maddesiyle birlikte 18. Maddesinin ihlal edilmiş olmasıdır. Türkiye hakkında 18. Maddenin ihlalinden verilen ilk karardır.

Demirtaş siyasi iktidar hakkında eleştirel düşünceler ifade etmesi sebebiyle tutuklandığını ve bu bağlamda tutuklanmasının kendisini susturmak amacı taşıdığını ileri sürmüştür. Ve Mahkeme; …başvuranın tutukluluk süresi boyunca yapılan siyasi tartışmalar, özellikle Anayasa sistemi değişikliğini ilgilendiren tartışma dikkate alındığında, muhalefet liderlerinden biri olarak başvuranın özgürlüğünden yoksun bırakılmasının Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmek amacıyla Anayasa değişikliğiyle ilgili yasa tasarısı teklifine “hayır” kampanyası üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğunun inkâr edilmesinin zor olduğu kanaatindedir.

Büyük Daire kararı ile AİHM; Demirtaş'ın tutukluluğunun siyasal nedenlerden, kaynaklandığına karar vermiştir. Özellikle iki kritik seçim kampanyası, yani halk oylaması ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ilgilinin özgürlüğünden yoksun bırakılmasını ve tutukluluk halinin sürekli uzatılmış olmasını çoğulculuğu bastırma ve demokratik toplum kavramının özünde yer alan siyasi tartışma özgürlüğünü sınırlama yönünde gizli ve ağır basan bir amaç izlediğinin, her türlü makul şüphenin ötesinde tespit edildiği kanaatindedir.

Dolayısıyla Mahkeme, Sözleşme’nin 5. maddesinin 3. fıkrasıyla birlikte 18. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

AİHM kararları iki ilkten ibarettir.

Birinci ilk…AİHS’nin Ek 1 nolu Protokol Madde 3. “Serbest seçim hakkı” başlıklı “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, yasama organının seçilmesinde halkın kanaatlerinin özgürce açıklanmasını sağlayacak şartlar içinde, makul aralıklarla, gizli oyla serbest seçimler yapmayı taahhüt ederler.” AİHM 2. Dairesi tarafından ilk defa bu maddeden Başvurucu Selahattin Demirtaş tarafından yapılan bireysel başvuru incelenmiş ve Türkiye hakkında ihlal kararı verilmiştir.

İkinci ilk ise AİHM tarafından Türkiye hakkında Sözleşmenin 18. Maddesinin ihlalinden karar verilmiştir. Başvurucu Demirtaş’ın özgürlüğünden yoksun bırakılarak tutuklanması ve sürekli tutukluluk halinin uzatılmış olması; çoğulculuğu bastırma ve demokratik toplum kavramının özü olan siyasi tartışma özgürlüğünü, sınırlama yönünde gizli ve ağır basan bir amaç izlediğidir. Hakların kötüye kullanılması yasaktır. Sözleşme ile tanınan hak ve özgürlüklerin yok edilmesi veya daha geniş ölçüde sınırlandırılması hak ihlalidir.

Sonuç budur. AİHM kararı için aleyhe söylenenler kızgınlıktan öteye geçmeyen boşuna öfkelenmedir. Ama, asla önemsiz değildir.

Katlanmak zor tabi; hapiste tutulmasına rağmen bir muhalefet partisinin eş başkanının bireysel başvurusu nedeniyle bağımsız ve tarafsız dediğiniz yargı kararlarınız yüzünden Türkiye’nin AİHM kararıyla hak ihlalinde bulunduğunun tespiti çok kötü…

Kolay değil cezaevinde olup yargı kararlarıyla bile olsa siyaseti sürdürmek, yazmak, söz söylemek, hukukun üstünlüğüne inanarak mücadeleye devam etmek, demokratik haklarını sonuna kadar kullanmak ve kazanmak ve hapiste iken siyasetçileri kızdırmak…

Bu nedenle bu öfke ve bu öfkenin zihniyeti çok ciddiye alınmalıdır.

Asıl yapılması gereken boşa öfkelenmek yerine hak ihlallerinin önlenmesidir, asıl reform budur. Kimse aksine davranmamalı, boşu boşuna kızmadan öfkelenmeden zihniyetini hak ve özgürlüklerden yana değiştirmelidir.