AİHM, Selahattin Demirtaş v Turkey (No 2. Application no 14305/17. Tarih 20.11.2018) kararında Demirtaş’ın tutukluluk halinin sürmesini Sözleşmenin ihlali olarak kabul etti.
Selahattin Demirtaş’n tutuklanmasının makul bir şüphe nedenine dayandığını kabul eden AİHM’si; buna karşın yargılama sürecinde tutukluluğun sürdürülmesini kişi özgürlüğünün ihlali olarak gördü. Demirtaş’ın tahliye taleplerinin “yurtdışına kaçabileceği, delilleri karartabileceği” gibi sürekli değişmeyen standart gerekçelerle reddedilmesini, Sözleşmeye aykırı buldu.

Önemli bir diğer ihlal ise Demirtaş’ın serbest seçim hakkından yararlandırılmaması olarak görüldü. AİHM, bu hakkın yalnızca seçilme değil, aynı zamanda “parlamento çalışmalarına katılabilme hakkını da içerdiğini” kabul etti. Ayrıca Demirtaş’ı seçen ve parlamentoya gönderen seçmenlerin iradesinin ve seçme haklarının da çiğnendiğine hükmetti. Böylece seçme ve seçilme hakkını “tutuklu yargılama” sorunu ile ilişkilendiren AİHM, oybirliği ile Sözleşmenin ihlal edildiğine karar verdi. Çok daha önemli bir hak ihlali tespiti ise; bir karşı oyla AİHS’nin 18. Maddesinde düzenlenmiş olan “Anılan hak ve özgürlüklere bu Sözleşme hükümleri ile izin verilen kısıtlamalar, öngörüldükleri amaç dışında uygulanamaz” şeklindeki yasağında ihlal edildiğine “tutuklu yargılama” sorunu ile bağlantı kurarak karar verdi. Toplam 25.000 Euro tazminat ödenmesine hükmedildi.

Bu karar üzerine AİHM kararının uygulanıp uygulanmayacağı tartışmaları başladı. Adalet Bakanı yaptığı açıklamayla " Yargılama halen derdesttir. Türk yargısı değerlendirecektir. AİHM kararı da eleştirilebilir ama kararı verecek olan yargıdır. Hepimizin bağımsız yargının kararına saygı göstermesi lazım. Tahliyeyi verecek olan siz de ben de değilim, bağımsız Türk yargısıdır" dedi. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, gazetecilerin kendisine yöneltilen "AİHM'in Demirtaş kararı hakkında ne düşünüyorsunuz?" sorusuna, "AİHM'nin verdiği kararlar bizi bağlamaz. AİHM'nin bugüne kadar terör örgütüyle ilgili verdiği birçok karar var. Hepsi de aleyhedir. Onun karşılığında bizim de yapabileceğimiz birçok şeyler vardır. Biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz" yanıtını verdi.
Yürütme; AİHM kararının ve kararlarının bizi bağlamadığını açık açık belirtmiş oldu.
Hukuk ve adalet penceresinden ne görünüyor acaba?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşmeye taraf olan devletlerin “demokratik düzenlerini” etkileyen ulusalüstü bir yargı organıdır. Sözleşmeye göre yargı yetkisi verilmiş ulusalüstü bir mahkemedir. Mahkeme yargı yetkisini “devlet başvuruları”, “kişisel başvurular” hakkında kullanır. Ayrıca “görüş bildirme” yetkisi de vardır. Dolayısıyla AİHS ve eki protokollerin yorumlanması ve uygulanmasından sorumlu olanları yargılama yetkisi olan bir mahkemedir.
AİHM’sinin esas rolü, bir davanın ortaya çıkardığı hukuki uyuşmazlığı incelemesinin ve karara bağlamasının ötesindedir. Sözleşmeye taraf olan ülkelerin “bu Sözleşme ile üstlendikleri taahhütleri yerine getirmelerini güvence altına almak için”, “Mahkeme”olarak anılacak bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kurulmuştur ve devamlı görev yapar (AİHS Madde 19). AİHM, Demokratik toplum düzeni ilkelerinden sapmalara ve hak ihlallerinin önlenmesine karşı verdiği kararlarla bir anlamda diktatörlüklerin gelişmesine karşı kurulmuş “erken uyarı sistemidir”. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini ve verdiği kararlarını uygulamaktan geri duramazsınız, kararları bizi bağlamaz diyemezsiniz.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin II Bölümü AİHM’sinin işleyişi ve başvuru usulleriyle ilgilidir. Yargıç sayısı AİHM’de Sözleşmeye taraf ülke sayısı kadar hâkim görev yapar.  Yargıçlar, taraf devletlerin sunacakları üç adaylık liste üzerinden Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından seçilir. Mahkeme’de 47 yargıç vardır. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından 9 yıllık bir süre için seçilen hâkimler yalnızca bir dönem görev yaparlar, tekrar seçilmezler. Yetmiş yaşında emekli olurlar. Mahkemenin çalışmasında bir aksaklık olmaması amacıyla her hâkimin yenisi gelene kadar görev yapması esası da benimsenmiştir. Hakimler kendi adlarına AİHM’de yer alırlar. Ne geldikleri ülkeleri temsil ederler ne de ülkeleri adına yargıçlık yaparlar. Hâkimlerin tarafsızlık ve bağımsızlıklarına zarar verecek bir faaliyette bulunmaları da yasaktır.
Sözleşmenin 46. ıncı maddesine göre; yüksek Sözleşmeci taraflar (devletler), tarafı bulundukları herhangi bir davada Mahkemenin kesin hükmüne uymayı / (bağlı olmayı) taahhüt etmiştir. Mahkemenin kesin hükmü, bunun uygulanmasını / (icrasını) denetleyecek olan Bakanlar Komitesine iletilecektir
Dairelerin kararları kesin nitelikte kararlar olmayıp, taraflar hüküm tarihinden sonra üç ay içinde davanın Büyük Daireye gönderilmesi talebinde bulunabilirler. Bulunmayacaklarını açıkladıkları zaman kesin hüküm yayınlanacaktır.
4 Kasım 1950 tarihinde imzaladığımız iç hukukumuzda kanun niteliğindeki Sözleşmeye taraf ülke olarak yükümlülüğünüz sözleşmeye uymaktır. Sözleşmenin herhangi bir maddesini ihlal ederseniz; devlet olarak bu ihlali gidermektir göreviniz. Aksi düşünülemez. Bir devlet Sözleşmenin tarafı ise; Sözleşme ve AİHM kararlarını uygulamaması düşünülemez.
AİHM kararları iç hukukta uygulanmalıdır. Sözleşmede bu konuda açık ve çok net bir düzenleme yoktur. Kesinleşen AİHM’si kararları Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine gönderilir ve Komite; kararların uygulanıp uygulanmadığını denetleyen organdır (Madde 46).  Sözleşmeci taraf devletler AİHM kararlarının infazı hakkında Komiteyi bilgilendirmekle yükümlüdür. 
Bakanlar Komitesi karar kendisine geldiği andan itibaren bu kararın infazı meselesini gündemine almış demektir. AİHM kararındaki tespit “hak ihlali” niteliğinde ise Bakanlar Komitesi aleyhine karar verilen devletten mahkeme kararını yerine getirip getirmediğini sorar. Bakanlar Komitesi nasıl bir önlem alınması gerektiğini Devlete bildirmez ama; AİHM kararı Sözleşmeci devlet için tek kelimeyle “bağlayıcıdır”.
AİHM’si kararlarının bağlayıcı olması nedeniyle uzun süredir “tutuklu tutmak yoluyla” bir siyasetçi olan Demirtaş’ın ihlal edildiği tespit edilen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının giderilmesi için tek etkili hukuki yol “tutukluluk halinin sona erdirilerek” özgürlüğünün geri verilmesi ve hemen salıverilmesidir.
AİHM kararında açıkça işaret edildiği anlaşılan yoruma uygun olan en etkili yol yargısal yol budur. Ancak bu yöntemle Devlet AİHM kararının bağlayıcı oluşu nedeniyle etkin bir çözüm yolu seçmiş olacaktır ve zaten bu yolu hukuken seçmek zorundadır. Aksi uygulama en kötü yöntem seçimidir ve Sözleşmeye attığımız imza boşa çıkarılmış demektir.  Türkiye suya imza atmadı, Sözleşmeyi imzaladı, AİHM’sinin zorunlu yargı yetkisini kabul etti.
O halde özetlersek; AİHS’ ne taraf olan Sözleşmeci devlet olarak tıpkı diğer ülkeler gibi; AİHM kararıyla bir hak ihlali saptanmış ise “ihlale son vermek” gerekir. Daha da önemlisi hak ihlalinin neden olduğu sonuçları “ortadan kaldırmak” insan haklarına saygılı demokratik devlet olmamızın yüklediği görevimizdir.
Sözün özü; siyasetçi Selahattin Demirtaş’ın tutukluluk hali sona erdirilmelidir. Etkin ve çözüm alıcı tek yol Selahattin Demirtaş’ın tahliyesidir. AİHM’sinin kararını yerine getirmek bu etkin çözümle bitmiyor. Ayrıca bundan sonra doğması olası olan hak ihlallerini “önlemek” de gerekiyor.
İşte AİHM kararlarının bağlayıcılığının niteliği şu üç yöntemle etkinlik kazanır, kazandırılmalıdır. Önce AİHM’sinin saptadığı ihlale son vermek gerekir. İkincisi hak ihlalinin neden olduğu sonuçları ortadan kaldırmaktır. Benzeri hak ihlallerinin doğmasını da önlemek gerekir. Ancak bu üç birbirine bağlı etkin yargısal yolla ve ancak o zaman hukuk devleti olursunuz.
Aksine AİHM kararını tanımamaya dair her sözünüz, hukuk devleti olmak yerine, olmamayı seçmektir.
Zaten yargıyı kendi haline bırakmayıp aksine “karışmayı” ve AİHM kararları tanımama yolu seçildiği için; Avrupa Konseyinde “olmak ya da olmamak” bizim meselemize dönüşüyor.
Yargının asıl meselesi “olmak ya da olmamak” olabilir mi?
Şimdiki zamanda politika yargıyı dönüştürmeye çalışıyor; yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı da olmak ya da olmamak dönüşümü yaşıyor….