İlkbahar geliyor gelecek diyorduk, işte geldi. Batılı ülkelerin pek çoğunda 21 Şubat İlkbaharın başlangıcı sayılıyor. Coşkuyla, danslarla kutluyor insanlar. Ülkemde ise galiba doğaya yaptığımız kötülüklerden ötürü hava güzel yüzünü hiç göstermiyor. Güneş hep bulutların arkasında, uyandığınızda karanlık, insanın içini basan bir havayla karşılaşıyorsunuz. Elbet bu pandemi döneminde havadan ne denli yararlanabileceğimiz de ayrı bir konu.

Yine de ilkbaharı hep insanların kendisini arındırdığı, yeni umutlara, yeni sevdalara yelken açtığı bir mevsim olarak görmüşümdür. Yaşadığımız topraklar sürekli acıyla yoğurulduğu için insanlarımız sevinmeyi çoktan unuttu. Birbirlerini sevmeyi de. Toplum değil de, birbirini sevmeyen, tersine nefret eden bir topluluk olduk. Gelinen bu noktada siyasetin olumsuz etkisinin çok fazla olduğuna inanıyorum. Siyasetçilerin birbirine yaptığı hakaretler, özelde de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kendisine biat etmeyenlere karşı takındığı tavır ve sarf ettiği kimi sözler yenilir yutulur gibi değil. Umarım hiçbirimizin evinde çocukların, torunların olduğu ortamlardaki televizyonlarda haber kanalları izlenmiyordur. Çocuklarımızı, torunlarımızı bu söylemlerin dışında tutmak bütün aileler için gereklidir diye düşünüyorum.

Şimdilerde Cumhur İttifakının ortaya attığı anayasa tartışması var. Anayasa tartışması dendiğinde rahmetli Nihat Erim’i hatırlarım. Türkiye için yapılmış en muhteşem çalışmalardan biriydi 1961 Anayasa’sı. Nihat Erim 12 Mart 1971 darbesinden sonra bürokratlardan oluşan asker destekli kabinenin başbakanlığına geldiğinde ilk icraatlarından biri hakları, özgürlükleri genişleten bu eşitlikçi Anayasa’yı sağından solundan kırpmak oldu. Gerekçesi hazırdı. “Bu Anayasa bizim halkımıza lükstür” Böylece bugüne dek halkın hak ve özgürlüklerini koruyan anayasalarımız hep halkımız için lüks sayıldı. Tersine baskılara kılıf hazırlayan, sermayeyi rahatlatan ama emekçi sınıfın boğazını sıkan anayasalarımız oldu.

Demokrasinin hazmedilmediği tek adamlı bir rejimde nasıl bir anayasa çalışması yapılacağını umuyor muhalefet, merak etmemek elde değil. Günümüz rejiminin önereceği ve kabul edeceği bir anayasanın adı da anayasa olmaz; erkek egemen topluma daha da yakışan Babayasa olur. Hâlâ kadının, genç kızların seslerini susturmak isteyen, temel hak ve özgürlükleri askıya alan bir sistemde dünyanın en iyi anayasasını yapsanız ne yazar ki. Önemli olan uygulayıcılardır. Günümüzde de 12 Eylül’den kalma bir anayasamız var. O günden bu yana yapılan bunca anayasa değişikliğine karşın yöneticiler kendi koydukları kurallara ve kurumlara uymadıktan sonra…

İlkbahar geldi dedik, ilkbahardan konuşacaktık sözde ama yazı bizi alıp öyle bir yere götürüyor ki, baharın kokusunu duymak, çiçeklerini doya doya seyretmek de biz gariplerin lüksü oluyor. İster istemez dönüp dolaşıp açlık düzeyindeki insanımızın yoksulluğuna, işsiz insanların yaşama zorluğuna, pandeminin virüsle birlikte korku ve endişe de bulaştırdığı insanlarımıza eğiliyorsunuz. Onların sorunları üzerinde kalemi oynatmak zorunda kalıyorsunuz. Umalım hiç değilse 2021 ilkbaharı toplumumuza iyilikler getirsin.

20 Şubat 1937’de doğmuş Şair, Yazar, Çevirmen Ülkü Tamer. Ülkü Tamer yaşamı boyunca içindeki çocuğu hiç yitirmedi. Onun için yazıları da, şiirleri de adeta nakış gibi işlenmiştir. Sizi alır çocukluğunuza, gençliğinize, dünyanın başka diyarlarına götürür. Bu yazıyı da Ülkü Tamer’den bir şiirle bitirelim. “ Derin Mavi Tilki”

Sarı yapraklı, mavi kaplı defterler.

Çimenler sevgili bir kuşla çizilir koruda.

Bölersem üç çıkar, toplarsam tilki çıkar.

Sarı yapraklı, mavi aşklı defterler.

Bir derenin kâğıt-sarı kayığı.

Arkasından belki denize kadar bakmak.

Usansam evler çıkar, bakarsam tilki çıkar.

Sarı yapraklı, serçe kuşlu korular.

Kırağı çimenlerden beyaz yakama yağar.

Kara öğretmenler dolanır üstünde.

Beklersem tilki çıkar dere inince.

Sarı yapraklı, mor ibikli horozlar.

Bir kümes gürültüsü dersi bitirir.

Bir tilki dadanır, kümesi bitirir.

Sıçrarken tilkiyi dere bitirir.

Sarı yapraklı, sarı renkli yapraklar.