Ülkemdeki siyaset batağından uzaklaşıp insana dair, hayata ve doğaya dair bir şeyler yazmayı düşünerek oturmuştum bilgisayarın başına. Bir kez daha anladım ki yaşadığım coğrafyada güzelliklerden söz etmenin olanağı yok. Sık değişen ülke gündemi sizi rahat bırakmıyor. İktidarın ceberut suratı bir yerlerden karşımıza çıkıveriyor. Yazımı kotarmaya henüz başlamıştım ki, Libya’da hava bombardımanında yaşamlarını yitiren MİT üyelerinin cenaze törenini haberleştirdikleri için açılan davada haklarında verilen hapis cezası kararları onaylanan Gazeteciler Murat Ağırel, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç’ın yeniden cezaevine konulduklarını öğrendim.

Ağırel ve Pehlivan savcılığın çağrısı üzerine kendileri gidip adalete teslim oldular. Öte yandan Bakırköy Kadın Cezaevi’nde tutuklu bulunan Gazeteci Sedef Kabaş için de savcı neredeyse müebbet hapis isteyecek. Bu örnek de ülkem insanının ifade özgürlüğünün olmadığını belgeleyen bir başka adaletsizlik. Cezaevinde çile doldurmaya devam eden gazetecileri, aydınları, akademisyenleri, genç öğrencileri saymıyorum bile. Kara bahtlı bir dönemden geçiyoruz. Toplumda insanca yaşamak hakkını yurttaşlarından esirgeyen acımasız bir yönetim var karşımızda. Her gün birbirini izleyen olaylarla kendilerinden olmayan her bireyi düşman sayan bir anlayışın gölgesi üzerimizde. Zulüm, şiddet, ayrımcılık, hukuksuzluk kol geziyor üstümüzde. Güne güzel başlayıp bir fincan kahvenizi bile keyifle içemiyorsunuz. Elbette geçecek bunlar. Her totaliter dönemin de bittiği gibi çekip gidecekler. Ama artlarında bıraktığı izler pek de kolay silinmeyecek.

Bir dönem Beşiktaş Valide Çeşme’de yaşadım. Bazı sabahlar evden çıkar ara sokaklardan caddeye iner etrafı seyrederek Dolmabahçe’ye dek yürürdüm. Bu ara sokakların birinde bir erik ağacı kalıvermiş bir kaldırımın kenarında. İyi ki kimseler dokunmamış, kötülük etmemişler ağaca. Baharın müjdecisi sayardım o ağacı her görüşümde. Çünkü baharlarını erkenden açardı cüssesine bakmadan. Hala yerinde duruyor mu bilemiyorum. Uzun süredir önünden geçmedim. Zaten betona kesmiş İstanbul’un şehir içinde çiçek görmek olanağı da pek kalmadı. Yeni yetişen kuşaklar eve kapanıp bilgisayarlarla baş başa kalmaktan ağaçların, çiçeklerin, böceklerin, kuşların adlarını ancak ekrana yansırsa öğrenecekler, resimlerden görecekler… Sağlık politikamız da evlere şenlik. Covid-19 salgını ile mücadele edeceklerine çareyi insanları evlere kapatmakta buldular. Evlerde ölüme terk ettiler. Bakımevlerinde, huzurevlerinde, hastanelerde ölüme yatırdılar yurttaşları. Yavaştan ölüme alıştırıyorlar insanı. Oysa yaşamın en kutsal şey olduğu bilinirken. Yaşam sevincini kolay kolay yok edemeyeceklerini bilmeleri gerekirdi. Siyasetteki o kötücül dil yurdun dört bir köşesinde insanların beynine çakılı kalıyor. Kurtulabilmenin yoluysa dirençli olmaktan geçiyor.

Yakınlarda o denli çok dost, arkadaş, tanıdık yitirdik ki hangi birine yazıklanayım bilemiyorum. Cahit Sıtkı o ünlü Otuzbeş Yaş şiirini “……Hayata beraber başladığımız / Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız” Evet yalnızlık şimdilerde en iyi dostumuz. Ama bu yalnızlık aslında bir bakıma iyi de geliyor. Bir arınma duygusu veriyor insana. Düşünüyorsunuz eski güzel günleri, anımsıyorsunuz özlediğiniz dostları. Sevdiğiniz müzikleri dinliyorsunuz. Olanaklarınız ölçüsünde kitapları karıştırıyor, kimi şiirleri hala ezberden okuyabildiğinize şaşırıyorsunuz. En çok da mücadele gücünüzün daha bir yükseldiğinin ayırdına varıyorsunuz.

Uzun süredir görüşemediğim dostlarımdan biridir felsefeci, şair ve yazar Afşar Timuçin. Bu haftaki yazıyı onun bir şiiriyle sonlayalım. “Arınmalar”

Ateş ve yağmur

Bütün yanlışları yıkar götürür

Gün gecenin sonunu temizler

Ses arındırır sessizliği

El değmemiş beyazlığı bulmak için

Gerçek deniz kuşları açıklardan geçer

Yoksun kalıyoruz sevinçlerden

Kendini savunmanın bir yüzü bu

Bir şeyden vazgeçebilmek

Ben varım diyebilmek ne güzel

Ne güzel kendini

Akşamüstü şöyle bir çiseleyen

Yağmura atabilmek

Dimdik kalabilmek

Gözünün içine baka baka

Kralın imparatorun

Hayırsız sevgilinin

Ne güzel artık bitti diyebilmek

Kimse bilmez gün olur

İnsan boşluklara düşer değişir

Ne derler

Ağaç rüzgarı yedikçe

Gün geceyi gördükçe güzelleşir.