Yaşı kemale erenler çok iyi hatırlar Sülün Osman’ı.

Bir zamanlar O’nunla röportaj yapabilmek için muhabirler kendini yırtardı vallahi de, billahi de.

Sülün Osman’ı konuşturacaksın ha!

Gazetenin manşeti senin.

Hele ki bir de dizi röportaj ise manşeti günlerce kaptın gittin.

Öf!

Mesleki anlamda tavan bile yaptırırdı insana.

Sülün Osman  devlet adamı değil!

Sülün Osman artist de değil !

Zenginliği ise işine bağlı.

Sülün Osman saygınlığı da olmamasına rağmen şöhretli. Şöhreti de dolandırıcılığından geliyor.

Eşşeği bile boyayıp satacak kadar yetenekli.

Bitirim biri.

Ününü de, en çok Galata Köprüsü’nü satarak kazanmış.

Bizim Sülün Osman ise belediyenin mezarlığından mezar yeri satarak şöhret merdivenlerini tırmanıyor.

Bizim ki, öldüğünde yol kenarında havadar iki kişilik bir mezar yeri arayana rastlamasıyla harekete geçiyor.

“O kolay benim işim” diyerek tavın ateşini harlayıp dümeni çevirmeye başlıyor.

Özel muhabbetlerin adamı başkan yardımcısını arayarak, mezarlıktaki görevlilere talimat vermesini istiyor. Talimat, “Benim arkadaşım gelecek o ne derse tamam deyin”.

Emir demiri nerede kesmez ki?

Gidiliyor mezarlığa. Yer seçiliyor ve “tamam burası” denilince Sülün Osman mezarcılara da emri çakıyor.

Yanıt: emredersiniz!

Zarf içinde mezar yeri bedeli ödeniyor.

Yufka yürekli (!) bizim Osman mezarcılara kebap ısmarlamaya kalkınca ise başkanın yardımcısının emrini bilen mezarcılar ”olmaz!” diyor. 

Aman ağa duymasın!

Sonuçta, alan memnun satan memnun!

Ama satılan mal kamunun.

Olsun!

Koskocaman Galata Köprüsünün satılışının yanında, bizim iki mezar yerinin lafı mı olur?

Allah Allah!

Aynı günün akşamı muhabbet var muhabbet.

Cukkayı alan ile cukkanın alınmasına fırsat yaratan demleniyor.

Onlar çıkmış kerevetine.

Kime ne kime ne?