1 Eylül Dünya Barış Günü’müz kutlu olsun. Ülkenin, içinde sürüklendiği bunalım ve kaos ortamının dünya barışından çıkaracağı pek çok ders var. İnsanlık tarihindeki savaşların çığırtkanlığını yapan iktidarların, kendilerine çıkar sağlayan uluslararası sermayenin barışı insanlığa unutturma çabaları günümüzde artık gezegeni yok etme aşamasına ulaşmış görünüyor. Ne yazık!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya uluslarının korkunç savaştan ibret alacağı umudu yerini geleceğe dönük bir umutsuzluğa bıraktı. Yakıp yıkılan kentler, kadın, kız, erkek, çocuk demeden öldürülen milyonlarca insan ve de insanlığın utancı esir kampları belleklerden hiç silinmedi silinemeyecek de. Devletlerin ve siyasi erklerin bir daha bu tür savaşları göze alamayacağı sanılabilirdi, ancak görünen o ki dünya hızla yeni savaşlara soyunuyor. Şimdiden çıkar savaşları, mezhep savaşları, nefret tohumlarının saçıldığı dünyanın dört bir yanında boy veren çatışmalar devam edip duruyor. Onun için barışın halklar için ne denli önemli olduğunun ayırdına varmalıyız diye düşünürüm. Halklar arasında barış ve kardeşlik sağlandığında ırkçılık, nefret söylemleri, emek sömürüsü ortadan kalkacaktır. Siyasetçinin en büyük silahı olan insanın insana kıyımı da ortadan kalkacaktır. “Ütopya” diyebilirsiniz ama kapitalizm çöktüğünde dünya; çocukların yemyeşil çayırlarında koşup oynadığı, ormanların dört bir yana kök saldığı, nehirlerin gürül gürül aktığı, farklılıkların ortadan kalktığı, kadın erkek eşitliğinin sağlandığı, emeğin en yüce güç olduğu bir yer olacak. Artık böyle bir düzende hiçbir kıtada açlık olmayacak. Ülkeler tasada ve kıvançta tek bir ulusmuşçasına yaşam sürecek. Kısaca hayali bile umut verici ve güzel.

20. yüzyılın utanç tabloları yalnızca 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndan oluşmadı. Daha sonra eli kanlı diktatörlerin kimi ülkeleri ele geçirmelerinin ardından çocuklar öldürüldü, gençler, kadınlar öldürüldü. Ve diktatörlere karşı çıkan aydınların da bir bölümü kaybedilirken bir kısmı da futbol sahalarına doldurularak işkenceler içinde öldürüldü. Franco, Hitler, Mussolini, Pinochet, Videla ismini sayabildiğimiz diktatörlerden sadece bazılarıydı. Yunanistan’da, Türkiye’de askeri darbeler ve askeri darbelerin ardından süren sıkıyönetimler döneminde de pek çok insan kaybedildi. Pek çok genç, erkek ve kadın potansiyel suçlu diye yargısız infazlarda can verdi. Türkiye’de de Cumartesi Anneleri yıllardır kayıp çocuklarını ve eşlerini arayan kadınlardan oluştu. Tıpkı İspanya’da, Şili’de, Uruguay’da, Arjantin’deki kayıp anneleri gibi. İnsan Hakları Federasyonları 30 Ağustosları “Dünya Kayıplar Günü” olarak belirledi. O yılları yaşayanlardan biri de Uruguaylı Tarihçi Yazar Galeano’ydu. Galeano Uruguay diktatörlüğü döneminde birçok aydın gibi cezaevine konulmuş ancak kısa bir süre sonra cezaevinden kaçmayı başararak yurt dışına gitmiştir. Ülkesine uzun yıllar sonra Uruguay demokrasiye kavuştuğunda dönebildi Galeano. Yazıyı sonlarken Galeano’nun “Kayıplar Günü” için oluşturduğu bir metni paylaşmak istedim. “Kayıplar”. Barışa gönül vermiş ve barış için mücadele eden tüm insanlara selam olsun.

Kayıplar

Mezarsız ölüler, isimsiz mezarlar
ve onlar ayrıca:
el değmemiş ormanlar,
şehir gecelerindeki yıldızlar,
çiçeklerin kokusu,
meyvelerin tadı,
elle yazılmış mektuplar,
kaybedilecek zamanın olduğu eski kafeler,
sokak futbolu,
yürüme hakkı,
nefes alma hakkı,
güvenli işlergüvenli emeklilikler,
parmaklıksız evler,
kilitsiz kapılar,
toplumsal duyu
ve sağduyu.