“Baba” diye arardı Ergin Erdem telefonda. “Baba şu Ereğli Türküsünün sözlerini bir okuyup değerlendirsene” de demişti.
Dediğini saz ve söz ile dinletirdi ahizeden.
Ereğli türküsüne yardımcı da olduğum o günler daha dün gibi.
Sevdası türkü olan bu dostum Ereğli’deki festivallerde ana sahneye çıkmayı çok istemiş ve bu arzusunu dile getirdiğinde dönemin festival organizasyonunu  aktarmıştım  konuyu. 
“Gelsin” dediler.
O an orada olmak isteyip yanına gittiğimde ne kadar çok heyecanlıydı.
Sahneye çağrılmayı beklediğinde “senin programın yok” sözleriyle geri göndermişler Zonguldak’a.
Aradı telefonla “Baba” dedi. “Baba beni sahneye çıkarmadılar. Ben o sahnede Ereğli türküsünü söyleyecektim.”
Donup kalmıştım bu durumu öğrenince.
Ereğli’de festival oluyor ve Ereğli türküsünü söylemek için davet edilen Ergin Erdem sahneye çıkarılmıyor.
Bunun tek kelimelik karşılığı ne olabilir?
Terbiyesizlik!..
Ereğli’yi tanıtma görev ve sorumluluğu bulunanların yerel sanatçılara uyguladığı üvey evlat muamelesinin bir örneğiydi Ergin Erdem’in başına gelenler.
Oysa o bölgedeki tüm festivallerde sahnedeydi.
Tek aşamadığı engel Ereğli sahneleriydi.
Unutmadı bu kırgınlığını hep.
Ahmet  Öztürk sabahın erken saatinde aradığında “Ergin Erdem kalp krizi geçirdi ve aramızdan ayrıldı” dediğinde içim cız etti.
Mega Star Ergin Erdem de gitti ha?
Gitti…
**
Güne ölümle başlamak çok tatsız bir durum yaratıyor.
Bu nedenle sevmem belediyelerin anons sistemini.
Gürültü kirliliği yaratmanın çok ötesinde, her gün ölüm haberleri vererek güne başlar çünkü.
Neşe yoktur.
Muhabbet yoktur.
Çevre yoktur.
Dostluk yoktur.
Arkadaşlık yoktur.
Haberleşme yoktur.
Sadece ölüm kusar belediyelerin hoparlörleri.
Ahmet’in telefonu  “belediye hoparlörleri” gibi çınladı kulağımda.
Bir dostu yitirmenin duygusallığı ile güne baktım.
Nüvit Koray’ın babası Ziya Abi’nin de cenazesi var Bozhane’de.
Eee yaşam bu.
Doğarsın, yaşarsın ve ölürsün.
Atilla İlhan’ın dediği gibi;an gelir Atilla İlhan ölür.
**
Güne soğuk başlamanın tatsızlığı içinde bilgisayarın karşısına geçsen ne yazarsın?
Yazamazsın.
Debelenip durursun klavyenin tuşlarında bir sağa bir sola.
Bir tek gerçek kalır o da;  son görev.
O görevi yerine getirmek.
“Güle güle dostum” diyebilmek.
Güle güle…
**
Günü tatsız başlamak yeni gelen bir haberde daha da tatsızlaştı.
Konu TTK.
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun Amasra ve Armutçuk Müesseselerine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan gönderilen yazılarda, haklı olarak işçi sağlığı ve iş güvenliğine dikkat çekildi.
En son olarak Soma’da 301 madencinin şehit olduğu facidan sonra tartışılan önlemlerle ilgili bakanlığın bir dize tedbirlerin alınmasını istiyor.
Tabi ki böyle olmalı.
İşçi sağlığı ve iş güvenliğinden daha önemli ne olabilir ki?
Ancak, bu tebliğleri hiçbir kurumun yerine getirilmesinin mümkün olmadığına dikkat çekilerek, “yerine getirilmesi istenen talepler TTK’yı kapatmaya kadar götürecek bilinç altındaki oyunlardır” yorumları yapılınca iş değişiyor.
Gerçekten de, öyle mi?
İşçi sağlığı ve iş güvenliği TTK’yı önce küçültüp ve sonra da kapatılmasına dönük bir senaryonun ilk sahneleri mi?
Endişe veren bu girişimin sonuçları konusunda sendikacılar daha ortaya net bir durum olmadığı için yorum yapmaktan çekiniyor.
Bu da olabilir!
Ama konu çok hassas ve Zonguldak ile Bartın bir anda barut fıçısına dönebilir.
Yine zor ve zorlu günlerin habercisi gibi geldi bu haber.
Bir yanda ölümler, diğer yanda TTK.
Güne tatsız başladık.
Umarım böyle devam etmez…