Türkiye’de basın özgürlüğü üzerine düşüncemi soran yerli/yabancı dostlara, tek parti döneminden günümüze dek bu ülkede basın özgürlüğü hiç olmamıştır diyerek yanıtlıyorum. Ardından da ekliyorum: Buna tanık basın tarihimizdir, ön yargısız okuduğunuzda hak vereceksiniz. 1946’dan günümüze dek siyaset erbabının ve gelmiş geçmiş tüm iktidarların demokrasi kavramının içini boşaltarak içte/dışta özgün bir demokrasicilik oyunu sahneledikleri görülür. Süreç tıpkı içinde yaşadığımız günlere benzer. Devlet diliyle haber yapan, iktidar övgüleriyle süsledikleri yazılarıyla ödül bekleyen, sermaye / siyaset / medya / sarmalında boy göstermiş, iyi konuşan, olayları, haberleri maniple etmekte usta bir gazeteci zümresi oluşturulur. Görece basın özgürdür. Çok sayıda renkli menkli gazete, çok sayıda tek sesli görsel yayın vardır. Oluşturulan yeni gazeteciliğe biat edenlerin bir eli yağda bir eli baldadır. Eleştirel gazetecilik yapmakta direnenlerin ise bir ayağı adliye koridorlarında bir ayağı ise cezaevlerindedir. Hal böyle iken gelin şimdi basın özgürlüğünü konuşalım.
Basın özgürlüğü gazetecinin kişisel özgürlüğü anlamına gelmez. Bir ülkede çeşit ve nicelik açısından yazılı/görsel/işitsel yayın organı bulunması da basın özgürlüğünün varlığını kanıtlamaz. Evrensel ölçütlere göre basın özgürlüğü halkların haber alma, bilgilenme, gerçekleri öğrenme haklarını içerir. Eğer kamuoyu haber alamıyor, olup biteni doğru bir biçimde öğrenemiyorsa ya da olayların açığa çıkması iktidar erki aracılığıyla engelleniyorsa o ülkede basın özgürlüğü yok demektir. İşte bu evrensel ölçütlerdir ki Türkiye’yi dünya basın özgürlüğü sıralamasında 157. sıraya yerleştiren, sorun yalnızca basın özgürlüğü kavramının doğru okunmasında değildir. Bireyin düşünceyi ifade hakkı, sansür, otosansür, adalette eşitsizlik, hak ihlalleri gibi unsurları da unutmamak gerekir. Cezaevlerinde halen 134 gazetecinin bulunduğu, işsiz gazeteci sayısının çığ gibi büyüdüğü, iktidara yakın gazetecilerin kapı kulu memurları haline indirgendiği bir ülkede yalnız basın özgürlüğünden değil temel hak ve özgürlüklerden de söz edebilmek mümkün değildir.
Günümüzde ulus devletler medyayı denetim altına alabilmenin çeşitli yollarını araştırıyor. Hak odaklı gazeteciliği, emek ağırlıklı haberciliği yok etmek için yeni yöntemler buluyorlar. Mali güçlerini kullanıyor insan hak ve özgürlükleri ile bağdaşmayan yasalarla halkların doğru habere erişimini engelliyorlar. Emperyalist düzenin yeni medyası olayları kendi pembe gözlüğünden, gerçekleri saptırarak sunuyor dünya halklarına. Türkiye’de uluslararası bu gelişmeleri kendi halklarına uygulamakta gecikmedi elbet. Haberin serbest dolaşımı alabildiğine kısıtlandı, özgür, bağımsız habercilik yasal kuşatma altına alındı. Özetle basın özgünlüğü bir kez daha paypas edildi. Bu durumda gazeteciliğin geleceği derseniz yanıtım bir şairin dizesinde var. “Bize umutsuz olmak yakışmaz”. Gazeteciliğe yüreğini koymuş, genci yaşlısı ile bağımsız, bağlantısız gazeteciler olarak mücadeleye devam edeceğiz. Koşulları zorlayacağız. Aydınlık yarınlar halkların haber alma hakkı için uğraş veren gerçek gazetecilerin olacak…
Yazıyı benim için ölümsüz saydığım bir şairin Gülten Akın’ın şiiri ile sonlayalım:
KESİK
Yaşamanın kesik bir yerinde
Sevgiler yüzleri düşündürürdü
Gide gide incelen, kaybolan
Uçucu anlamlar kalırdı ağırlıksız
Kırılıp dökülen bir şeylerden.
Şimdi hiçbir şey değiliz, doğru mu
Bizim için kimse kimsenin bir şeyi değil
İlgiler gündelik giysiler gibi eski, inceliksiz
İsa’dan bu yana giydiği herkesin.
Yaşamanın kesik bir yerinde uzun uzun
Deli bir adam, savruk bir kız
Bir duruma bağlarlardı kendilerini
Var bilinen, sürüp gidecek sanılan.
Güz geldi mi üst üste üç güz gelirdi
Her gün başka olmaktan yüzlerce olurdu.
Her kuş yüzlerce olurdu, anlatılmaz güzel
Ufalır ellerimiz tutula tutula...
Biz şimdi güzleri ayrı ayrı,
Kuşları güzelsiz, yüzlercesiz
Bir bakıma öldük, açıkçası bu
Bir başka bakıma nedensiz, evetsiz
Unutmaya yaşıyoruz günleri, doğru mu