Doğanın kanunu denir ya hani; “Doğa kendinden alınan her şeyi mutlaka geri alır”.. Buna hem içinde bulunduğum doğayla birebir çalışmalarımızda bilimsel olarak şahit oldum, olmaktayım hem de doğa ile ilişkilendirdiğim yaşamın her alanında şahit oldum olmaktayım..

Hayat, hiç duraksamıyor, bize bazı dönemlerimizde ne kadar yavaş da gelse, o çok hızlı bir devinim içinde dönüyor, akıyor, yakıyor, yıkıyor.. Sonra da bozulma olmadan düzelme olmaz prensibi gibi yeniden yapılanıyor, yapıyor, düzeltiyor ve bunu her saniye her an yapıyor. Hızı da bu işte.. Görünür görünmez o biraz da bakış açımızla ilişkili hatta göreceli bir durum ama böyle bir gerçeği yaşıyoruz bu kesin ve tek..

Hayata dair her şey doğada gizli.. Denmez mi “insan doğası”, “hayvan doğası” gibi deyimler… Ama ne kadar farkındayız, düşünmeye değer bence bu deyimlerin gerisi, özü..

İnsan, tabiat doğasına da kendi doğasına da aykırı hareket ettiğinde mutlak ve mutlak bunun cezasını yaşadığı dünyada çekiyor. Kendi hapishanelerimizde kendi tutsaklığımıza karar veren hakim yada kendimize gardiyan olduğumuz dönemler yaşamıyor muyuz?..

Bir zamanlar bir yerlerde okumuştum, “insanlar ağaçları seviyorlar ama kesiyorlar, çiçekleri seviyorlar ama koparıyorlar, hayvanları seviyorlar ama kesip yiyorlar.. N’olur kimse beni sevmesin”..

Hangimiz itiraz edebiliriz ki buna.. Ancak elbette  biz insanlara hizmet etsinler diye, Yaradan bitkileri, hayvanları, tüm tabiatı oluşturmuş ve elbette yararlanacağız, ayrıca yaşamak için de buna zorunluyuz..

Zorunlu olmadığımız durum ise; bu nimetleri hoyratça, acımasızca yok etme gayretimiz..

Ağaçlar elbette kesilecek, onlara yaşamsal anlamda önemli yer tutacak kadar ihtiyacımız var. Kağıtlar, defterler, kalemler, kitaplar, evler, masalar, sandalyeler, dolaplar daha neler neler..

Onları sonsuz ihtiyaçlarımız için tüketirken dikkat etmemiz gerekenleri biliyor muyuz diye çoğu kez düşünüyorum üzülerek. Öyle genç ağaçlar öyle bilinçsizce kesiliyor ki.. Bazen süs için, bazen bulundukları yere yakıştırılmayıp başka ağaçlar dikmek için, araçların parkında sorun olarak görüldükleri için, ev yada işyerlerinin manzaralarını, manzara yoksa bile içeriyi kararttıkları, yol görünmediği için.. Ormanlık alanlarda taş ocakları yapımı için..Ve belki de en çok, en geniş alanda kapsamda ise inşaat sektörünün yani kapitalizmin acımasız çıkarları, sözümona yararı için acımasızca kesilmenin ötesinde katledilmekte..

Oysa ağaç; Yaşlandığı zaman, veriminden düştüğünde veya gençleştirilmesi gereken ormanlık alanlar için kesilebilir.

Ağaçsızlık nelere yol açar diye şimdi yazmak istedim ama öyle derin ve uzun bir konu ki ayrı bir yazıyı sadece bu konu için ayırmalıyım. Yağmurların azalması, dengesizleşmesi, toprak kaybımız (her yıl bir Kıbrıs Adası büyüklüğünde!..), buna bağlı geçim sıkıntıları, göçler, sosyal yaralar..

Hayvanlar da artık giderek şaşılacak derecede ev bireylerinden oldukları günümüzde (bunu hayvan sevgisi gibi değil de  insanların  kişisel sıkıntılarını yada hayal kırıklıklarını gidermek için hayvanların doğasını hiçe saymaları gibi bir bencillik olarak da görüyorum doğrusu çoğu zaman) hayvanların bir kısmı da hayatı, beslenmemiz açısından destekliyorlar.. Yine onlardan, hem bilimsel hem dinsel açılar gözetilerek yararlanmamız gerekiyor ancak küresel ekonomi yada daha hızlı üremelerine yönelik fabrikasyon çalışmalar ve yine fabrikasyon kesimler var ve insanlara hizmet için yaratılan her canlı gibi onlar da bu çerçevede kesiliyor.. Umuyorum ve diliyorum ki bu işlemler sırasında eziyet çekmiyorlardır.

İşte hayatın doğası yüzeysel olarak böyle.. Derinliğini ise; herkes kendi içsel derinliği kadar anlayabilir, tanımlayabilir ve öyle yaşayabilir..

Yaşadığımız evrene ve evrene dair her canlıya, her cansızın da canlılardan birer parça aldığını unutmadan saygıyla, sevgiyle davranacağımız mutlu, duyarlı, beklentilerimizi öncelikle kendimizin karşımızdakilere “karşılıksız, özden sevgiyle” sunabileceğimiz yeni bir yıl diliyorum/z..