Kara pazartesi sendromu çok konuşulup tartışılır.

Allah’ın bir günü neden “kara” olsun ki?

İki günlük tatilin ardından işbaşı yapmanın zorluğunu ifade eden bu sözü aslında kimler kullanıyor biliyor musunuz?

Tembeller!

“Salla başını al maaşını” takıntılarıyla günlerini har vurup harman savuranların uydurduğu bir ifadedir kara pazartesi

Saçmadır!

Yanlıştır.

Yani, Allahın her günü bize bağışlanmış özel bir gündür.

İster renklerle boyarsın, istersen yukarıdan aşağıya simsiyah yağlı boyalar ile kapatırsın.

Kişiye kalmış.

Niyet her ne ise!

**

“Allah düşürmesin ama eksikte etmesin” diye tarif ettiğimiz hastaneler de artık ikinci adresimiz oldu/oluyor.

Ya kendimiz için ya da yakınlarımız için hastane kapılarında bulunduğumuz gün/günlerde çok arkadaş ve dostlarla karşılaşıyoruz.

“Neyin?” ile başlayan konuşmalar hep sağlık üzerine.

Öyle ya, en büyük hazine sağlık değil mi?

Perşembe gece yarısından sonra  bir yakınımın rahatsızlığından dolayı Ereğli’mizin Devlet Hastanesi’ne gittik ve sabahladık.  Gece ve gün boyu duyduğum olay ve haberler karşısında öyle sarsıldım ki.

İnanılır gibi değil. Çok değer verdiğim ve uzun yıllar bir çok dostluğu paylaştığım Hamit Eryiğit’in oğlu Önder vefat etmiş. Erdemir’de çalışan bu genç kardeşimizin ölüm haberini oğlum bildirdi Cuma günü öğle saatlerinde.  Cenazeye gitmek şarttı. Hamit kardeşimin acısını paylaşmak için hemen Alaplı’ya gittim ve O’nu Merkez Caminin kapısında görüp  başsağlığı dileyebildim.

Ne efendi çocuktu Önder.

Ağzı var dili yok gibiydi adeta.

Evlat acısı!

Allah kimseye göstermesin.

Kandillilerin “Kasap Mehmet” olarak bilip tanıdığı Mehmet Şendoğan’ın eşi de vefat etmemiş mi? Gidemedim  Kandilli’deki cenazeye. Eyüp ile Yasemin’e mesaj göndererek  acılarını paylaşabildim ancak.

Erdemir işçisi Ahmet Özcan’ı tanımam. Tanımam ama o da benim can kardeşlerimden Neyrenli Reşat Demirbaş’ın damadıymış. Devlet Hastanesi’nde sabahlarken gördüm Reşat’ı. Pardon o görmüş beni  acilin kapısında “Eyüp hayrola” diye seslendiğinde fark edebildim kendisini.

“Hayırdır! Sen niye buradasın?” diye karşılıklı konuşurken döküldü gözlerinden yaşlar.

“Oğlum Ahmet” dedi ve devamını getiremedi.

İnanamıyorlar Ahmet’in böyle bir bunalıma düşüp canına kıyabileceğine.

Anlattı anlattı anlattı… Her sözü Ahmet’in ne kadar iyi bir insan olduğuna dönük sözlerdi.

Ahmet’in eşi olan kızını getirmiş sakinleşmesi için hastaneye. Müşahede altında  tutuldu sabaha kadar Elif Özcan. Sabah acilin altındaki morgden alıp götürdüler Ahmet Özcan’ı Sefa Camisine. Sonrasını bilmiyorum.

İki torunun sorumluluğu artık Reşat’ın omuzlarında.

**

Kara pazartesi ve ölümler.

Ve yaşam acısı ve tatlısı ile  devam ediyor.

Kimi gidiyor cenaze arabasıyla Allah’ıyla buluşmaya, kimisi de gelin arabasıyla yeni bir yaşama merhaba diyor.

Dönme dolapta sallanıp duruyoruz işte.