Bir tuhaflık var toplumda. Aldatmak/aldatılmak salgın hastalık gibi insanları sarıp sarmalıyor. Bir bakıyorsunuz cumhuru yönetenler, bakanlar, devlet görevlileri “aldatıldık” diye atıyorlar kendilerini ekranlara ve gazete manşetlerine. İyi de aldatan kim derseniz rivayet muhtelif; dış mihraklar, muhalifler, ekonomideki büyümemizi çekemeyenler!

Siyasi partilerin genel başkanları da bu hastalığa tutulmuşlar sanki. Feryat ediyorlar; Aldatıldık! Strateji uzmanları, üniversite öğretim üyeleri, savcılar, yargıçlar, avukatlar, iktisatçılar, işçiler, siyaset erbabının vaatlerine güvenerek sandıkta oy kullanan yurttaşımız da aldatıldık demekte. Hatta, yılların usta kalemi mesleğe gençleri kazandıran, yönettiği her gazeteyi tiraj şampiyonu yapan bir ustamız da “Aldatıldım özür dilerim” deyince benden de pes! Yurttaşları bir kenara koyalım da onca seçkin büyüğümüzü birbiri ardına aldatan kimdir ya da kimlerdir bir bilebilsek, bulabilsek hep birlikte rahatlayacağız. Ama nerede…

Demek ki kandırmak kandırılmak fıtratımızda var. Elden ne gelir.

Aslında yeni dünya düzeninin patronları egemenlik kurdukları ülkeleri ara vermeksizin çıkarları doğrultusunda dizayn edip duruyorlar. En etkili silahları dünya halklarını cahil bırakmak, din afyonuyla uyutmak, medyalarını yalan haberlere açık tutmak, halkların haber alma kanallarını tıkamak… Yazık ki ülkemiz de bu ürkünç projenin uygulama alanından biri. Şimdilerde emeğin paspas edildiği, yalan dolan, kandırılma kandırmaca üzerine kurulu bir siyasetin izleyicileriyiz hep birlikte. Hak, hukuk, adalet, işsizlik ve ölümlere dek uzanan yoksulluk toplumun çoğunluğunun umurunda bile değil. Çare yine halkların kendi iradeleriyle belirlenecek diye düşünmek istiyorum direnci ve umudu kaybetmeden…

Halkına tutkulu bir aşkla bağlı büyük usta Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevinde yatarken yazdığı bir şiiri, o çok sevdiği halkına haklı sitemlerle doludur. Şimdi sırasıdır diye düşündüğüm için bu şiiri bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum:

Dünyanın En Tuhaf Mahlûku


Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi…
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telâşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat
ve sönmüş yanardağ ağzı gibi korkunçsun kardeşim.
Bir değil
Beş değil
Milyonlarcasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
hani şu derya içinde olup,
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek
ve hâlâ şarabımızı vermek için
üzüm gibi eziliyorsak,
kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama,
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!