Çok zorlu günlerden geçiyor insanlık. Kendilerini gelişmiş devletler diye tanımlayan varsıl ülkelerin doymak bilmez kazanç hırsının sonunun geldiği bir noktadayız zannediyorum. Koronavirüs, aslında insanlık için, alınabilirse elbet, çok önemli bir ders. İnsanların kapitalist sistem marifetiyle doğaya verdikleri zararın bir geri dönüşüdür bu. Bir düşünün son elli yıl içinde gezegende ne kadar kirlettik havayı, akarsuları, denizleri, ne kadar ağaç kestik, ne kadar yok ettik ormanları, kentlerimizi nasıl boğduk hava kirliliğine ve bir gün doğanın bizden intikam alacağını düşünmedik hiç. Şimdi insanlık bu dehşet verici virüsle karşı karşıyayken dünya ülkeleri ortaklaşa bir kurtuluş çaresi arıyor.

Ama bakıyorsunuz o mücadelenin yapılış tarzında bile nefret, ırkçılık kokuları eksik olmuyor.

Gelelim ülkemize, bu büyük afet karşısında bile siyasetin ikiye bölmüş olduğu bir toplum Türkiye. Bir yanıyla laik, cumhuriyetçi, bir yanıyla her kurumda dini öne çıkaran ümmet toplumu. Geldiğimiz noktada kazanç amacıyla özelleştirilen hastanelerin ne denli yetersiz kaldığını görüyoruz. Ülkenin en değerli doktorları, sağlık elemanları yine dini baskılar ve iktidar partisinin siyasi baskıları ile çalıştıkları kurumlardan, üniversitelerden ayrılmak zorunda kaldılar. Ayrılmayanlar da zaten kanun hükmünde kararnamelerle kapının önüne konuldular…

Doğrusu uzun yıllar ülkenin geçirdiği çeşitli güçlükleri görmüş, yaşamış biri olarak yine de safdilliliğim tuttu. Şöyle düşündüm artık birlik olmanın zamanı, hani eskiden, gençken ‘tasada kıvançta bir’ ulus olmakla övünürdük. Belki İktidar erki de bu büyük felaket karşısında birlik olmayı dener diye bekledim. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan hiç ayrım yapmadan halkın bütününü kucaklayan bir konuşma yapacağını umdum, ama baktım ki değişen bir şey yok. Muhaliflerine karşı hâlâ aynı nefret, aynı kin devam ediyor.

Ve halkı eve kapayan bu tehlikeli virüse karşı bir yandan mücadele sürerken bir yandan bu dehşet içinden kazanç çıkarmayı uman fırsatçılara rastlanıyor ne yazık!

Dünyanın kimi ülkelerinin başkanları, başbakanları halklarına güven dağıtmaya uğraşıyorlar. Evden çıkmayın diyorlar ama işsiz kalanların ücretlerini de ödemeyi vadediyorlar. Bizde ise hazırlanan virüsle mücadele paketi emekçileri kapsamayan, sermaye kesimine bir takım krediler tanıyan bir çalışmadan ileriye gitmiyor. Üzücü elbet. Bu ortamda ceza yasası paketi çıkarılmak isteniyor, Kanal İstanbul ihalesi ortaya atılıyor. Bu kadar tehlike arasında bu fırsatçılığa pes demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yüzlerce cezaevi tutuklu ve hükümlüsünün umutla beklediği yasa paketinden, ulaşan bilgilere bakarsanız, gene adalet duygularını yerle bir edecek sonuç çıkacak karşımıza. Yani siyasi mahkumlar, aydınlar, gazeteciler, akademisyenler içeride kalacak ama eli kanlılar, ırz düşmanları, katiller serbest kalacak. Bunu hangi vicdanla yaptıklarını sormak lazım.

Evet söylenecek o kadar çok şey var ki ama daha çok iç karartmanın da alemi yok. Eninde sonunda bu felaketi de atlatacağız. Doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın kendi sağlıklarını da riske ederek yaptıkları özverili çalışmalarla, İstanbul, Ankara Belediye Başkanlarının kimsesizleri, yoksulları ve yaşlı bireyleri hastalıktan korumak için gösterdikleri üstün gayreti de unutmamak gerekir. Üstelikte bu çalışmaları bir de iktidarın engellemelerine rağmen yaptıklarını da düşünürsek…

Yazıyı Walt Whitman’ın bir şiiri ile sonlayalım.

Düşünce: (Dilimize Memet Fuat aktarmış)

Boyun eğme düşüncesi, inanmak, bağlanmak

Şöyle uzakta durup baktığım zaman, insana inanmayanların

önderliğinde giden insan yığınlarında, bana son

derece dokunan bir şey var.