“Bunca yol yorgunluğuna bir uzanımlık yer bile yok
Ama nice Yunus’ların mezarı kaç dağda birden”
                                                                      Metin Eloğlu
 
Şiirle, yazıyla uğraş uğraşabildiğin kadar yine de kendine ait bir soluklanma alanı yaratamazsın. Yaşadığın coğrafyadaki sorunlar bırakmaz yakanı. Sabah haberlerinde; kim vurduya giderek ölenler, trafik kazasında can verenler, şiddet,töre kurbanı kadınlar, maganda kurşunu ile vurulanlar çakılıvermiştir beynine. Siyasette, sporda, medyada kavga. Sanatın hemen her dalında kıskançlıklar, dedikodular. Yazarı, müzisyeni yurt dışında ödül aldı diye neredeyse yas tutar hale gelen bir garip toplum olduk. Ağız tadıyla tartışabilme ahlakını bile yitirdik. Şöyle güneşli bir günde başımız dinç gönlümüz ferah dolaşabilmek, ıslanmak doyasıya yağmur altında, gönlümüzce kahkaha atmak, şarkı söylemek gelmiyorsa içimizden; yolda, iş yerinde sevecen bakışlar atamıyorsak insanlara, o zaman bir yerlerde bir hastalık var demektir. Böyle bir yaşantının çekiver kuyruğunu....
“Önce ekmekler bozuldu” der bir öyküsünde Oktay Akbal. Sanırım günümüzde ekmekler düzelse de siyaset terbiyesi fena halde bozuldu. Yıllardır bu ülkede demokrasicilik oyunu oynanıyor ama demokrasiyi bir türlü raya oturtamıyoruz. Ne kurumlar işliyor ne de kurallar. Bu da demokrasiyi öncelikle kafamızın içinde kabullenememiş, sindirememiş olmamızdan kaynaklanıyor. Hiçbir konu üzerinde bize belletilen resmi görüş dışında düşünce açıklayamıyor, yazamıyor, çizemiyorsak, nasıl geleceğe yaratıcı bireyler yetiştirebilir ki bu toplum. Medyanın köşe başlarını tutan patronlar, birbiri ile uzlaşmaz görüntülerini her gün gazete ve televizyonlar aracılığı ile izleyiciye sunarken, halkın güven duygularına da ihanet etmiş olmuyorlar mı? Erkek egemenliğini, şiddeti, silahı özendiren dizilerle hastalıklı bir toplum yaratanların kendi vicdanları ile de bir hesaplaşma içinde olmaları gerekmiyor mu? Silah demişken yılbaşında Taksim’de vurulan üniversite öğrencisinin yüzü hâlâ gözlerimin önünden gitmiyor. Doğuda, güneydoğuda töre adına, erkeklik raconu uğruna öldürülen kadınlarımızın görüntüleri de....
Açık söylemek gerekirse Türkiye’de kişiler arasında, bölgeler arasındaki  gelir farklılığı günbegün açılıyor. Lüks tüketim yeni sınıflar yaratıyor. Sosyal dengeler bozuluyor. Reklamların halkın bilinç altına ustaca yerleştirdiği tüketim çılgınlığı artık sosyal bir yara olarak sorunlarımız arasında yerini aldı. Anadolu’nun kentlerinde köylerinde işsizlik, yoksulluk, eğitim eksikliğine çare bulunamadı. Ama bir küçük mutlu azınlık zenginler kulübündeki ülkelerde bile görülemeyen bir lüksü yaşıyor. Gece kulüplerinde, aşiret düğünlerinde harcanan paranın ulaştığı boyutlar çılgınlık düzeyinde. Yollarımızdaki son model lüks arabaları, Fransa, Almanya, İngiltere gibi varsıl ülkelerde göremezsiniz. Bir zenginlik ki vur patlasın çal oynasın. Bunları kafamdan geçirirken benim has şairim Metin Eloğlu’yu anımsadım. Yıllar öncesinden mi görmüş geleceği, yoksa ülkede onca yıldır en küçük bir değişiklik yaşanmamış da bizler mi uyutulmuşuz? İkinci varsayım daha da ürkütücü elbette. Çünkü derin uykumuz hâlâ sürüyor. Eloğlu’nun “Türkiye’nin Adresi” şiirinden dizelerle sonlayalım:
Güze doğru İstanbul’da bir kuş öter yazları
Kuş ne, yaz niye, İstanbul nere a deli
Burası önce Türkiye, sonra Pompei’nin son günleri
Not: “Yıllar önce kaleme aldığım bir yazıdan…”