Foça’dan geldi kargo.

Açıp baktım ki; “çarşıdan aldım bir tane, eve geldin bir tane” gibi içinde neler var neler.

“(…) Yürütmenin emrindeki yasama, artık yargının yetkilerini kullanacaktı. Kendilerini demokrasi kahramanı ilan edenler, İstiklal Mahkemeleri’ne geri dönüyorlardı.”

“(…) 555 K! Yani beşinci ayın beşinci günü saat beşte toplanacaktır.”

“(…) Sovyetlere gidip hayal kırıklığına uğrayan solculara ve tam tersine çok olumlu izlenimlerle dönen sağcılara tanık olmuştu.”

“(…) Buradaki dilde karı-koca yok, ‘can yoldaşı’ vardı. Hostesin adı ‘tayyare bacısı’, hemşirenin ki de ‘tıp bacısı’ idi.”

“(…) Siyah granit üzerine işlenmiş “Rüzgara Karşı Yürüyen Adam” görüntüsü ve üstüne kazınmış Nazım imzası hepimizi duygulandırmıştı. Arkadaşları saygı duruşuna davet ettiğimde şaşıp kalmıştım. Kadınlarımızdan birkaçı Türkiye’den toprak getirmişlerdi. Ağlayarak mezara döküyorlardı. Bazı arkadaşlar da ellerini açmış Fatiha okuyordu. ”

“(…) Düşecek diye ödümüz kopuyordu. Mahkemeye dönerek çok yorulduğunu, saatin bir hayli ilerlemiş olduğunu, bu nedenle savunmasına bir sonraki celse devam etmek istediğini söyledi. Heyet kendi arasında fısıldaşıyor, biz de merakla izliyorduk. Ara kararını dinlemek üzere ayağa kalktığımızda istemin reddedildiğini hayret ve dehşetle öğrendik.”

“(…) Kararnameyi okuyan çevreye duyarlı her yurttaşın irkilmemesi olası değildi.”

Bombardımana tutulmuş gibiydim.

Sanki önüme büyük bir servet saçılmış gibiydi.

Nefesim daralıyordu her öğrendiklerim karşısında.

“(…) Sonunda bu uzun mücadeleyi başanyla tamamlamıştık. Hiç kimsenin öne çıkmaya çalışmadığı, mantıklı bir iş bölümü ile herkesin kendine verilen görevi yaptığı bir kitlenin zaferiydi bu!”

“(…) ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ diye duvarında yazan Büyük Atatürk’ün kurduğu bu müessesenin bir üyesi olarak; bir daha darbe olmamasını isteyen, çözümün askeri darbeler olmaması, demokrasi içinde ülkenin her sorununun çözülmesini isteyen….”

“(…) Savcılara suç duyurusunda bulunuyorum. On altı yaşında bir öğrencinin ‘savaşa hayır’ dedi diye haklarında dava açan ve tutuklattıran sebebi ne olursa olsun mevlit düzenleyen gazete yöneticilerini tutuklattıran, gözetim altına aldıran ve dava açan savcılar, acaba bu hukuki açıklık, tartışılmaz netlik karşısında 146. Maddeyi ihlal etmeyi açıkça anı yazarak ikrar eden suç delilleri karşısında dava açacaklar mı, açmayacaklar mı?”

“(…) 6-7 Eylül 1955 olaylarını canlı olarak yaşadım. O zaman lise birinci sınıf öğrencisiydim. Şoven unsunlar İstanbul’daki Rumların işyerlerine, evlerine girdiler, mallarını yağmaladılar.”

“(…) Başkent Ankara sözün tam anlamıyla bir sisler bulvarıydı. Göz gözü görmüyor, spekülatif haberler birbirini takip ediyordu. İktidar, asker ve basın çevrelerinde herkes gerçeği ve doğruyu bulmaya çalışıyordu. Başkentin üstünde sisli ve parçalı bulutlu bir hava egemendi.”

İnanın notları sıralamakla bitmiyor.

Her okunan satırıyla kütüphane.

Bilgi zenginliği.

*

Ereğlili hem şehrimiz Kemal Anadol’un yaşayıp tanık olduğu olaylar zincirlerinden 14 ayrı konuyu yazdığı “En Uzun Gün” isimli kitabından öğreneceklerimiz var.

İnanın, ön sözünü okuyayım diye kitabı elime aldım. Ama… Kitap bırakmadı beni. Yapıştı ellerime. Sayfaları peş peşe çevirdikçe daha çok daldım aralarına. 24 saat sonra 296 sayfalık kitabı bitirivermişim bile.

Kitabın son sayfasının ardından geriye yaslanıp düşündüğümde, en çok “Filmi Geriye Sarınca” kitabıyla etkilendiğim, “Kulağım Karadeniz’de” ile tutkuya dönüşen Kemal Anadol ‘un okuyucularından biri olma heyecanımı yeniden şarj etmenin keyfini yaşadım.

Anadol’un siyasetçi yanını beğenir veya beğenmezsiniz herkesin kendi bileceği bir iş.

Ancak, “Canlı kütüphane” Anadol’dan öğreneceğimiz o kadar çok şey var ki.

Allah sağlık versin de yazsın. Bildiklerini bizlerle paylaşmaya devam etsin de, zenginleşelim.