Zor meslektir gazetecilik, bilgi birikimi gerektirir. Merak eden, araştıran, cesaret sahibi bir kişiliğe gereksinim duyar. Kamuoyunu, günlük olayları, doğru ve nesnel biçimde aktarmak gibi ağır sorumluluk gerektirir. Evrensel gazetecilik ilkelerine uygun yapıldığında da dünyanın en onurlu mesleklerinden biridir. Yeter ki gazeteciler vicdanı elden bırakmayan, insan hak ve özgürlüklerine saygılı, tarafsızlığını yalnız ve yalnız barıştan yana kullanan bireylerden oluşsun.

Türkiye’de bu anlattıklarımız bağlamında gazetecilik yapmak hep zor olagelmiştir. Tek parti döneminden başlayarak Demokrat Parti’den günümüze uzayan süreçlerde gazetecilik, devlet erkinin ağzı ile yapılan bir meslek haline getirilmiştir.

Askeri darbeler, sıkı yönetimler, basını sansürle, hapis cezaları ile terbiye etmeye uğraşırken elbette gazetecilik heyecanını yüreğinde duyan, korkmadan sakınmadan yazan, çizen ustalarımız da çıkmıştır ortaya. Ne var ki zaman içinde bu gazeteciler faili meçhul cinayetlerle susturulmuşlardır. Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink gibi… 1909 da Hasan Fehmi cinayeti ile başlayan gazeteci cinayetleri 65 meslektaşımızı içeriyor. Şimdilerde devlet erki aleyhine yazdıkları, çizdikleri varsayılan, muhalif gazeteciler öldürülmüyor cezaevlerinde çürütülüyor. Örneğin Cumhuriyet gazetesi yazar ve çizerleri 233 gündür tecrit koşullarında hakim karşısına çıkarılmayı bekliyor. Neyle suçlandıklarını da doğru dürüst anlamadan.

Bütün bu bildiğimiz şeyleri neden yine kaleme aldım? Aldım, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın medya üzerindeki peşin yargı içeren konuşması, 50 yılı aşkın medyanın içinde olan, hukuk diploması taşıyan biri olarak beni çok üzdü. Daha ortada yargı yok ama Cumhurbaşkanı hapiste 175 gazeteci olduğunu tümünün terör örgütleri ile ilişkisi olduğunu  söylüyor.

Sahi nerede bağımsız yargı? Hukukun üstünlüğü ilkesi zaten OHAL ile birlikte iyice rafa kalktı. Bencileyin ana muhalefetin geç kalınmış ‘Adalet Yürüyüşü’ne bile iktidarın tahammülü yoksa rejimin adını da koyalım olsun bitsin.

Savcıları, hakimleri kapı kulları haline getiren iktidarın “Adalet” kavramı anlaşılıyor ki evrensel hukuk literatürüne yeni bir yorum getirmiştir. “Kendin pişir kendin ye” usulü. Bizler içerideki gazeteci arkadaşlarımız özgür kalmadıkça adaletin peşinde olacağız. Bu da böyle biline.

Güç kaleme aldığım bir yazı oldu. Okurun içini karartmak istemedim. Alışa geldiğimiz üzere yazıyı bir şiirle sonlayalım. Jacques Prevert’ten bir şiir. Can Yücel’in çevirisinden:



“ORMAN SİYASETİ”

Acımıyorsunuz bre kaz kafalılar
Paslı baltanızla körpe fidanları hep
Deviriyorsunuz da
Cifesi çıkmış ağaçları
Çürümüş köklerine
Kurumuş dallarına rahmet
Baş-tâcı ediyorsunuz yahu!
Bi de üzerlerine birer altın-yaldız levha asıp
Tarihi değerler, Milli Şahsiyetler diye yutturuyorsunuz!

Ormanın kelinde leş gibi çürük odun kokarken
Alıp başını gitmişken kuşlar
Siz kazık kakıp orda caka satıyorsunuz
Ele güne kazık atacağız diye aklınızca
Bre kaz kafalılar
Marş okuyup kaz adımı atıyorsunuz!