Basın tarihimizin sayfalarını günümüzden geçmişe doğru çevirdiğinizde gazetecilerin güçlüklerle dolu acılı serüvenlerine tanık olursunuz. Evrensel gazetecilik ilkelerine uygun yazan, çizen, eleştirel gazeteciliği savunan, okuruna gerçekleri anlatma uğraşındaki gazeteciler iktidar-sermaye ortaklığının hışmından kendilerini kurtaramamışlardır. Gazeteleri yıkılmış, yakılmış, dövülmüşler, hapse atılmış ve öldürülmüşlerdir. Ajandamda ocak ayına göz atıyorum; Metin Göktepe, Onat Kutlar, Hrant Dink, Uğur Mumcu bu ay içinde yitirdiğimiz gazeteciler, birbirini izleyen diğer ayların neredeyse hepsinde de gazeteci cinayetlerine rastlıyorsunuz. Çoğu faili meçhul kalan, bir türlü TBMM’de görüşme açılamayan dosyalar. Ortaya çıkmasından sakınılan şey nedir? Tetikçilerin kimliği mi, azmettirenlerin kimler olduğu mu? Yoksa derin devletin iş birlikçileri mi? Artık devlet de siyasi iktidarlar da yüzleşme zamanının geldiğini anlamalılar. Aksi halde gazetecilere yönelik açık ya da gizli tehditler, korkutma amaçlı saldırılar daha büyük trajedileri de beraberinde getirecek.
Bugün gelinen noktada gazetecilerin hiç mi günahı yok diye bir soru akla gelebilir. Olmaz mı? Dayanışma yetisinden yoksun, gazeteciliği siyasetle harmanlamaya meraklı, birbirini sevmeyen, amip gibi bölünen, örgütlenmeye yaka silken, sendikalaşmayı yok eden, salt siyasi iktidarların tanıdığı kimi haklara bel bağlayan gazeteci topluluğumuzun batı medyasından alacağı pek çok ders var. Arkalarında devlet desteği olmaksızın çalışma koşullarına ilişkin kendi çabaları ile elde ettikleri hiçbir kazanıma sahip değildir gazeteciler. Patronları daha çok veriyor diye sendikanın içini boşaltan, 1961’den günümüze gazetecilerin haklarını koruyan tek yasa olan 212’yi patronların oyuncağı haline getirenler de bizim meslektaşlarımız değil mi? Son söz: 10 Ocak 1961 tarihinin kıymetini bilin. Yok bayrammış, yok neden çalışan gazeteci günü imiş mavralarından vazgeçin. Yakın siyasi tarihimizi ve ille de Basın Tarihimizi özenle yeniden okuyun derim.
Yazıyı Ümit Yaşar Oğuzcan’dan bir şiirle bitiriyorum. “Yaşayanlar İçin” geçen onca yıla karşın güncelliğini koruyor. Unutmaya başladığımız insanlığımızı bir kez daha anımsatıyor…
Yaşayanlar İçin
Açlara ekmekle bir sıcak çorba
Susamışlara bir yudum su verin
Biraz serinlesin çatlak dudaklar
Dinsin kazıntısı aç midelerin
Uykusuz olana bir yatak serin
Evinizde gecelere uyusun
Ateşler yakın ki üşüyenlere
Sıcak ayakları, elleri olsun
Kimi bacaktan, kimi gözden yoksun
Bir dünya üstünde yaşamak için
Çıplakla giyimli, güzelle çirkin
Çıplağı giydirin, çirkini sevin
Ölüm kapınızı çaldığı zaman
Bir sevginiz olsun dünyada kalan.