Hafta sonunu Gülten Akın’ın şiirleriyle geçirdim desem yanlış olmaz. Neden Gülten Akın? Çünkü usta şair geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmayı şiirlerine yansıtan derin bir düşün insanıdır da ondan. Onun dizelerinde dolaşırken yakın tarihimizden iyisi ve kötüsüyle anılar geçiyor gözümün önünden. İyisine az, kötüsüne de çokça tanıklık ettiğim ve hâlâ yüreğimde yarası kapanmamış acıların tanıklığı. Pandemi günlerinden bu yana geçmişe dönük anılar belleğimde daha bir belirginlik kazanıyor. Bu durum düşünmeye, okumaya, geçmişle gelecek arasında bir bağ kurmaya çalışmakla ilgili olabilir mi? Bilemiyorum. Ama bir gerçek var ki, üzerinde yaşadığımız topraklar acıyla, gözyaşıyla yoğrulmuş. Müziğimiz ağıta dönüşmüş. Yaşanılan gerçekler ise ardı arkası kesilmeyen yalanlarla örtülmüş. Bizim tanıklığımıza kulak veren var mı? Sanmıyorum. Şimdilerde ülkemde yeni bir tarih yazılıyor. Gerçeklerden uzak, yalanlarla, saptırmalarla, nefret söylemleriyle örülü. Gelecekte bizi nasıl bir tarih bekliyor? İktidarların ikiye, üçe beşe böldüğü bir toplumda geleceğin nasıl olacağını düşünmek bile istemiyor insan.

Bütün bu içsel kaygılar arasında Gülten Akın’ın dizeleri bazen ilaç gibi gelir insana. Geçmişten söz ederken dizelerinden birinde tiyatromuzun ustalarından Ulvi Uraz’ın adını görürsünüz. Tiyatrosuna gitmiş, sahnelenmiş oyunlarını izlemişsinizdir. Bir hoşluk kaplar içinizi. Bir başka dizede 12 Mart’ın ünlü işkence evi “Ziverbey Köşkü” geçer. Bu kez de yüreğiniz kanamaya başlar yeniden. Gülten Akın’ı kıskandım hep, insana bakışını, kadınlara, çocuklara kol kanat gerişine, doğa tutkusuna, ülke toprağına olan bağlılığına ve de Türkçeyi en güzel söyleyen şairlerden biri olmasını.

Bu yazımda onun uzun bir şiirine yer vermek istiyorum. Şiir sanatının geçmişle gelecek arasında bir bağ kurabileceğini anlatır dizelerinde Gülten Akın. Usta şairin “Bağlar” şiirini birlikte okuyalım. Geçmiş ve geleceği anlamakta umarım yararı olur.

Solmamıştık daha çağla zamanlardı
siz ikiniz gelirdiniz küçük kızlar
birinizin iri mavi komik bakışları
öteki sessiz edilgen

mavi, taklidini yapardı dünyanın
dönülmez yerlerden Ulvi Uraz esintisi
abla kabuğum içine
sığdıramadığım neşe
müzik odasında kaçak dakikalar
pencerede diz boyu çayırla
arka bahçe

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

vardı bir şeyler elbette
o zaman da vardı
ama Afgan şehirleri
masal olmamıştı daha
Iraklı çocuklar, anneleri...
Irak kül, Irak yıkıntı
Ortadoğu yara dünya

Şimdi gündüz sanki yokmuş
atlayıp geçiyor gökyüzü
geceler düş düş düş
yuvarlağın bir yerinde
durmadan büyüyen kara leke
Leke haşindir, bakanı incitir
yaralar göreni
körlüğü yarattı ilkin
o yüzden medya

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Ziverbey köşküne bitişik duran
bir evdi İstanbul
güllerle çığlıklar arasında
körmüşüm, kördüm ben o zaman
güneş dışımızdan geçip gidiyordu

Sıcak yapı soğudu mu
ziyadesiyle soğur
ağız sımsıkı kapanır
göz artık göz değildir

o günlerden bu günlere
siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

Çölden toz da yağdı
üstümüze sonunda
denizler çekildi, ırmaklar soldu
toprak çürüdü

siz neyi taşıdınız
ben neyi taşıdım?

yaşlı bir şairin gösterdiği uçlar
kilise müziği, siren sesli küçük oğlan
kır menekşeleri, Halep asması
kavaklar, zeytinler, rüzgâr
hindiba toplayan çingene kızı
puhu kuşu
ağır taşlardan geçirilen su
henüz duruyorken...

bende bir gülten kaldı
hangi bağa diksem yabancı