Yazıyoruz, çiziyoruz, halkların gözünden kaçırılan gerçeklerden söz ediyoruz. Ne var ki bu çaba yeterli değil elbet. Çocuklarımıza, torunlarımıza bizden sonra gelenlere daha çağdaş bir ülkenin somut ipuçlarını bırakamıyorsak, uğraşımız boşa gider. Toplumu değiştirmek gerek. İnsan hak ve özgürlüklerine inanan, düşünceyi ifade özgürlüğüne sahip çıkan, hukukun üstünlüğünü ve adaletin eşit dağılımını sağlamanın peşinde olanlar her türlü baskıya karşın örgütlenmeyi becerebilmelidir. Aksi halde ülke tek adamlı, tek partili insan onuruna aykırı yasaklarla çevrili bir topluluk olmaktan öteye gidemeyecektir.

“İyi de çoğunluğu düşünmekten, konuşmaktan korkan, her daim devlete biat etmeyi en doğru yol sayan, din bezirgânlığının, tekkelerin, imamların kuşattığı bir ortamda mücadele vermek, bireyleri uyandırabilmek kolay mı?” diyebilirsiniz. Cumhuriyetin kazanımlarını da yaşamış ama daha sonra iktidarlar elinde Cumhuriyet kazanımlarının bir bir nasıl yitirildiğine tanık olmuş bir gazeteci olarak haklısınız diyebilirim sizlere. Ancak bu konuda haklı olmak kaybetmeyi en baştan kabullenmek anlamına geliyor. Yüreğinde devrimciliğin ateşini taşıyan soluk alıp verdiğimiz bu toprakların bağımsızlığı için canını vermiş genç, yaşlı, erkek, kadın insanlarımızı düşünün. Tam bağımsız bir demokrasinin varlığı için ne denli zor koşullarda savaşım verdiler. Demek ki, ülkenin geleceğine ipotek koymak isteyen iç ve dış güçlere karşı örgütlenmek her sınıftan aydınlık insanların görevi olmalıdır.

İçinde yaşadığımız, daha doğru bir deyimle yaşantı sürmeye çabaladığımız ülkenin acil gereksinimi örgütlenmektir. Örgütlü bir toplum iktidar yalanlarına, ekranda sabah akşam anlatılan gelişmiş ülke masallarına, siyaset erbabının yalan dolan içeren projelerine karşı çıkabilir. Din inancı özgürlüğü kisvesi altında başka inanışlara göz açtırmayan, Sünni mezhep dışında hiçbir inancı kabul etmeyen bir yönetim biçimi halkların özgürlük seslerine kulaklarını çoktan kapamıştır. İstanbul Sözleşmesi’ni yok sayanlar her yıl erkek şiddetinden can veren kadınların dökümünü neden yurttaşlarla paylaşmıyorlar? İktidar yakını gazeteler her gün ihlal edilen kadın haklarının, göçmen haklarının üzerine bir şeyler yazmayı, kamuoyuyla paylaşmayı neden düşünmüyorlar? Irkçılığın her gün biraz daha şiddetlendiği, bir siyasi partinin her eleştiriye karşı gazetecileri, siyasetçileri tehdit ettiği bir toplumda yaşamak 70’leri 80’leri yaşamış bizler için hala içimizi acıtıyor. Sanki yeniden gencecik pırıl pırıl gençlerimizin öldürüldüğü günlere dönüyoruz. Üniversiteler susturuluyor, bir bilim yuvası olmaktan çok ticarethaneye dönüşen kurumlar haline getiriliyor.

Görüldüğü üzere işimiz zor. Ama daha yaşanası bir dünya için, daha yaşanası bir ülke için mücadeleyi ömrümüz oldukça bırakmayacağız. İşçisiyle, emek insanlarıyla, solcusuyla, sosyal demokratıyla ötekileştirilen Kürtleriyle, Alevileriyle örgütleneceğiz. Ve bu güzel toprakları bataklık olmaktan kurtaracağız.

Bugünkü yazıyı da bir şiirle sonlayalım. Edip Cansever’in insan ruhunu alıp götüren dizeleriyle. “KİRLİ AĞUSTOS”

O da var olanın ağır ağır yokluğu
Şurda bir gündüz kımıldamakta
Dağılmanın beyaz organı: tuz birikintileri
Gibi bir gündüz
Kalın kabuklarını kaldırır doğa.

Düşer bir balıkçının tersi olan şey
Kirli ağustos! beni oradan oraya götüren eşya
Aklımda üç beş otel ya kalır
Ya kalmaz üç beş otel aklımda
O da değil bir otelin kendisi
Yalnızlığın kahverengi organı: düş birikintisi
Bir de kahverengi alevlerden yapılma.

Başka değil, yokluğu görmek için
Kirli ağustos! göz kapaklarımı da yaktım sonunda.