Gel vatandaş gel.

Seçime gel seçime.

1 Kasım’da seçim var yine.

Beğenmezler ise sonrası herhalde martta.

Mart’ta kar yağacak ya,

Kazmalar kürekler yakılacak ya.

Ama önce kasım.

Haziran yetmedi çünkü.

Gel vatandaş gel.

Seçime gel seçime.

 

Kimi mi seçeceğiz?

Hiç!

Kimler listeye girer ise onlara.

El/eller mecbur.

Bunun adı 'mecbur'  ama asla demokrasi değil.

Dayatma da denilebilir atama da!

“Da” var sonunda.

Her ikisi de geçerli.

 

Eskiden bu yana bir deyim vardır artistler için.

“Şöhretin yolu yönetmenin yatak odasından geçer.”

Atamalı siyasette de, milletvekilliği, belediye başkanlığı hatta ve hatta il genel veya belediye meclis üyeliği adaylığının yolu da genel merkezden geçiyor.

Genel merkez ne derse o!

Pardon pardon…

Genel Merkez kimi öper ise o!

O girer listeye.

O girince listeye, “başka çare yok” demek durumundakiler de öpülene basarlar !

Tabi ki oylarını.

Mühürle hem de.

 

Ne iyi iş değil mi.

Yönetmenin yatağındaki performansına göre şöhretin yollarını ardına kadar açıyorsun, siyasette de genel merkezin ateşli öpüşüne bıraktığında kimliğini, milletvekili oluyorsun be.

Ne kolay iş.

İş iş.

O biçim iş…

Öf ya.

Yaşamın garanti.

Bir dönem yetiyor sonra.

Ömür boyu milletvekili emekli maaşı.

Oh oh!

Kim vermez bu fırsatı.

Hem ne demiş atalar (atalara mal edilmiş bir söz ya neyse) bir kereden bir şey olmaz diye.

 

**

 

Hepsi birbirinin aynı.

Yoktur ki birbirlerinden farkları.

Kimi sağ diyor kimi sol.

Kimisi din diyor kimisi de milliyetçilik.

Diğerlerini hiç sayma.

Dört taraftar parsellenmiş siyaset.

Ama…

Tümü de öpme meraklısı.

Öpecekler ki, ön açılacak.

Ön derken tabi ki gelecek.

Geleceğin şatafatı.

Ama artistlikte ama ötekilerde.

Her yerde bir öpüş veya öpülmek var.

Alan da razı veren de.

Ancak arada asıl düzen düzdüğü ise halk.

Vatandaş.

Ben, sen, o.

Onlar, bunlar şunlar ise iş peşinde.

Onlar işi biliyor.

Bildikleri için de emek vermeden işe gitmeden işi bitiriyor.

Bir kerecik yetiyor nasılsa.