Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, ülkenin anbean değişen gündemine ayak uydurabilmemiz mümkün olmuyor. Giderek totaliter yüzünü daha çok gösteren iktidar gerek muhaliflerinden gerek gazeteci ve yazarlardan asla eleştiri kabul etmiyor. Yalnızca Cumhurbaşkanına ve genel başkanlığını yürüttüğü partisinin doğrularına inanılsın isteniyor. Onların söylediklerinin dışında kimsenin ses çıkartmaması, söylenenleri eleştiriye yeltenilmemesi isteniyor. Cezalar, tehditler yağıyor bu duruma karşı çıkanların başına.

Nicedir ki bu ülke korku iklimine alıştı. Polis devletinin zorba gücüne de. Düşünceyi ifade özgürlüğü, yazı-çizi suç sayıldığı içindir ki yurdumun insanına sadece şikayet etmek kalıyor. Yolda, çarşıda, siyasi parti toplantılarında kiminle konuşsanız herkes durumdan şikayetçi. Aslında iktidar çevresi de şikayetçi. Hayat pahalılığından, enflasyondan, paranın değerinin pula dönüşmesinden, ülkeyi sarıp sarmalayan bunalımdan, polis şiddetinden, adaletin eşit dağıtılmamasından, kadına yönelik şiddetten, eğitim sisteminden yakınıp duruyor insanlar. Bu dünyada çekilen sıkıntıların aslında insanlık için bir sınama olduğu, sabırla yoksulluğa dayananların öbür dünyada ödüllendirilecekleri dini siyasete alet edenlerin dillerinden düşmüyor sıklıkla. Belki de bu yüzden insanlarımız ölümü bile kanıksamaya başladılar. Baksanıza Covid salgınını bile umursamaz hale geldiler. Şimdilerde hemen her gün 200 dolayında yurttaşımız ölüyor kimin umurunda. Öyle ya, sürüye saydılar bizi.

Peki, bu sıkıntıları nasıl aşacağız? Seçim bir çözüm mü? İktidar öyle görülüyor ki, dibe vurdukça daha da sertleşiyor. İktidara kendini adamış troller sosyal medyada yeni suçlar, yeni suçlular üretmenin peşinde. Eskiden her taşın altında bir komünistlik aranırdı ülkemde. Günümüzde her taşın altında bir terörist yaratılıyor. Hukukun temel ilkeleri askıya alındığından, somut kanıt falan da aranmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını dikkate almayan mahkemelerimizin elbette bu tür suçlamaları titizlikle gözden geçirmeleri beklenemez.

Sabahattin Ali zor günlerinde yazdığı bir güzelim şiirinde yine de umut dağıtmaya devam etmiştir. Yazımın başlığını o şiirden aldım. Çünkü ben de Sabahattin Ali gibi düşünüyorum: “Görecek Günler Var Daha.” Doğrusu her şeye kadir iktidarımızın Sezen Aksu’yla, Sedef Kabaş’la gündem yapacak hale gelmesi düşündürücü. Baskıyı ne denli artırırsanız bumerang gibi size dönmesini engelleyemezsiniz. Demokrasinin olmadığı, anayasanın uygulanmadığı, hatta Meclis çalışmalarının işlevsiz kaldığı bir ortamda Cumhur İttifakı tehditlerle, şiddetle yeni suçlar yaratmakla ayakta kalamaz, bu kesin. Peki, Türkiye’de parlamenter demokrasinin yeniden kurulabilmesi için yurttaşlar ne yapmalı; kanımca ilk yapacakları şey iktidarı sandığa gitmeye zorlamak olmalı. İktidarın baskın seçim taktiklerine hazırlıklı olmalı. Emekçinin, dar gelirlinin, işçinin, memurun temsil edildiği siyasi partilerle iş birliği yapmalı. Yani yurttaş elini taşın altına sokmalı. Kısır ittifak pazarlıkları ile seçim kazanmanın mümkün olmadığının ayırdına varmalı. Görüldüğü gibi ülkenin geleceğini kurmak için halkımızın da büyük çaba göstermesi gerekiyor. Ve tabii iyimserliği, güler yüzlülüğü, hoşgörülü olmayı da unutmamalıyız. Gerçekten görecek çok güzel, çok aydınlık günlerimiz var. Kavuşmak için sadece inanmak ve bu yolda el birliği ile çaba göstermek gerekiyor.

Sıkça yinelerim benim has şairlerimden biridir Gülten Akın döner döner okurum şiirlerini. Düz yazılarını da. 23 Ocak Gülten Akın’ın yaş günüydü. Bu yazıyı da Gülten Akın’ın bir şiiriyle sonlayayım istedim. İyi ki hayatımıza dokundun Sevgili Gülten Akın.

GÜLERKEN YÜZÜN

Gülerken yüzün

Dem çeken bir güvercinin sesini

İçin için büyüyen çimenleri

Baharda lunaparkı bayram yerini

Ve alışkanlıklar dışında her şeyi

Gülerken yüzün

Aşıyor geçmişin acılarını

Kendini yarına değiştiriyor

Gülerken yüzün

Sanki çarmıhını kırmışsın

Senin ve ardından geleceklerin

Aylası alnına düşmüş gecenin

Oturmuş ağlıyor kendisi

Bunu öyle candan öyle yürekten

Öyle bir tutkuyla istiyorum ki

Aklımda hep öyle kalmalısın.