İtalo Calvino’nun “Görünmez Kentler” kitabını bir kez daha okudum hafta sonu ve yeniden doyumsuz tatlar aldım. Çağdaş İtalyan yazınının bu büyük ustası, insan ile nesne arasındaki yaşam kavgasını bu başyapıtında şiirsel bir dille sunar okura. Venedikli Gezgin Marco Polo ve tüm ağırlığı ile dünyanın ve insanlığın üzerine çökmüş bir imparatorluğun başındaki Kubilay Han’ın; görünürde kentleri konu aldıkları, aslında insanı, doğayı, iktidarı sorgulayan konuşmalarından oluşur kitaptaki metinler... 
Marco Polo’nun yolculuklarında gördüğü kentleri Kubilay Han’a anlatırken düşsel bir dünya kurar. Büyülü gizemli kentlerdir bunlar. Kubilay Han bu düşsel kentlere inanmasa da ilgiyle dinler Marco Polo’yu. Anlatılanlarda, tanıyabilmesi olanaksız uçsuz bucaksız imparatorluğunun hem gururunu hem de bir gün böylesi parıltılı, görkemli yaşamı  yitirecek olmanın sonsuz hüznünü derinden duyar...
“Görünmez Kentler” insanı, yaşadığımız evreni, içsel dünyamızı irdelemeye, sorgulamaya itiyor okuru. Okurdan da katkı bekliyor bir bakıma. Yapıtı dilimize Işıl Saatçioğlu İtalyanca aslından çevirmiş. Özenli, keyifle okunan bir metin. Çevirmenin yapıtın  sonuna eklediği İtalo Calvino ve Görünmez Kentler üzerine bizlere aktardığı bilgilendirici çalışması da önemli bir kaynak. Düşünmeyi seven, kolaycılıktan kaçan okur için kitaplıklarında bulundurmaları gerekli bir başyapıt “Görünmez Kentler”. Özellikle Borges severler daha da yakın bulacaklar bu yapıtı kendilerine...
“Görünmez Kentler”de Calvino belirli bir kurgu üzerine oturtmuş yapıtını. Marco Polo’nun anlattığı kentler ayrı bir sıra izlerken, Marco Polo ile Kubilay Han’ın felsefi içerikli söyleşileri yine ayrı bir biçimde şiirsel metinler olarak sunuluyor okura. Kentlerle bağlantısı yokmuş gibi görünen bu metinler aslında kentlerle bir bütünlük oluşturuyorlar. Kitaptan sizlere alıntılamak istediğim pek çok bölüm var. Biri ile yetinelim:
“Marco Polo, tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
-Peki köprüyü taşıyan taş hangisi? diye sorar Kubilay Han.
-Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavisi, der Marco.
Kubilay Han sessiz kalır bir süre, düşünür. Sonra ekler:
-Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var o da kemer.
Marco cevap verir:
-Taşlar yoksa kemer de yoktur.”
Yazımı alıştığımız üzere bir şiirle bitirmek istiyorum. Cahit Sıtkı’dan dizeler...
Şehir
Ve şehir sabah akşam bu gürültüdür 
Baksan minareler, kuleler görünür 
Minyatür bir gök ve serseri bulutlar,
Bacalar tütmekte yakından, uzaktan 
Kuşlar saçaklarda mahzun kanat çırpar,
Usanmış durur damlar göğe bakmaktan.
Ve kış yaz demeden ve Tanrının günü 
Benimsemişler şehrin gürültüsünü 
Giderler gelirler bu kaldırımlarda 
Gül benizli toklar, saz benizli açlar.
Ne alışveriştir gel gör bu pazarda;
Ne çeker apartmanlardan ağaçlar!
NOT: Bu yazı 01.01.2002 tarihinde yayımlanmıştır.