Evet, barış ve harekât zamanlarında görüş açıklamak tehlikelidir.

Çünkü ifade özgürlüğü tehlike altındadır. Barış, savaş, silahlı çatışma, harekât üzerine çok şey yazılabilir, ama tehlikelidir! Savaş derseniz de barış derseniz de…

Savaşın hukuku var mıdır? Savaş hukuku; savaşan devletlerin kendi aralarındaki ve diğer devletlerle aralarındaki hukuksal etkilerini ele alan silahlı çatışma kurallarının bütünüdür. (Geniş bilgi için Tezcan, Erdem, Önok. Uluslararası Ceza Hukuku. Seçkin. 2009. sf 565 ve diğerleri)

O halde silahlı harekatın hukuku yoktur mu demeliyiz? Tehlikelidir…

Ulusalüstü hukuk savaş yerine artık “silahlı çatışma” terimini kullanıyor.

Savaş hukuku insanı koruyabilir mi? Bu soruya evet demek acaba tehlikeli midir?

Savaşta insanı koruyan hukuk; insancıl hukuk olarak bilinir. 1949 Cenevre Sözleşmelerinin kabulünden sonra “silahlı çatışmalara” ilişkin uluslararası kurallar yanında bireylerin korunması için uluslararası insancıl hukuk ortaya çıkmıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 12 Kasım 1984 tarihli ve 39/41 sayılı kararıyla onaylanan "Halkların Barış Hakkına dair Bildiri"sine göre; Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı'nda belirtilen temel hukuk prensiplerini akılda tutarak, savaşsız bir dünyanın, ülkelerin maddi anlamda ilerlemeleri ve gelişmeleri ile Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen insan haklarının ve temel özgürlüklerin uygulanması için öncelikli bir uluslararası önkoşul olduğuna kanaat getirmişlerdir.

Bu kanaatleri kimler ve neden yıprattı ve acaba çok mu gerilerde kaldı?

5 Kasım 1988 tarihinde Genel Kurul tarafından kabul edilen "Uluslararası Barış ve Güvenliği Tehdit Edebilecek Uyuşmazlık ve Durumların Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılmasına ve Birleşmiş Milletlerin Bu Alandaki Rolüne İlişkin Deklarasyon" çok mu eski?

Galiba devletlerin imzaları eskidi ve devletlerin bizzat kendileri imzalarını çok yıprattı…

Çatışma ve kriz ortamları ve savaş hali hakkındaki haberler medyada birinci haberdir. Gazeteciler savaş, çatışma veya kriz ortamlarındaki haberleri nasıl vermelidir sorusunun yanıtı kuşkusuz barış ve savaş zamanına ve devletlere göre değişkenlik gösterir.

Gazetecilerin ekrana çıkardığı emekliler, emekli askerler, bilgisi olanlar, olmayanlar, strateji uzmanları, kendilerini uzman zannedenler, hukukçular, kendini hukukçu sananlar, dış politikacılar, savaş sevenler, ekran heveslileri, gazeteciler, uluslararası ilişkilere bakanlar, bakmayanlar, diplomatlar, diplomat olmayanla, elçilerin büyükleri ve küçükleri, sivil toplum kuruluşları yöneticileri ve diğerleri ve her şeyi bilenler ve hiçbir şey bilmeyenler… Meğer ne çok şey bilirlermiş ve hepsi de harekât zamanı kollarlarmış meğerse!

Hepsi "uzman" olarak haberlerde, televizyon ekranlarında çatışma ve/veya savaş veya harekât "stratejileri" hakkındaki “görüşlerini” birbirleriyle savaşıyorlarmış gibi sürdürüyorlar, seyrediyoruz…

Bu hal ve durum tehlikelidir; şimdilik yargının biriktirdiği anlaşılan bu görüşler daha sonra görüş sahipleri hakkında ceza davasına dönüşebilir.

Naklen savaş yayınının canlı yorumlayıcılarının herhalde hiçbirisinin aklına barış gelmiyor ve görüşleri olağan karşılanıyor. Kimse yadırgamıyor ve gazeteciler için olağan haberler oluyor bütün bunlar…Tehlikeli değil ve çatışma haberlerini vermeyi sürdürüyorlar ve sürdürecekleri anlaşıyor! Çünkü tehlikesiz…

Medya hakkında çok yazıldı, çok soruldu…

Acaba kriz zamanlarında veya çatışma hallerinde medyanın tutumu ne olmalıdır?

“Kitle İletişim Araçlarının, Barış ve Uluslararası Anlayışın Güçlendirilmesine, İnsan Haklarının Yaygınlaştırılmasına ve Irkçılık, Irk Ayırımı ve Savaş Kışkırtıcılığına Karşı Çıkılmasına Katkısına İlişkin Temel İlkeler Bildirgesi(Kasım 1978) Madde 1’de barışın ve uluslararası anlayışın güçlendirilmesi temel amaç olarak kabul edilmiştir. İkinci maddeye göre; “İnsan hakları ve temel özgürlüklerin ayrılmaz bir parçası olduğu kabul edilen, düşünce, düşündüğünü açıklama ve bilgi edinme özgürlüğünün kullanılması, barışın ve uluslararası anlayışın güçlendirilmesinde çok önemli bir öğedir.”

Kitle İletişim Politikası 7. Avrupa Bakanlar Konferansı’nda (Kiev 10-11 Mart 2005) devlet temsilcileri, gazeteciler hep birlikte çatışma ortamlarında haberlerini güvenle verebilmeleri ve güvenlikleri için çatışmalar sırasında gazetecilerin nasıl korunacağı hakkında eylem planları kabul edildi. Türkiye’nin önemli katkıları olan bu konferansta kabul edilen “Kriz Zamanlarında İfade ve Haber Alma Özgürlüğü” hakkındaki Bildirgelerinin 1 Numaralı Kararına göre özellikle ifade özgürlüğü ve gazeteciler çatışma zamanlarında ve kriz ortamlarında daha çok korunmalıydı.

Çok daha eski yıllara gidelim, 1980’lerden kalma bir başka belgeye, UNESCO’nun “İletişim ve Toplum - Bu gün ve Yarın” adıyla yayınlanan Macbridge Raporu’na bakalım. Çatışmalı ortamlarda ve kriz zamanlarında gazetecileri beş ayrı kategoride değerlendirdi bu Rapor…

Birinci kategoride olan gazeteciler görevlerini sadece enforme etmek, “ham” haber vermek olarak görenlerdir. O nedenle yaptıkları işi ve sonuçlarını savaş ya da barış açısından değerlendirmeyi düşünmezler, buna gerek dahi görmezler.

İkinci kategoridekiler; karşılaşılan sorun ne olursa olsun, mesleklerinin kendilerinden tam bir tarafsızlık beklediğine inanan gazetecilerdir.

Üçüncü kategoride bulunan gazeteciler ise kitle iletişim araçlarının amaç ve görevini toplamsal uyumu geliştirmenin aracı varsayarlar. Kendilerini her türlü şiddete karşı çıkmakla yükümlü kabul etmişlerdir. Barışın hizmetinde olmayı görev sayarlar. Başka bir otoritenin değerlendirmesi, yorumları ve kararları bu bakış açısı içinde eleştirilir veya kınanır. Bunun dışında kendilerini sürekli ve her zaman bu bakış açısı içinde görevli saydıklarından yazılarında ve görüşlerinde sert tavır takınırlar.

Başka bir kategori ise; görevlerinin o anda işbaşında bulunan hükümeti desteklemek olduğuna inandığı için, savaş ve barışı kamuoyuna aktarmak hususunda kitle iletişim araçlarının önemini bu görevle sınırlar, bu görev bilinci ile hareket etmeyi ödev sayar. Amaç hükümetlerin desteklenmesidir. Hükümetler savaş gerekli derse, savaş gereklidir. Aksi halde ise barış gereklidir.

Beşinci kategoride ise; barışın bir hayli tehlikede olduğu gerçeğini göz önünde tutarak kamuoyunu tüm olasılık ve sonuçlara hazırlamayı uygun görürler.

Bu kategorilere girmeyen daha özel bir kategoride ise, uluslararası gerilim ve bunalım dönemlerinde kendilerini hemen barışa hizmet içinde bulan ve bu çok önemli görevleri nedeniyle de çok ağır sorumluluklar yüklenmeye hazır olan özel muhabirler vardır.

Türkiye’de daha özel kategori içinde yer alan “özel muhabir” yok herhalde…Bu kategoriler içinde en çok hangisinin revaçta olduğunu söylemeye de…

Herkes ve gazeteciler kategorilerini kendileri belirlesin…Zaten savaş ve barış zamanlarında öyle olur, kendiliğinden değil; bilinçli bir seçimle yerinizi alırsınız. Bu herkesin kendisiyle savaşı ve kendisiyle olan barışıdır.

Gazetecilerin işi gazeteciliktir. Rahatsız etse bile kamuoyunu tüm olay ve gerçeklerden haberdar etmektir. Silahlı çatışma varsa ve gerçekse; barıştan söz etmek suç sayılamaz.

Hukuku ve adaleti perişan edenlerin kendi hukuka ayrılıkları, yargıya güvensizlikleri ve yarattıkları adaletsizliklerini yargı reformu adıyla açıkladıkları stratejileri malumumuzdur. Kendi kurdukları düzene uygun düşünmeyenleri cezalandırma siyasetleri vazgeçmedikleri hukuk anlayışlarıdır. Barışta, savaşta, silahlı çatışmalarda, kriz zamanlarında, olağan ve olağanüstü dönemlerde her ne sebep ve maksatla olursa olsun düzene uygun düşünmeyenleri düşüncelerinden dolayı cezalandırma zihniyetleri; kendi getirdikleri yargı reformu stratejisine dahi inanmalarına manidir. O yüzden istedikleri kadar yargı reformunun ve kanun çıkarmanın hiç bir mahsuru yoktur, uygulanmayacak olduktan sonra!

Yargı reformu diye bir şeyler yapılırken herkesin görüş edinme hakkı ve açıklama olduğu gerçeğini gözetirler diyelim ve iyimserliğimizi koruyalım. Çünkü tüm insanlığın barışta üstün çıkarı vardır ve her türlü siyasal çıkarların üzerindedir.

Buna karşın Türkiye’de görüş edinmek ve açıklamak hakkı tüm zamanlarda tehlikelidir.

İfade özgürlüğünün tehlike altında bulunduğu gerçeği; yaşadıklarımız kadar gerçektir.