Her sabah yaşanıyordu bu sahne: Ben giyinip çıkmak üzereyken önce suratı asılıyor, dudakları büzülüyor ve ağlamaya başlıyordu. Kapı eşiğinde çığlıklar atarak ellerini bana doğru uzatıyor, kucağıma gelmek ve benimle olmak istiyordu. Son bir kez sevgiyle bakıyordum yaşlı gözlerine ve kendimi kaçarcasına dışarı atıyordum içim ezile ezile. Sonra yolda o sözler takılıyordu aklıma: Sizin hiç babanız yandı mı? Hiç evladınız öldü mü?
Gözlerimi kapayıp o Temmuz ayına gidiyordum. Ateşin kızgın alevlerinde yanıyor, dumanında boğuluyordum. Yangının öbür ucunda bekliyordu küçük oğlum. Yanıyordu ömrüm, yaşama dair ne varsa kül olup gidiyordu geride gözyaşlarını bırakarak.

*       *      *

Her ulusun tarihinde iyi ya da kötü bir dönüm noktası oluşturan, asla unutulmaması gereken olaylar vardır ve ölçütü uygarlık olan, ileriye dönük gelişme olan toplumlar için bu olaylar değişimin, yeniden yapılanmanın itici gücüdür. Ülkemiz coğrafyasında toplumsal kimliğimizin övünç kaynağı olan Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan ayrık olarak gelişen ve yakın tarihimizde yer alan darbeler, ihtilaller, muhtıralar, sosyal oluşumlar ve sancılar yaşanılan doğal sürecin dönüm noktaları olarak tartışılıp irdelenirken; 2 Temmuz 1993 tarihinde gerçekleşen Sivas Madımak Oteli Katliamının da, bu çerçevede, bütün siyasal ve sosyal boyutlarıyla değerlendirmek zorunda olduğumuz bir başka dönüm noktası olduğu gerçeğini görmeliyiz artık.

Pir Sultan Abdal Derneği tarafından düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında gelişen olayların ardından ortaya çıkan tablonun bu denli ağır olacağını belki hiç kimse tahmin edemedi. Cuma namazı çıkışında toplanan ve şeytan Aziz Nesin, Sivas Aziz'e mezar olacak,cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak sloganlarıyla 4 Eylül Kongre Merkezinin camlarını indiren,  Pir Sultan ve Atatürk heykellerini kıran  ve kısa sürede sayısı 10-15 binlere ulaşan topluluk belediye başkanı Temel Karamollaoğlu'nun sakin olun uyarılarına kulak asmadan, eyleminin en can alıcı aşamasında otel yangınını başlattı. Eylemin tarihe katliam olarak geçen sonucu tüyler ürperticiydi: Aralarında pek çok sanatçı, gazeteci, şair, yazar, araştırmacının da bulunduğu 33 masum katılımcı yanarak veya dumandan boğularak yaşamını yitirdi…Muhlis Akarsu, Metin Altıok, Behçet Aysan, Asım Bezirci, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Uğur Kaynar ve daha nice can o günün hem sessiz tanıkları, hem de kurbanları olarak acılı yüreklerin belleğine gömüldüler.

Başlayan yargı sürecinde yaşananlar da ayrı bir üzüntü kaynağıydı sevdiklerini yitirenler için. Adaletin yerini bulmayacağı, bu katliamın üzerine perde çekilip unutturulmaya çalışılacağı, saptırılacağı bilinen bir gerçekti. 21 Ekim 1993 de ilk duruşması yapılan davanın, 13 Mart 2012 tarihinde, zaman aşımından düşmesine değin geçen zamanda yaşananlar siyasi boyutun çirkin ve iç burkan yüzünü bütün çıplaklığıyla sergilerken, katliamda yaşamını yitiren şair Metin Altıok'un kızı Zeynep Altıok  valiliğin Madımak Otel önünde anma etkinliğine izin vermeyeceğini açıklaması üzerine 2011 de kaleme aldığı yazıda Sizin hiç babanız yandı mı? Hiç evladınız öldü mü? Siz kimi o otelden uzak tuttuğunuzun farkında mısınız? Oradan uzak tutamadıklarınızı adaletten uzak tutmayı pekâla biliyorsunuz. diyerek acısını ve isyanını haykırdı. Ve babasının ağzından son sözünü söyledi:
"Bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar.
Ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;
İçimde cesetler ve daha ölmemişler var."

Yitirdiklerimizin acısını bir yana koyup nedenler ve niçinler üzerine düşünmeye başladığımızda, sorumluların bulunmasını ve yaptıklarının bedelini ödemesini isteriz doğal olarak. Gidenleri geri getirmese de; insan haklarının, düşünce özgürlüğünün sosyal devletin kanatları altında ve güven içinde olduğunun duyumsatılması adına; toplumsal vicdanın kanatılmadan rahatlatılması adına adalet mekanizması bunu gerçekleştirmeliydi. Ancak sanıklarını avukatlığını üstlenen Refahyol iktidarının adalet bakanı Şevket Kazan'ın, bakanlığı sırasında, sanıkları hapiste ziyaret etme sorumsuzluğunu gözümüzün içine baka baka sergilediğini düşünürsek,  adaleti beklemenin saflık olduğunu kabul etmek zorundayız.
Katliam sanıklarının avukatlarından sekizinin AKP de milletvekili, ikisinin eski bakan, 26 tanesinin ise AKP de çeşitli görevlerde bulunduğunu bilmesek; CHP 'nin Sivas katliamı sanıklarının zaman aşımına uğramaması için verdiği yasa önerisinin meclis gündemine alınmasının AKP oyları ile reddedildiğini görmesek; Meclis İnsan Hakları Komisyonunun AKP'li üyesi Oya Eronat'ın sanıkların avukatı gibi davranıp olayların sorumlusu olarak Aziz Nesin'i göstermesini duymasak  belki biz de inanırdık bugünkü AKP iktidarının AB destekli özgürlükçü, insan haklarına saygılı, anti-militarist, tabuları yıkan, demokratik, geçmişin yanlışlarını sorgulayan, cesur kimliğine. CHP genel başkan yardımcısı Erdoğan Toprak'ın da dile getirdiği gibi sadece bir tek gerçek vardır bugün:
Sivas hala yanıyor ve AKP bu yangını körüklemeye devam ediyor..

*  *  *
Eve döndüğümde, içimdekileri bir şekilde yazıya dökmüş olmanın rahatlığını yaşıyordum. Karşımda gülümseyerek bakan oğlumun elinden tuttum, balkona çıktık. Başını göğsüme dayadı, karşı tepelerde bize uzak duran köylere bakıyorduk. Parmağıyla anız yakılan tarlalardaki yükselen dumanları gösterdi, soran gözlerle bekliyordu tepkimi.  Aklımda hep o soru: Sizin babanız hiç yandı mı?

Değdirir değdirmez kanatlarını yüzüme
senin kaşlarında yuva kurmuş sorular
hadi gel bir yangın öksüzlüğünün ardından
kalan külü bile tanımayan çocuklara
nasıl anlatırızı konuşalım susmak yerine

(Şiir:Temmuz İçin Yaralı Semah / Kemal Özer)
Okan Copkıran