I. BİREYSEL SİLAHLANMA

  1. Genel Olarak

Silah taşımayı bir yaşam biçimi ve erkeklik simgesi olarak kabul eden insanların suça yönelme ihtimalleri daha yüksektir. Gerçekten de, psikolojik olarak silahlı kişilerin kendilerini daha güçlü ve güvenli hissetmeleri nedeniyle, çoğu kez alkolün de etkisiyle silahın kullanılması söz konusu olmaktadır. Çünkü, duygularını, heyecanlarını ve öfkesini kontrol edemeyen insanların elindeki silah, bir ölüm makinesi haline gelmekte; çoğu kez , basit bir tartışma nedeniyle en sevdiği kişilerin bile ölümüne neden olmaktadır.

Silah bulundurmanın kendisinin suç olması yanında, silahın genellikle diğer suçları işlemede araç olarak kullanılması nedeniyle, silahlanmanın önlenmesinin suçluluğun önlenmesi bakımından önemi büyüktür. Gerçekten de, silah vasıtasıyla işlenen insan öldürme, yaralama, yağma ve cinsel suçların, silahlanmanın sosyal olarak kontrol edilmesi halinde, büyük oranda azalacağı bir gerçektir.

2. BİREYSEL SİLAHSIZLANMANIN SUÇUN ÖNLENMESİ AÇISINDAN ÖNEMİ

Suç politikasının bir temel problemi, suçluluktan korunmadır. Bu gayret açıkça iki temel kabulden hareket eder: Bir kere, her toplumda suçlulukta kaçınılamaz bir kısmın olmakla birlikte, bunun sayısı azaltılabilir; ikincisi ise, suçluluğun belirli görünüş şekillerinin azaltılması veya hatta tamamen önlenmesi mümkündür.

3. SİLAHLANMAYA KARŞI MÜCADELE YOLLARI

A) GENEL OLARAK

Silahlanmaya karşı mücadele bakımından silahlanma nedenlerini öncelikle ortadan kaldırmak gereklidir. Bu bakımdan merak, örf ve adet, suç korkusu gibi nedenlerin kaldırılması veya en azından azaltılması gereklidir. Bir defa, silah bulundurmaya yönelik geleneksel eğilimin yok edilmesi bakımından başta okullar ve silahlı kuvvetlerde olmak üzere medya vasıtasıyla yapılacak eğitici faaliyet ve programların büyük önemi vardır. Buna, silah ruhsatı alabilmenin güçleştirilmesi yanında, kanunların etkin ve çabuk bir şekilde uygulanması suretiyle adalet sistemine olan inancın kuvvetlendirilmesini de eklemek gerekir[1].

Özellikle belirtmek gerekir ki, düğün, asker uğurlama ve maç sonrası yapılan kutlama atışlarının önlenmesinde idarenin büyük sorumluluğu vardır. İdare bu tür atışları önlemek ve bireylerin yaşam ve vücut dokunulmazlıklarını korumakla yükümlüdür. Bu bakımdan valilik ve kaymakamlıklar yetki alanlarında silahla yapılan kutlama atışlarını önlemek için gerekli tedbirleri emirlerindeki kolluk güçleri vasıtasıyla almak zorundadırlar. Bu görevi yerine getirmeyen kamu görevlileri görevi kötüye kullanma suçundan sorumludurlar(TCK m.257). Ayrıca, devletin düğünlerde silah atılması halinde düğüne izin verilmeyeceği konusunda kararlı bir tutum izlenmesi halinde, bu tür olayların önüne büyük ölçüde geçilecektir. Bu, kolluk(polis-jandarma) yetkililerinin düğün sahiplerinden “taahhütname” almaları ve silah kullanmayı redden afişler asılması şeklinde gerçekleşebilir.

Burada silah bulundurmaya yönelik geleneksel eğilimin yok edilmesinde eğitimin etkisi büyüktür. Gerçekten de, başta okullar ve silahlı kuvvetlerde olmak üzere basın, radyo ve televizyon vasıtasıyla yapılacak eğitici faaliyet ve programların büyük önemi vardır. Bunun için çocukları şiddete ve silaha özendiren çizgi filmler ile oyuncakların kontrolüne ilişkin tedbirler de mutlaka alınmalıdır. Ayrıca sivil toplum örgütlerine de sorumluluk düşmektedir. Türkiye’de bireysel silahsızlanmayı ilk defa kamuoyunun gündemine getiren ve bu konuda kurulduğu 1993 yılından itibaren ciddi çalışmalar yürüten Umut Vakfı’nı özellikle örnek almak gerekir.

B) RUHSATSIZ AV TÜFEĞİ-POMPALI SİLÂH SORUNU

Pompalı tüfeklerin, internetten, ikinci el eşya satışı yapılan sitelerden ve sosyal medyadan, yaş, sabıka vb. hiçbir sorgulama yapılmadan, rahatlıkla 300-400 liradan başlayan fiyatlarla alınabilmesi ne yazık ki son yılların en önemli sorunlardan birisidir. Gerçekten de ruhsatsız tabanca taşıyan kişi 6136 Sayılı Kanun’un 13. maddesi gereğince 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilmekte; silah veya mermilerin sayı veya nitelik bakımından otomatik tabanca vb. gibi vahim olması halinde ise, bu ceza 8 yıla kadar çıkabilmektedir. 6136 sayılı Kanundaki bu cezalar caydırıcı olurken, ruhsatsız av tüfeği ya da pompalı tüfekle yakalanan kişilerin ve onlara bu silahları sorumsuzca hiçbir belge talep edilmeden satanların, 2521 sayılı Avda ve Sporda Kullanılan Tüfekler, Nişan Tabancaları ve Av Bıçaklarının Yapımı, Alımı Satımı ve Bulundurulmasına Dair Kanun kapsamında, yalnızca idari para cezası alması; caydırıcı olmamaktadır. Bu nedenle, birçok suçta bu tüfekler kullanılmaktadır; çünkü bu silahlara çok kolaylıkla ve ucuz bir şekilde ulaşabilmektedir.

Umut Vakfının Silahlı Şiddet Haritası verilerine göre, 2018 yılında yaşanan 3 bin 679 bireysel silahlı olayda, 2 bin 279 kişi öldürülüp, birçoğu ağır olmak üzere 3 bin 762 kişinin de yaralandığını olayların yüzde 80’inde ateşli silahların kullanıldığını görülmektedir. Bu suçların % 40’nın ise tüfeklerle işlendiği görülmektedir.

Bireysel silahlanmanın en önemli nedenlerinden olan bu durumun önüne geçilmesi için, 2521 sayılı Kanun m.13/1’de ki. “Mülkiyeti kendisine ait olup olmadığına bakılmaksızın; yivsiz tüfek ruhsatnamesi olmadan yivsiz tüfek bulunduran, satışına aracılık eden, taşıyan veya nakleden gerçek veya tüzel kişilere her tüfek için beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir” hükmünün, 6136 Sayılı Kanun m. 13’de öngörülen hapis ve adli para cezaları aynen alınarak yeniden düzenlenmesi zorunludur. Ancak bu şekilde, kamu düzeni ve insanların can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından ruhsatsız pompalı ve av tüfeklerine hapis cezası ön görülmesiyle caydırıcılık artacaktır.

II. ŞİDDET KAVRAMI

Bireysel şiddet, failin diğer bir kişinin fiziki ve manevi bütünlüğüne zarar verme amacına yönelik duygusal dışa vurma fiilidir; bu fiil, bazen gruplardan da kaynaklanır. Şiddet, bazen belirli bir amaca yönelen bir vasıta iken, bazen rastgele oluşan ve faillerin bireysel doyum sağlaması dışında bir özellik taşımayan, fiiller serisidir. Bu bakımdan şiddet fiilleri, aniden oluştuğu gibi, bir hazırlık sonucu da ortaya çıkabilirler.

Son yıllarda büyük artış gösteren şiddet-terör olgusu ile suçluluk dünyada yeni bir görünüm kazanmaktadır. Şiddet suçlarına özellikle nüfusun yoğun olduğu büyük şehirlerde rastlanmakta olup, şehrin büyüklüğü oranında bu suçlarda artış görülmektedir.

Şiddetin kökeni toplumun kendinde ve onun değişik gruplarında aranmalıdır. Şiddet, genellikle olumsuz değerlendirilir ve reddedilir. Daima büyük olan problem bilincine ve devletin onu etkin engelleme arzusuna rağmen, çatışmanın çözüm aracı olarak şiddete inanma, nüfusta daima canlıdır.

Genel olarak, kültür ve uygarlaşma aşamaları altında şiddet suçluluğunun hâkim olduğu söylenebilir. Silahın şiddet kültüründeki rolü ve işlevi nedeniyle, suçun önlenmesi açısından şu hususlara dikkat edilmelidir:

  1. Bir ülke veya topluluktaki silahlı şiddet, ruhsatlı ve/veya ruhsatsız silâhların varlığı ile doğrudan bağlantılıdır.
  2. Silâh sahibi olma, bir imtiyaz ya da hak olarak ele alınamaz.
  3. Silâhı sınırlandırmak üzere, hükümetler tarafından gerekli tedbirler alınmadığı sürece, silah kültürü yaygınlaşarak kamu güvenliğini tehdit etmeye devam edecektir.
  4. Yasal düzenlemeler yanında, eğitim programları ve sorunları çözümleyici stratejilere de gereksinim vardır. 

III. AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMA VE İZİN

Türkiye’de son yıllarda cezaevi nüfusunun yeni cezaevleri yapılmasına rağmen çok arttığı bir gerçektir. Adalet Bakanlığı web sayfasında, 2.10.2017 itibariyle mahpus sayısı 218.993 olarak görülmekte iken, Adalet Bakanının Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bütçe görüşmeleri sırasında yaptığı açıklamaya göre (20.11.2018), bu sayı 202 bin 434’ü hükümlü, 57 bin 710’u ise tutuklu olmak üzere, 260.144’idi. Bu durum, 100.000 kişiye düşen tutuklu ve hükümlü sayısı olarak ifade edilen mahpuslaşma oranının Türkiye açısından çok ciddi boyutlarda yükseldiğini göstermektedir. Gerçekten de, Türkiye’de mahpuslaşma oranı 1998’de 100 iken, 2014’de iki katına çıkmak suretiyle 204’e ve 2019’da 300’lere yükselmiştir. Bu arada af tartışmaları devam ederken, Adalet Bakanlığının web sayfasından mahpus sayılarına ilişkin istatistiklerin de ne yazık ki kapatıldığı görülmektedir.

Ayrıca son yıllarda suçluların kısa sürede “açık cezaevleri”ne nakledilmesi uygulamasına istinaden izin haklarından yararlandıklarını ve adam öldürmeye varan çeşitli yeni suçlar işlediklerine tanık oluyoruz.

Son aylarda açık cezaevlerinden izinli çıkanların işledikleri suçların, dikkat çekici şekilde arttığı görülmektedir. Buna; cezaevlerinden izinli çıkanların, Haziran ayında İzmir’de boşandığı eşini ve kardeşini öldürmesi; Temmuz ayında Denizli’de iki kişinin pompalı tüfekle öldürülmesi; Taksim’de 23 yaşındaki genç mühendis Halit Ayar’ın bıçakla öldürülüp, arkadaşının yaralanması ve geçen hafta yine cezaevinden izinle çıkan bir kişinin, iki çocuğunun annesi eski eşini önce bıçaklayıp ardından çaydanlıkta ısıttığı kızgın yağı üzerine dökmesi örnekleri verilebilir. Bu nedenle açık cezaevlerine ayrılma ve izin uygulamasının yeniden gözden geçirilmesi gerçeği karşısında, mevcut uygulamada revizeler gerekmektedir.

Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği m.5’deki, kastlı suçlarda üç yıl, taksirli suçlarda beş yıl veya daha az hapis cezalarının doğrudan açık ceza infaz kurumunda çektirilebileceğine dair düzenleme, CeGTİK m.14/3’’de ki, “İlk defa suç işleyen ve iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına hükümlü bulunanların cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilebilirler” hükmüne aykırıdır. Kanuna aykırı bir yönetmelik olamayacağına göre, yapılması gereken CeGTİK m.14/3 hükmünü değiştirmek olmalıdır.

Kapalı kurumdan açık kuruma ayrılacak hükümlüler, Yönetmelik m.6’da düzenlenmektedir. Buna göre; “ (1) Hükümlülerden;

  1. a) Toplam (Değişik RG-22/2/2017) cezaları on yıldan az olanlar bir ayını, on yıl ve yukarı olanlar ise onda birini kurumlarda infaz edip, iyi hâlli olan ve koşullu salıverilme tarihine yedi yıl veya daha az süre kalanlar[2],
  2. b) Müebbet hapis cezasına mahkûm olup, koşullu salıverilme tarihine beş yıl veya daha az süre kalanlar,
  3. c) Cezaları yüksek güvenlikli kapalı kurumlar veya diğer kapalı kurumların yüksek güvenlikli bölümlerinde infaz edilenlerden toplam cezalarının üçte birini bu kurumlarda iyi hâlli olarak geçiren ve koşullu salıverilme tarihine üç yıl veya daha az süre kalanlar, açık kurumlara ayrılabilir”.

ÖZEL İZİN, AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINDA BULUNANLARLA KAPALI CEZA İNFAZ KURUMUNDA OLUP DA AÇIK CEZA İNFAZ KURUMLARINA AYRILMAYA HAK KAZANANLARA, AİLELERİYLE BAĞLARINI SÜRDÜRMELERİNİ VEYA GÜÇLENDİRMELERİNİ VE DIŞ DÜNYAYA UYUMLARINI SAĞLAMAK AMACIYLA KURUM EN ÜST ÂMİRİNİN ÖNERİSİ VE CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞININ ONAYI İLE ÜÇ AYDA BİR OLMAK ÜZERE[3], HER DEFASINDA YOL HARİÇ ÜÇ GÜNE KADAR İZİN VERİLEBİLİR (CEGTİK M. 95).

UMUT VAKFI