TED Kdz. Ereğli Vakfı tarafından yapılan yazılı açıklamada; “Çocuklarımız, bu sınavlar nedeniyle, öncelikle kendilerine, sonra ailelerine, okula ve çevrelerine yabancılaşmakta, sosyal ilişkileri bozulmakta, içe kapanık ve ruhsal ve fiziksel sağlığı bozulmuş bireyler haline gelmişlerdir” vurgusu yapıldı.

TED Kdz. Ereğli Vakfı, TED Genel Merkezi’nin OGS ve YGS Sınavlarının çarpıklığı, harcanan kaynağın boyutu, çocuklara etkileri ve  en önemlisi bu sınavlara rağmen sonucun sınavlarla hedeflenen sonuçlara ulaştırmadığın ilişkin bir çalışma yaptığını da bildirdi.

“ YETER… ONLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ, YAŞAMAK ONLARIN DA HAKKI…” sözleriyle her yıl yükseköğretim bütçesinin iki katı miktarda bir kaynağın heba olduğu öne sürüldü.

 

TED Kdz. Ereğli Vakfı Yönetim Kurulu, Genel Merkezin yaptığı OGS ve YGS sınav sisteminin çarpıklığını anlatan raporu açıkladı. Vakıf yönetimi “Bilindiği üzere bu haftadan itibaren,çocuklarımız, kendi kaderlerini çizmek zorunda kalacaklar ve  geleceklerini, sadece dakikalar sürecek sınavlarla şekillenecektir. Kendilerine, ailelerine ve topluma kendilerinin ne kadar iyi olduklarını anlamsız ve gereksiz sınavlarla ispat  etmeye çalışacaklardır. Oysa onların her biri aldıkları eğitim ve gördükleri öğretimle başlı başına değerdirler. 

Çocuklarımız, bu sınavlar nedeniyle, öncelikle kendilerine, sonra ailelerine, okula ve çevrelerine yabancılaşmakta, sosyal ilişkileri bozulmakta, içe kapanık ve ruhsal ve fiziksel sağlığı bozulmuş bireyler haline gelmişlerdir. Bu gün sınav stresinden kaynaklanan sorunlar nedeniyle ruhsal tedavi gören bir çok çocuk bulunmaktadır.

Çocuklarımıza, sistemin çözemediği sorunlar nedeniyle haksızlık yapıyor ve birkaç nesli kaybetmek için elimizden  geleni yapıyoruz” dedi.

Vakıf Yönetimi, TED Genel Merkezinin OGS ve YGS sınav sistemiyle büyük kaynakları heba ettiğini belgeleyen raporun ana başlıklarını şöyle açıkladı.

ÇARESİZLİK

Türkiye de sınav sistemi okulları eğitim öğretim amaçlarından uzaklaştırmış ve okul eğitimi ikinci planda kalmıştır. Okullarda dersler sınavlarda soru gelebilecek konulara indirgenerek, öğrencilerin bir bütün olarak gelişimi göz ardı edilmiştir. Bu süreçte öğrenciler, anne-babalar ve öğretmenler milyonlarca insan çaresizlik içerisinde sınava yönelmiştir.

Türk Eğitim Derneği bir sivil toplum örgütü olarak, 2005 yılında “Hayat=180 dk mı?” ve 2006 yılında “Hayat=195dk mı?” ile başlatmış olduğu nesli kaybetme noktasına getiren sınavlara karşı duruşunu devam ettirmektedir. Sınav sisteminin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm getirme ve iyileştirme yerine, 2008 yılında uygulamaya konulan SBS ile sınav sorunu daha içinden çıkılmaz hale getirilmiştir. Derneğimiz, bu durum karşısında sınavların yarattığı sorunları ortaya koymak ve çözüm üretmek amacıyla yeni bir kampanya düzenlenmesine karar vermiştir.

 “ONLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ, YAŞAMAK ONLARIN DA HAKKI” adıyla başlatılan bu kampanyaya temel teşkil etmek üzere gerçekleştirilen “Ortaöğretime ve Yükseköğretime Geçiş Sistemi” araştırması için 12 istatistiki bölge biriminden birer il seçilmiştir. Araştırma 12 ilden; ilköğretimde 3.870 öğrenci ve 1.895 veli, ortaöğretimde 2.854 öğrenci, 944 lise mezunu ve 1.783 veliye anket uygulanarak; toplamda 11.346 denek ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma bulguları çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştur.  

Ortaöğretime Geçiş Sisteminde Sorunlar

Mevcut orta öğretime geçiş sistemi, çarpık ve çağın gereklerine uymayan ortaöğretim yapısının dikte ettiği bir sonuçtur. Mevcut yapılanma, gelecek için bir orta öğretim vizyonuna dayanmamakta, lise çeşitliliği 21. Yüzyılda bilgi toplumunun gereklerinden çok, 19. ve 20. Yüzyılların sanayi toplumunun gereklerine göre bir yapılandırmaya dayanmaktadır.

Orta öğretim kurumlarının amaçları  ile yapılanma biçimleri örtüşmemektedir. Meslek okulları Türkiye’deki istihdam sorunu ve üniversite kapısındaki yığılmaya büyük ölçüde çözüm olacaktır. Ancak, meslek okullarının büyük çoğunluğu meslek kazandırmaktan uzak, mesleğe mi, yoksa yüksek öğrenime mi öğrenci hazırladığı belli olmayan kurumlar haline dönüşmüştür. Bu nedenledir ki, yükseköğretime geçişte meslek lisesi-genel lise çekişmesi ve ikilemi yaşanmaktadır.

Fen liselerinin kuruluş amacı üstün nitelikli bilim insanlarının yetiştirilmesine kaynaklık etmek olduğu halde, uygulamada Fen Liseleri ile biim insanı yetiştirme arasında hiçbir şekilde organik bir bağ ve süreklilik olmadığı ortadadır.

Anadolu liselerinin kuruluş amacı  olan “iyi derecede yabancı dil öğretme”, hazırlık sınıflarının kaldırılması ile önemli ölçüde zaafa uğratılmıştır.

Öğrencilerin lise çağında, ilköğretimdeki başarıya göre gruplandırılması, devlet eliyle elit okullar oluşturan bir ayrımcılığa dönüşmüştür. Kaldı ki Anadolu liselerinden mezun olan öğrencilerin % 64’ünün bir yüksek öğrenim programına yerleşmiş olması, dört yıl içerisinde başarılı öğrencilerin % 35’inin başarısız hale getirildiğini göstermektedir.

Anadolu liseleri ilk öğretimde önemli bir kısmı özel okullarda okuyan toplumun daha varlıklı kesiminden gelen öğrencilerin parasız okuduğu okullar haline dönüşmüştür. İlk öğretimde toplam öğrenci sayısının sadece %1,82 si özel okullarda öğrenim görmesine rağmen Ankara, İstanbul ve İzmir’deki en yüksek puanla öğrenci alan 14 Anadolu lisesine yerleşen öğrencilerin %28’i özel ilköğretim okullarından mezun olan öğrencilerdir. Türkiye genelinde ise özel ilköğretim okullarından mezun olan öğrencilerin yaklaşık %40’ı Anadolu Liselerine yerleşmeye hak kazanmaktadır.

Sınavların oluşturduğu baskı ile sınava hazırlık sektörü sürekli büyümekte ve okulların yerini alacak bir boyuta ulaşmaktadır.

- Türkiye’de 2010 yılında 3357 Genel Liseye karşılık, dershane sayısı genel lise sayısını geçerek 4193 olmuştur. Dershane sayısı 2001 yılında 1864 iken, 2010 yılında 2,24 kat artarak 4193’e ulaşmıştır.

- Sınava hazırlık ailelerin ekonomik güçlerine bağlı olarak satın alabildikleri ya da satın alamadıkları bir eğitim hakkına dönüşmüştür.

Not konusunda öğretmenler üzerinde oluşan baskı, yönetici-öğretmen-veli üçgeninde çeşitli sorunlara neden olmaktadır. Öğretmenlerin başarısının verdiği notlarla değerlendirilmesi bir not enflasyonuna neden olduğu gibi, öğrencilerinin SBS puanı dışında kazanımlarının ikincil ve önemsiz görülmesi öğretmenlerin moral ve motivasyonlarını olumsuz etkilemektedir.

Eğitimin kalitesinde okullar arasındaki eşitsizlikler, sınavlar aracılığıyla çözülemeyeceği gibi daha da derinleşmektedir. Kamuoyu ile paylaşılan istatistikler, yalnızca iller arasındaki makas açıklığını göstermektedir. Oysa iller arasındaki farklar, buz dağının yalnızca görünen kısmıdır. Gerçek eşitsizlik, her bir ilin kendi içindeki okullar arasında görülmektedir.

·                     İstanbul’da en yüksek SBS okul ortalamasının en düşük okul ortalamasına oranı %145, İçel’de %141, Aydın’da %94, Bursa’da %92, Kütahya ve Antalya’da %86, Isparta’da %81 ve Ankara’da %80’dir.

Yükseköğretime Geçiş Sisteminde Sorunlar

Yükseköğretimde özellikle örgün öğretimdeki kapasite yetersiz kalmaktadır.

-Türkiye’de 95’i devlet üniversitesi, 51’i vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 146 üniversite bulunmaktadır.

-Yükseköğrenimde öğrenci sayısının yaklaşık %62’si 13 üniversitede öğrenim görmektedir. Diğer taraftan 46 üniversite de ise toplam öğrenci sayısını yalnızca %3,63’ü öğrenim görmektedir. Yeni kurulan üniverstelerle henüz ciddi bir kontenjan artışı sağlanamamıştır.

Yükseköğretimde açık öğretimin payı giderek artmaktadır.

Yükseköğretimdeki toplam öğrenci sayısının %42’si açık öğretimde öğrenim görmektedir. Türkiye’de 2008-2009 öğretim yılı itibariyle yükseköğretimdeki toplam 2.757.828 öğrencinin 1.142.536’sı açık öğretim programlarına kayıtlı öğrencilerden oluşmaktadır. Yükseköğrenim gören öğrencilerin yalnızca %38’i örgün öğretim yapan lisans programlarında öğrenim görmektedir.

Yükseköğretimde öğretim elemanı sayısında yetersizlikler, eğitimin kalitesi açısından kaygı verici boyutlardadır.

 Öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı; Türkiye genelinde 45, 17 üniversitede 60’ın üzerinde, 25 üniversitede ise 40-60 arasındadır. Örneğin bu oran Adıyaman Üniversitesinde 93, Iğdır üniversitesinde 84, Kırıkkale üniversitesinde 82dir. Bu yoğunlukta bir öğrenci/öğretim elemanı ile üniversitelerde eğitim kalitesinden söz etmek imkansızdır. Bu oran OECD ülkelerinde 17,2 ve 19 AB ülkesinde 17’dir.

Yükseköğretimde kapasite yetersizliği çağ nüfusunun okullulaşma oranının Dünya ortalamalarının altında kalmasına neden olmaktadır.

 OECD kaynaklarına göre Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde çağ nüfusunun tamamına yükseköğretim sağlanması hedeflenirken, Türkiye’de 18-21 yaş grubunun yalnızca %20’sine yükseköğretim sağlanabilmektedir. Yükseköğretim okullaşma oranları genellikle 18-21 yaş gurubu esas alınarak hesaplanmaktadır. 2008-2009 öğrenim yılında, yüksek öğrenim gören öğrencilerin %50’sinin, yeni kayıt yaptıran öğrencilerin ise %33’nün 18-21 yaş gurubu dışında olduğu görülmektedir.

Yükseköğretimde finansman yetersizliği kapasite artışı sağlamayı engellemektedir.

YÖK ve üniversitelerin 2010 yılı toplam bütçesinin GSYH’ya oranı %0.91’dir. Yükseköğretim bütçesinin GSYH’ya oranı yıllar itibariyle %0,56 ile %0.93 arasında değişmektedir. Bu oran OECD ülkelerinde %1,40’ tır.

Yükseköğretime yerleştirilemeyen ya da yerleştiği yükseköğretim programından memnun olmayanlar üniversite kapısında yığılma oluşturmaktadır.

Öğrenci seçme ve yerleştirme sınavlarına girenlerin yaklaşık %42’si lise son sınıf öğrencilerinden oluşmaktadır.

Yükseköğretimde istihdam edilebilirliği sağlayabilecek alanlarda kontenjan artışları sınırlı kalmıştır.

 Bu nedenledir ki, yükseköğretime olan talebe rağmen kontenjanlar boş kalmaktadır. 2009 yılında ek yerleştirme sonucunda bile lisans programlarında 35.018, ön lisans programlarında 67.988 olmak üzere, toplamda 103.006 boş kontenjan kalmıştır. 

Alan Araştırması Sonuçlarına Göre

Sınavların Eğitim Öğretim Süreci Üzerinde Etkileri ;

Sınava hazırlık okulları boşaltıyor. Öğrenciler sınava hazırlanmak için okula devam etmek yerine dershaneyi tercih etmektedir.

 İlköğretimde öğrencilerin; altıncı sınıfta %14’ü, yedinci sınıfta %25’i ve sekizinci sınıfta %42’si SBS’ye hazırlık amacıyla rapor alacağını ya da devamsızlık yapacağını belirtmişlerdir.Lisede ise son sınıf öğrencilerinin %67’si, 11. sınıf öğrencilerinin %58’i sınava hazırlık için rapor alacaklarını belirtmişlerdir.

Okulların programlarında yer alan, fakat sınav soruları içinde yer almayan dersleri işlenemez hale getirmiştir. Dershaneleri okula dönüştürme iddiası bir yana, okullar dershaneye dönüşmektedir. İlköğretimde öğrencilerin altıncı sınıfta %42,4’ü, yedinci sınıfta %46,5’i ve sekizinci sınıfta %50,4’ü; Liselerde ise öğrencilerin %46’sı sınavda soru çıkmayan derslerin gereksiz olduğunu ve yapılmaması gerektiğini ya da soru çıkmadığı için bu derslere ayrılan sürede sınavda soru çıkan derslerin yapılması gerektiğini düşünmektedir.

İlköğretim büyük ölçüde ve giderek artan oranda sınava hazırlık sektörüne doğru kaynaktadır. İlköğretimde sınava hazırlık amacıyla;

·                     Dershaneye giden öğrenci sayısı: 1.891.648

·                     Özel ders alan öğrenci sayısı: 287.118

·                     Etüt ya da kursa giden öğrenci sayısı 826.111’dir

   

Öğrenciler daha lise eğitimlerinin ilk yılından itibaren, okulla birlikte dershaneye de devam etmektedir. Liselerde öğrenim gören öğrencilerin;

·                     1.088.084’ü dershanelere gitmekte,

·                     90.356’sı özel ders almakta ve

·                     289.360’ı üniversite sınavına hazırlık için kurslara devam etmektedir.

İlköğretim öğrencileri zamanını dershanede geçirmektedir; öğrenciler okuldaki derslere harcadıkları zamana eşdeğer bir zamanı sınava hazırlık için harcamaktadır.

 Altı, yedi ve sekizinci sınıf öğrencilerin %44’ü haftada 10 saatten daha fazla bir süreyi dershanede geçirmektedir. 12. sınıf öğrencilerinin %42’si dershanede haftada 15 saatten fazla ders almakta, %43’ü ise günde 3-4 saatten fazla sınava hazırlık çalışması yapmaktadır. Bu süreler toplandığında okuldaki haftalık ders saatini geçmektedir.

Liselerde öğretim ve öğretmenler bütünüyle sınav odaklı  hale gelmiştir.

 Öğrencilerin %75’i öğretmenlerinin sınavda soru çıkmayacağını belirterek ders kitaplarındaki bazı konuları yeterince işlemeden geçtiklerini belirtmişlerdir. Üstelik bu durum yalnızca 12. sınıflar için değil, 11. sınıflar için de aynı ölçüde geçerli gözükmektedir. 

Öğrencilere göre öğretmenlerin çoğunluğu sınavda başarılı olacağını düşündükleri öğrencilerle daha çok ilgilenmektedir.

 İlköğretimde öğrencilerin %36’sı öğretmenlerinin başarı düzeyi yüksek öğrencilerle daha çok ilgilendiklerini,  %6’sı ise öğretmenlerinin SBS'de başarılı olmayacağını düşündükleri öğrencilerle hiç ilgilenmediklerini düşünmektedir.

 Liselerde de öğrencilerin görüşleri paralellik göstermekte, öğretmenler sınavda düşük puan alacağını düşündükleri öğrencilerle daha az ilgilenmektedir. Öğrencilerin %41’i öğretmenlerinin üniversiteye giriş sınavında daha yüksek puan alacağını düşündükleri öğrencilerle daha çok ilgilendiklerini, %7’si ise başarılı olamayacağını düşündükleri öğrencilerle hiç ilgilenmediklerini belirtmişlerdir.

Sınava giren lise öğrencilerinin bir kısmı, daha sınava girmeden kazanma şanslarının çok az olduğunu bilerek ya da ümitsizce sınava girmektedir.

 Öğrencilerin %34’ü AÖF dışında dört yıllık bir fakülte kazanma şanslarının az olduğunu, %9’u ise ümidi olmadığını belirtmişlerdir.  

Alan Araştırması  Sonuçlarına Göre

Sınavların  Öğrenciler ve Aileler Üzerinde Etkileri;

Zamanlarını sınava hazırlık için harcamak öğrenciler ve veliler için bir tercih değil, sistemin onları mahkum ettiği bir sonuçtur.

 Öğrencilere, sınava hazırlanmak zorunda olmasalardı, sınava hazırlık için harcadıkları zamanı nasıl değerlendirmek isteyecekleri sorulduğunda, öğrencilerin %68’i bu zamanı öncelikle; okuldaki ders kitaplarını daha fazla okuyarak; roman, hikaye, araştırma, şiir gibi kitapları okuyarak; sanatsal ya da sportif bir etkinliğe katılarak geçirmek istediklerini belirtmişlerdir. Velilerin ise %80’i çocuklarının sınava hazırlık için harcadıkları zamanı okuldaki derslerine daha çok çalışarak geçirmelerini tercih etmektedir.

Sınava hazırlık için yapılan çalışmalar okul eğitimini ve öğrencilerin motivasyonunu olumsuz etkilemektedir.

 İlköğretimde ve liselerde öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi sınava hazırlanmak amacıyla yapılan çalışmaların okulu sıkıcı hale getirdiğini, test çözmekten bunaldığını ya da başaramayacağını düşünerek ümitsizliğe kapıldığını belirtmişlerdir.

Aileler çocuklardan başarabileceğinden daha fazlasını  bekleyerek, çocuklar üzerine ağır bir yük yüklemektedir.

 İlköğretim öğrencilerinin %45’i, lise öğrencilerinin ise %41’i ailelerinin kendilerinden başarabileceklerinden daha fazlasını beklediklerini düşünmektedir.

Aile yaşamı testler ve sınavlarla kuşatılmıştır. Sınavlar ailelerin huzurunu bozmaktadır.

İlköğretimde öğrencilerin %92’si, lise öğrencilerinin ise %86’sı anne babalarının evde sınavlar ve testlerle ilgili konuştuklarını belirtmişlerdir. Sınava hazırlık çalışmaları, öğrencinin ne kadar test çözdüğü gibi konular ailelerin en azından üçte ikisinin yaşamında anne-babalar arasında tartışma konusu olmaktadır.

Sınava hazırlık öğrencilerin aileleriyle birlikte yapacağı ve ailenin günlük yaşamının bir parçası olan pek çok etkinliği engellemektedir.

İlköğretimde ve liselerde öğrencilerin ortalama %50’si sınavlara hazırlık için yaptıkları çalışmaların aileleriyle birlikte zaman geçirmek, akşam yemeği yemek, sinemaya veya tiyatroya gitmek, tatile gitmek, hafta sonları çeşitli etkinlikler yapmak, dost, akraba, arkadaş ziyaretleri yapmak gibi günlük yaşamda olması gereken birçok etkinliği ve aile ile birlikteliği olumsuz etkilediğini belirtmişlerdir.  

Alan Araştırması  Sonuçlarına Göre  Sınavlara Hazırlık İçin Yapılan Harcamaların Ailelere Getirdiği Parasal Yük

Sınava hazırlık sektörü; dershaneler,  özel dersler, etütler ve kurslar ailelere ağır bir mali külfet getirmektedir.

Ailelerin üniversite kapısına gelinceye kadar her bir yılda sınava hazırlık için yaptığı harcamalar;

·                     Ortaöğretime geçiş sınavları için: 8.082.838.965 TL ve

·                     Üniversiteye giriş sınavları için: 8.626.472.774 TL olmak üzere

·                     Toplamda 16.709.311.739 TL’dir.

  Sınava hazırlık için harcanan kaynaklar ilköğretim okulları için 2010 yılında kamu bütçesinden öngörülen toplam kaynak (16.761.436.700) miktarına eşitlenmiştir. Sınava hazırlık için harcanan kaynaklar 2009 yılı yükseköğretim bütçesinin  (8.772.719.225 TL) yaklaşık iki katıdır. Sadece üniversiteye giriş sınavları için yapılan harcamalar yükseköğretim bütçesi kadar bir büyüklüğe sahiptir. Sadece üniversiteye giriş sınavları için yapılan harcamalarla Türkiye’de aynı büyüklükte ikinci bir yükseköğretim sistemi işletilebilirdi.

Dershane sektörü dar gelirliden aldığı  ücret ile varlıklı olanın dershane ücretini finanse etmektedir.

 Başarılı olduğu için dershanede ücretsiz okuyan öğrenci yüzdesinin en yüksek olduğu gelir grubu hane halkı gelirinin aylık 5.000 TL’den fazla olduğu gruptur. Aylık geliri 2.000 TL’nin altındaki gelir gruplarında ücretsiz okuyan öğrenci oranı ortalama %6,6 olmasına karşın, aylık hane halkı geliri 5.000 TL’den yüksek olan grupta ücretsiz okuyan öğrenci oranı %13,9’dur. Yine üst gelir gruplarında yer alan ailelerin çocuklarının indirim alma oranlarının, alt gelir gruplarına oranla daha yüksek olması da dikkat çekicidir.  

Öneriler

Ortaöğretime Geçiş Sistemi ile İlgili Öneriler

Araştırma bulgularına göre 6, 7 ve 8’inci sınıflarda SBS uygulamasından okuldaki eğitim her yönüyle olumsuz etkilenmiş, zorunlu eğitim “iyi vatandaş yetiştirme” amaç ve işlevinden uzaklaşarak, “test çözebilen” öğrenciler yetiştiren bir sisteme dönüşmüştür. Bu nedenle;

1-Ortaöğretime geçişte 6 ve 7’nci sınıflarda SBS uygulamasından ivedilikle; 2010-2011 öğretim yılı itibariyle vazgeçilmelidir. Böylece 6 ve 7’nci sınıflarda SBS uygulamasının okul eğitimi üzerinde oluşturduğu baskı ortadan kalkacak ve sınava hazırlık sektörüne yönelme azalacaktır.

2-Ortaöğretimde Genel Liseler, Fen Liseleri ve Mesleki-Teknik Liseler olmak üzere üçlü bir yapı oluşturulmalıdır. 2011-2012 öğretim yılında bu yapılanma gerçekleştirilmelidir. Lise çeşitliliği azaltılması, ancak genel liseler içinde öğrencilere farklı alanlardaki yükseköğretim programlarına geçiş ile ilişkilendirilmiş çeşitli program seçenekleri sunulması gerekir.

3-Yükseköğretime hazırlayan tüm Genel Liseler aynı lise türü içinde toplanarak, tek bir lise türü oluşturulmalı ve bu liselerde Anadolu Liselerinde var olan öğretim programı uygulanmalıdır. Yükseköğretime hazırlayan tek bir lise türü oluşturulması ile liseler arasında amaç ve işlevi olmayan farklılıklar ve bu tür liselere öğrenci seçme ve yerleştirme gereği ortadan kalkacaktır.

4-Liseler arasında eşitliği sağlayacak bir eylem planı hayata geçirilmelidir. Genel liselerin tek çatı altında toplanması ve liseler arasında farklıkların ortadan kaldırılması ile birlikte, 8. sınıfta bir eleme sınavına gerek kalmayacağından, ortaöğretime geçişte sınavlar 2011-2012 öğretim yılı itibariyle tamamıyla kaldırılmalıdır. Sınavı gerekli kılan koşullar ve yapılar ortadan kalktığında, liselere geçiş için bir sınava da gerek kalmayacaktır. Böylece, zorunlu eğitim sınav baskısından tamamıyla kurutulacak ve ortaöğretime geçiş sistemine bağlı olarak habis bir tümör gibi büyüyen sınava hazırlık sektörü büyük ölçüde etkinliğini kaybedecektir.

5-Okullarda öğretim programlarının uygulanması ve eğitimin kalitesinin geliştirilmesine yönelik karar ve politikalara dayanak oluşturacak veri elde edilmesi amacıyla, 4, 6 ve 8’inci sınıflarda Türkiye genelinde öğretim programlarındaki kazanımların gerçekleşme düzeylerini belirlemek üzere tasarlanmış sınavlar yapılmalıdır. Ancak bu sınavların amacı öğrencileri elemek değil, eğitim sisteminin performansını izlemek ve yönetmek olmalıdır.

6-Mesleki-teknik eğitim veren liselerle ile ilgili yeniden yapılandırmaya gidilerek, mesleki-teknik eğitim veren liselerden özel yetenek gerektiren liselere öğrenci kabulünde özel yetenek sınavları düzenlenmelidir. Meslek eğitimi meslek kazandırabilecek, istihdam edilebilirliği sağlayacak bir niteliğe kavuşturulmalıdır.

7-Fen liselerinin sayıları sınırlandırılarak, fen liselerine öğrenci seçimi üst düzey başarı ölçütlerini esas alarak yeniden düzenlenmelidir.

Yükseköğretime Geçiş Sistemi ile İlgili Öneriler

1-   Yükseköğretimde kapasite geliştirilerek, çağ nüfusunun yükseköğretim talebi karşılanmalıdır. İstihdam edilebilirliği sağlayacak ve özellikle de toplumsal ve ekonomik kalkınmaya artı değer katacak alanlarda kontenjan artışları sağlanmalıdır.

 2-Arz kapasitesinin artırılması için, mevcut tesis donanım ve kaynakların daha rasyonel kullanımı, fiziki alt yapı ve donanım için mali kaynak planlaması ve artan arz kapasitesine eğitim verebilecek sayı ve nitelikte öğretim elemanı yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Mevcut Öğretim Üyesi Yetiştirme Programları nicelik ve nitelik bakımından etkin hale getirilmelidir. Doktora programlarında etkililiği artırmak için üniversiteler arası öğretim elemanı işbirliği/paylaşımı şemaları oluşturulmalıdır.  

3-Yükseköğretim kurumlarında yeni kaynak arayışlarında öncelikli olarak, öğretim sürelerinin yılda üç ya da dört dönem olarak düzenlenmesi sağlanarak, çok sınırlı bir ek kaynak kullanımı ile kapasite artışı sağlanmalıdır. Yaz okulu uygulamaları, üç dönem uygulamasının fiili olarak birçok üniversitede uygulanışı gibi gözükse de, bu uygulama daha çok iki dönem içinde başarısız olunan derslerin yaz dönemi tekrar alınması biçimine dönüşmektedir. Yaz okulu gibi palyatif bir çözüm yerine, yükseköğretim programlarının üç ya da dört dönem olarak düzenlenmesi gerekir. Bu düzenleme ile bir öğrencinin mezuniyet koşullarını daha kısa sürede tamamlaması ve kaynakların daha etkin kullanımı sağlanır

4-  Yükseköğretimde öğrencilerin ekonomik koşulları ile ilişkilendirilmiş bir katkı payı sistemi ile birlikte, etkili bir burs sisteminin oluşturulması kaynak arayışlarında önemli bir çözüm olacaktır. Katkı paylarının rasyonel bir düzeye çıkarılması ile arz kapasitesi artırılarak, maddi olanaklardan yoksun öğrencilerin eğitiminin finansmanı sağlanabilir. Sınava hazırlığa harcanan kaynakların yükseköğretimde kapasite artışı ile birlikte, yükseköğretime yönlendirilmesi halinde, maddi olanaklardan yoksun daha fazla sayıda öğrenciye gerçekçi düzeyde burs/öğrenim kredisi sağlanmalıdır.

5-  YÖK, üniversitelerin kaynak kullanımında verimliliğinin değerlendirerek, insan kaynaklarının nasıl kullanıldığını  araştırmalıdır. Üniversitede doktora üretebilecek, ileri düzeyde araştırma-geliştirme çalışmalarını gerçekleştirebilecek öğretim üyelerinin çok alt düzeyde bilgi birikimi gerektiren alanlarda ders yüküne boğulduğu bilinen bir gerçektir. Daha üst düzeyde akademik çalışma yapan öğretim üyelerinin, ülkenin ihtiyacı olan lisansüstü eğitimli ve doktoralı üretmeye yönelmesi sağlanmalıdır.

 6-  Yükseköğretimde kapasitenin artırılmasında niteliğe önem verilmelidir. Üniversitelerde yeterli alt yapı oluşturulmadan, yükseköğretim programlarının gerektirdiği donanım, tesis ve uygulama alanları sağlanmadan yapılacak kontenjan artışları, yeni işsizlerin üretilmesi ile sonuçlanacaktır. İstihdam edilebilirliği sağlayacak becerileri/yeterlikleri kazanmamış mezunlar vermek, toplumsal ve ekonomik açıdan bir artı değer katmaktan çok, toplumsal ve ekonomik gelecek açısından bir tehdit oluşturacaktır. Toplumsal bütünlüğe ve ekonomik kalkınmaya katkı sağlayacak bir yükseköğretim, ulusal ve evrensel temel insanî değerleri kazandırma yanında bireyin istihdam edilebilirliğini de güvence altına alacak iş/çalışma becerilerini kazanmasına aynı ölçüde değer ve önem vermelidir.

7- Açık öğretim uygulaması örgün eğitime devam edemeyen öğrenciler için bir seçenek olmakla birlikte, örgün eğitim alabilecek bir öğrenci için alternatif haline gelmemelidir. Açık öğretim yoluyla yükseköğretimde öğrenci sayısını artırmak gerçek bir çözüm olmaktan uzaktır. Bu nedenle, açık öğretimin yükseköğretim içindeki payı %42’den %20 düzeyine indirilmelidir.

8-Ortaöğretimde mesleki-teknik eğitimin niteliği geliştirilerek, mezunların istihdam edilebilirliği sağlanmalıdır. İstihdam edilebilirliği sağlanmış mezunlar üniversite kapısında daha az bir yığılma oluşturacaktır

9- Meslek yüksek okullarının niteliği geliştirilerek, endüstriyel mesleki ve teknik eğitime yönelmeyi teşvik edecek iyileştirmeler gerçekleştirilmelidir. MYO’larda ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda istihdam edilebilirliği sağlayacak yeterliklerin kazandırılması halinde bu okullara olan talep artacaktır. Bu nedenle, MYO’ların geliştirilmesinde ve kurulmasında ekonominin ihtiyaçları ile birlikte, bu ihtiyaçlara uygun nitelikte eğitim verilmesi, eğitimin kalitesinin geliştirilmesi gerekir.

Sonuç  olarak, sınavların okullarda eğitim öğretimi baskı altına aldığını, öğrencilerin ve ailelerin ruh sağlığını  bozduğunu ve her yıl yükseköğretim bütçesinin iki katı miktarda bir kaynağın heba olmasına neden olduğunu görüyoruz. En önemlisi de çocuklarımız çocukluklarını yaşayamıyor. Bir insan olarak bütünde gelişmelerini sağlayamıyoruz. Her yıl yeni bir kuşağı daha sınav uğruna heba ediyoruz. Türk Eğitim Derneği olarak herkesi bu gidişe “dur” demeye çağırıyoruz.

 YETER… ONLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ, YAŞAMAK ONLARIN DA HAKKI