Dile kolay on yıl.  Koskoca on yıl. Bir kamyonun sırtına yüklediğim iki göz odamın eşyaları ile yokuş yukarı bir yoldan iniyorum aşağı doğru. Ardımda Çavdarlı’nın sokakları, Zakire Ablamın sarı boyalı evi ve gözlerinden akıttığı iki damla gözyaşı. Elveda Çavdarlı’nın yokuş yukarı yolları. Elveda Nedife Ablam. Elveda mahallenin bakkalı. Çöp tenekemizi parselleyen kediler. Elveda tenimi yakan güneş, elveda Ereğli diyerek yol alırken kendi memleketime doğru, bilemezdim bu kentin bende bu kadar devleşeceğini, bana bu kadar kök salacağını.

 

Karaman ilinde yeni bir yaşam kurmuş, kendi memleketime yerleşmiştim artık. Ama ne mümkün Ereğli her defasında hatıraları ile karşımda duruyor ve kendini unutturmuyordu. Ereğli  ben senden kaçmadım mı? Ben seni bırakıp gelmedim mi Karaman iline. Düş yakamdan artık diyordum. Ama yaşanmış anılar ve Ereğli’nin silueti hiç bırakmadı beni.  Oğlumun kimliğinde doğum yeri hanesinde Ereğli, yaşanmış anılarımızda Ereğli ilk göz ağrılarımızın memleketi olarak Ereğli hep karşımızdaydı.

 

Oğlum daha iki buçuk yaşındaydı Ereğli’den ayrıldığımızda.  Bu şehrin özlemi ve merakı onu da sardı nedense seneler evvel. Son birkaç yıl içerisinde sürekli internetten görsel basından Ereğli ile ilgi resimleri ve videoları izlediğine şahit oluyordum. Bana beni ne zaman götüreceksin dediği an bir gün gelir gideriz oğlum diyordum.  Gerçekten Ereğli oğlum için bir özlem kenti olmuştu.  Kimliğinde adı bulunan o kent onun için çok yakın ama bir o kadar da ona çok uzaktı.  Yıllarca hayalini kurmuştu, son birkaç yıldır onu götürmek için ona söz veriyordum ancak gerek iş yoğunluğu gerekse maddi imkânsızlıklar el vermediği için sözümü yerine getiremiyordum.

 

“Dile kolay on yıl. Ben seni bıraktığımda yosun kokuyordun Ereğli.   Çavdarlı tepelerinde annem için ağlardım hatırlar mısın?  Sırf o geldiği için cennet kokmuştun. Sırf o sana ayak bastığı için cennet olmuştun. Ben seni bıraktığımda meğerse âşıkmışım sana Ereğli. Meğerse yanıkmışım cemaline. Ayrılığın acısı vurunca yüreğime, o vakit inandım rüştüne, o vakit inandım kemaline.”

 

 Ve takvimler temmuzun on birini işaret ederken oğlumun gözlerinde sevinç oluyorum. Gidiyor muyuz baba diyor gözlerime bakarak. Evet, oğlum hazırlan gidiyoruz doğduğun o şehre.   Gözleri parlıyordu. Elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Soranlara Ereğli’me gidiyorum diyordu Mehmedim. Ereğli’m derken gülümsüyordum. Onun Ereğli’sine gidiyorduk. Ne yolları bitirebildi. Ne de saatleri. Daha çok mu baba. Az kaldı oğlum. Az kaldı diyerek.  Ve bir seher vakti girdik Ereğli’nin o dost kapısından içeri, vuslat esvabını giyerek

 

Seheri güzeldi Ereğli’nin. Sihiri güzeldi. Sabahın serininde Zakire Ablamın misafiriyiz. İlk ev sahibem. Ana yarısıydı. Sırf anneler gününde anneler gününü kutlamadığım için bana üç gün gönül koyan kadın. Ben geldim Zakire anne dedim. Oğlumla beni aynı anda kucaklayan bir çift kol beni adeta hayata bağlıyordu.  Beni uğurlarken ağlayan kadın beni görünce yine ağlıyordu. Bu evin kokusunu özlemişim. Balkonumuzun altındaki sarı kedi geliyor aklıma. Bir zamanlar kiracı olarak oturduğum alt kattaki kiracıyı kıskanıyorum nedense.

 

Birkaç saat sonra bir baba olarak tutuyorum oğlumun ellerinden. Sokak sokak geziyorum Çavdarlı’da.   Oğlum Ereğli’ye bakıyor bense onun gözlerindeki Ereğli’ye.  Yeşilin bu kadarı şaşırtıyordu onu. Denizin mavisi düşüyordu gözlerine. Ben onun gözlerinde yıllanmış bir muradı görüyordum. Mutluydum çünkü ben oğlumun ellerine teknolojik bir ürünü değil, Ereğli’nin kendisini veriyordum.

 

İki gün boyunca her kentin karışını gezdirdim paşama.   Yine de yetmedi Ereğli. Yine de yetişmedi. Çeşmelerinden su içirdim oğluma. İç oğul dedim. Bu sudan içen vazgeçemiyor bu topraklardan. Çek ciğerlerine bu şehrin havasını. Çek ki vazgeçmen kolay olmasın.

 

Bu salıncakta salladım oğul seni. Şurada koşturdun. Bu çeşmeden yıkadık yüzünü. Bu deniz emzirdi seni, bu toprak salladı dizlerinde.  Bak bu camide el açıp istemiştim seni haktan. Seninle bahar gelmişti Ereğli’ye bu şehir seninle kutlu olmuştu çoktan.

 

“Yıllanmış bir murat idi  bizimkisi.   Dile kolay on yıl. Sen hala güzelsin Ereğli. İlk göz ağrım, ilk gurbet ocağım, ilk ekmek param, ilk kez eve ekmek getirişim. Sen bende özelsin Ereğli”. Bir avuç kum, bir de yüzünde güneş yanığı ile bindiriyorum oğlumu metalik renkli bir otobüse.  Gözlerine bakıyorum paşamın.  

 

Sevdalanacaksan sen de sevdalan.

Yanacaksan sen de yan bu kente. 

Sevdalık istiyorsan Fatih ol

Fatih ol da gel dayan bu kente.

 

İbrahim ŞAŞMA

KARAMAN

[email protected]