İletişim hukukçusu avukat Fikret İlkiz gazeteciler hakkında açılan davaları, TMK ve TCK'dan kaynaklanan sorunları ve Türkiye'de basın ve ifade özgürlüğünün durumunu değerlendirdi.

Bianet'ten
Emel Gülcan
'ın sorularını yanıtlayan Fikret İlkiz, "Gazeteci, gazetecidir. Gazetelerde yazdıkları haberler, gazetecilik faaliyetidir. Basın kartı taşıyıp taşımadıkları ve sadece basın kartı taşıyanların gazeteci oldukları, diğerlerinin gazeteci sayılamayacağı gibi bir tartışma yapılmamalı, yapılamaz. Hoşunuza gitmese de, gazetecileri, gazeteci olarak kabul etmeniz gerekir" diye konuştu.

İŞTE O SÖYLEŞİ:

Son dönemde gazetecilere yönelik davalar
TMK ve TCK'daki "terör örgütü" maddeleri üzerinden açılıyor. Bu nasıl oluyor?


2010 ve 2011'de çok sayıda gazetecinin
TMK ve TCK'ya muhalefetten yargılanmasına tanık olduk. Bu davalar "terör örgütü üyesi olmak", "terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek" veya "hiyerarşi içerisinde yer almamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek" suçlamalarıyla açıldı. Bu nasıl oluyor? Herhangi bir şekilde terör örgütleri ile ilişkilendirilen bazı operasyon ve soruşturmalarda, elde edilen delillerden hareketle olduğu iddia edilerek, gazetecilerin eylemlerini "terör örgütü üyesi olmak" şeklinde nitelendiriyorlar. Asıl sorun gazetecilerin elde edilen deliller, yapılan operasyonlar, açılan soruşturmalar nedeniyle, terör örgütü üyesi olup olmadığının tartışılmasıyla başlıyor. Karşılaştığımız davaların çoğu, "Onlar gazeteci değil, terör örgütü üyesidir" iddiasıyla açılıyor.

Bu iddiayı tartışmak için, o gazeteciler hakkında uzun süre iddianame düzenlenmesini, duruşma günü verilmesini ve iddianamenin okunmasını bekliyoruz. Ondan sonra gazeteciler, iddiaya karşı savunmaya başlıyor. Bu noktada, aslında gazetecilerin gazetecilik faaliyetlerinden yargılandığı fark ediliyor. İddiaya karşı savunmalarıyla gazetecilik faaliyetlerinin yargı konusu olduğu anlaşılıyor.

Süreç neden bu kadar uzuyor?

Demokratik ülkelerde iddia başladığı an, savunma başlar. Ama
TMK ve Özel Görevli Mahkemeleri (ÖGM) düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunu'nda (CMK) 250-251-252'nci maddelerin yarattığı ortam ve soruşturmalarda bu maddelerin kullanılması nedeniyle, davaların mahiyeti çok geç anlaşılıyor. Buna paralel, TCK 285 (soruşturmanın gizliliğini ihlal) ve 288'inci maddeler (adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs) ihlal edildiğinden dolayı, o tür ceza davaları da artıyor. Onun için iki kavram, Türkiye'nin başında dert. İlki, yargılanan gazetecilerin gazetecilik faaliyetinden yargılanıp yargılanmadığı, ikincisi de bu gazetecilerin yaptıkları haberler hakkında TCK
'nın 285 ve 288 maddelerini ihlal ettikleri iddiasıyla açılan ceza davaları.

Bu noktada ne yapılabilir?

Herkes, hakkında hüküm kesinleşinceye kadar masumdur. Bu masumiyet karinesinden hareketle, dava açıldığında savcılık açıklama yapmalı. Gazeteciler bilgileri tek yerden, doğru olarak ve sürekli alma hakkına sahip olmalı. Yani adliyede, yargıda habere konu olacak olan bilgiler ulaşılabilir olmalı.

"Niyet sorgulamasından vazgeçilmeli"
Tutuklu gazeteciler hakkında sürekli "Gazeteci değiller" deniliyor. Buradaki problem, ÖGM'lerle ilgili davalara çözüm bulunamamasından kaynaklanıyor. Bunun hukuken tek bir yanıtı var: Gazeteci, gazetecidir. Gazetelerde yazdıkları haberler, gazetecilik faaliyetidir. Basın kartı taşıyıp taşımadıkları ve sadece basın kartı taşıyanların gazeteci oldukları, diğerlerinin gazeteci sayılamayacağı gibi bir tartışma yapılmamalı, yapılamaz. Hoşunuza gitmese de, gazetecileri, gazeteci olarak kabul etmeniz gerekir. Kişilerin kimliklerinden hareketle "Gazeteci değildir" demek kolaydır. Ama "Gazeteci değildir" dediklerinizi giderek, bir hukuk devletinde olmaması gereken şekilde, niyetlerinden dolayı sorgulayıp yargılamaya başlarsınız. Yaptığı haberleri, kimlerle arkadaş olduğunu, o haberi niçin yaptığını sorarsınız. Olan budur ve kesinlikle bu tür soruşturma ve davalar hukuka aykırıdır.

İnsanları "Gözaltına alabilirim, tutuklayabilirim, bütün delillere el koyabilirim" endişesi altında tutamazsınız. Açılan davalarla insanları suçladıktan sonra, kişileri suçsuz olduklarını ispat etmeye zorlayamazsınız. Bu, Nazi Almanya'sında kullanılan niyet sorgulamasıdır, yanlıştır, hukuka aykırıdır ve terk edilmiş bir sistemdir.

Ne yapılmalı?

Niyet sorgulamasından vazgeçip kanıttan şüpheye, şüpheden iddianameye gitmek gerekir ve dava açmak için kuvvetli şüphe veya yeterli şüphe olması gerekir. Ceza davaları, gerçekten deliller ve somut olgular varsa ve kuvvetli şüpheler üzerine açılmalıdır; ceza davaları son çare olmalıdır. Herkesin tedirgin olduğu, yazmaktan çekindiği bir ortam, basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırır. O zaman istatistiklerle yaşarsınız. "Hapishanede kaç gazeteci var?" sorusu bile o ülkede ifade özgürlüğünün olmadığının göstergesidir.

Kürt meselesi hakkında haber yapan gazetecilerin
TMK sayesinde "örgüt"le ilişkilendirilmesi mümkün mü?
TMK'nın yazımından kaynaklanan yorumu, bu olanağı verebilir. Bu yüzden bu yazım hataları giderilmeli, TMK'nın maddeleri net olmalı, özellikle basın-yayın fiilleriyle ilgili olan 6 ve 7'nci maddeleri gözden geçirilmeli. TMK'nın 6'ncı maddesi kaldırılmalı. Demokratik ülkelerde insanları "özgürlük ya da güvenlik" seçimini yapmaya zorlayan bir ikilemle baş başa bırakamazsınız. Özgürlük asıldır. Özgürlükten vazgeçerseniz, bir gün güvence altında tutabileceğiniz hiçbir özgürlüğün kalmadığını görürsünüz. O yüzden TMK
'yı, güvenliğin sağlanması için, özgürlüğü esas alarak düzenlemeniz ve tanımlarda net olmanız gerekir.

TMK ne kadar yoruma açık?


TMK'nın 6 ve 7'nci maddeleri ve özellikle kanunun terör tanımı yoruma çok açık. Örneğin terörle mücadelede görev almış kişilerin kimliklerinin açıklanmasıyla ilgili 6'ncı maddeye göre, kimliğini açıkladığınız kişileri, hedef göstermiş sayılırsınız. Hatırlarsanız, Gökçer Tahincioğlu ve Kemal Göktaş, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin tüm Türkiye'de dinleme kararı verdiğini haber yapmıştı. Bu haber üzerine, gazeteciler hakkında gizli bilgileri yayınlamaktan ve yargıcı terör örgütlerine hedef göstermekten ceza davası açıldı. Bunu hukuk kabul etmez. Bu, gazetecilik görevinin yerine getirilmesidir. O zaman ÖGM'lere atananların resmi gazetede adlarının yayımlanması da suçtur. Onun için 6'ncı maddeyi böyle görmemek lazım.

Propaganda ile ilgili madde var bir de.
TMK'nın 7'nci maddesi propaganda ile ilgilidir. Maddedeki düzenleme terör örgütü
nün propagandasını yapmanın suç olduğunu belirtir. Bu tanım net olmadığı için açıklığa kavuşturulmalıdır. Örneğin yazı veya haberinizde, çok yakında ve açıkça tehlike yaratacak şekilde terör ve şiddet içeren bir çağrı yapılmışsa, bu her olaya göre değerlendirmek koşuluyla, propaganda sayılabilir ve suçtur ama bu suç nedeniyle bir ceza davası açarsınız, o davada şiddete açık çağrı olup olmadığı, mevcut ve yakın tehlike oluşturup oluşturmadığı, olayın özelliğine göre tartışılır. Bunlar o ceza davasının konusudur.

Yayımlanan yazıyı propaganda olarak değerlendirip dava açmak yerine,
terör örgütü üyesi olmanın delili sayarsanız, bu kez çelişkili durumlar ortaya çıkar. Çünkü herhangi bir haberin ya da yazının yazılmış olması, yazarının terör örgütü üyesi olduğunu göstermez. Dolayısıyla TMK
'daki terör tanımını gözden geçirmek gerekir.

TMK
'nın terör tanımı biraz karışık.
Kanundaki terör tanımı, net değildir. Örneğin ekmek fiyatlarının artışından bahsederek haber yaptığınızda, aslında bir kargaşa ortamı doğacağı yorumuyla, o haberle korku veya endişe yaratacak bir ortamın doğmasına yol açtığınız için "terör" yaratmakla suçlanabilirsiniz. Kısacası kanunda net olmayan tanımlar yüzünden, terör yarattığınız iddiası ile karşılaşabilirsiniz. Bizdeki tanımların ucu açıktır. Baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleri, cebir ve şiddet kullanılarak gerçekleştirilirse "terör" yaratıyorsunuz demektir. Bu tanımların içine, yapacağınız yorumlarla fiillerin terör olduğunu ileri sürebilirsiniz. Bunlar, olayın oluş biçimine göre değerlendirilmeli ve hukuka, demokrasiye uygun bir
TMK
yapılmalı.

TMK'nın kaldırılması mümkün mü?


Bence mümkün. Mevcut ceza kanunlarıyla terörle mücadele her zaman mümkün.

TCK'nin terörle ilgili maddelerinden dava açılması ile TMK'dan dava açılması arasında fark var mı?
TCK 220* ve 314/1-2** yollaması, terörle ilgili davalarda "Terör örgütü kurmak", "üye olmak" olarak kullanılıyor. Dolayısıyla iki kanun arasında yapılmış olan, birinin ona atfı, onun da kendi içindeki düzenlemesi olarak değerlendiriliyor. İki kanun birbirinden farklıdır. Mesela TCK 220'nci maddeden yargılanırsınız. Bu, TMK'ya muhalefetten yargılanmak değildir. Ama TMK'da cezanın artırımı konusunda hüküm vardır. Cezaların artırımında TMK kullanılır. Suçlar TCK'da gösterilir. Eğer eyleminiz yazı yazmaksa, o yazıda şiddet eylemi, açık terör çağrısı varsa o yazıdan TMK 7'den yargılanırsınız. Bu yazıyı yazdığınız için örgüt üyesi sayılmazsınız. Dolayısıyla terör örgütü üyesi olmak suçu TCK'da gösteriliyorsa ondan dolayı yargılanırsınız. Ama TMK'nın varlığı nedeniyle o kanun tatbik edilir, tanımı uygulanır ve artırım yapılır. TMK
cezaların artırımında bu sistemi kabul ediyor. Suç anlamında değil, cezaların artırımı anlamında bununla karşılaşırsınız.

Gazetecilerin tek tek haberleri üzerinden
TMK
'dan dava açılması ile genel olarak yaptığı haberler ve ilişkileri üzerinden, örneğin KCK'den dava açılmasının farkı nedir?
Operasyonlarla ilgili davalarda "Örgüt üyesisiniz ve yaptığınız haberler buna hizmet ediyor. Haberlerinizden hareketle sizi KCK üyesi olarak kabul ediyorum" diyor. Diyeceksiniz ki "Böyle mantık olur mu?" İşte böyle yapıyorlar, uygulamaları da bu. Örneğin bir operasyon başladığında, Ali'yi toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmak, molotof kokteyli atmak, şiddet çağrısında bulunmak gibi suçlamalardan dolayı soruşturuyor; Mehmet'i de yazdığı haberlerden dolayı davaya ve soruşturmaya dâhil ediyor. Böyle şey olmaz. Yazdığı haberler suçsa, yazıdan dolayı dava açarsınız. O yazıları kanıt kabul edip "Sürekli Kürt haberleri yaptığın için..." şeklinde suçlama olmaz. Bunun olmayacağını mantıken bildiğiniz için soruyorsunuz. Mantığınız doğru, böyle soruşturma, suçlama olmaz.

"Tutuklama tedbirdir, uygulamak zorunda değilsiniz"
Uzun tutukluluk süreleri çok eleştiriliyor. Burada sıkıntı neden kaynaklanıyor?


Soruşturma sırasında, bir kişi hakkında ortada "kuvvetli suç şüphesi", "kaçma şüphesi", "delilleri karartma şüphesi" varsa, tutuklama kararı verilebilir. Bu karar tedbir niteliğindedir. Bu nedenler yoksa tutuklama kararı veremezsiniz.

Bu kadar insan tutuklu. Hepsinin "kuvvetli suç şüphesi", "kaçma şüphesi" ve "delilleri karartma şüphesi" mi var?
Sizce var mı? Yoksa, bence de yok. Bu şüphelerin hepsini yan yana getirip soruyorsunuz. Bu, tedbirdir. Uygulamak zorunda değilsiniz. Biletini almış, bavulunu toplamışsa, bu "kaçma şüphesi"dir. Bunu, somut olarak görmelisiniz. Evine gittiğinizde, bütün delilleri örneğin yok ediyor, yakıyorsa "delillerin karartılması" olarak değerlendirilebilir. O zaman tutuklayabilirsiniz. Bildiğiniz tutuklu gazetecileri düşünün. Her gün gazetesine gidiyor, çağırdığınızda geliyor, hatta bu mahkemelerde dava izliyor. Kaçma şüphesi var mı?

Gazetecilerin
TCK 285 ile de başı dertteydi. Ama bu maddeden açılan dava sayısında azalma var. Ne yapınca 285'den yargılanıyoruz?

Soruşturma sayısı azaldı, dava sayısı çoğaldı. Soruşturma sayısı azalınca, soruşturmanın gizliliği ile ilgili suç işleyecek soruşturma kalmadı. Soruşturma suç şüphesiyle başlar, Cumhuriyet Savcısı'nın iddianameyi yazmasıyla, mahkemeye o iddianameyi ve dava dosyasını göndermesiyle devam eder. İddianamenin kabulü ile dava açılmış sayılır. Gizli kalması gereken bu süreçte, siz herhangi bir adli işlemi, şüpheli ifadesini yayımlarsanız, yazarsanız, bu soruşturmanın gizliliğini ihlaldir. Örneğin "Bir operasyondan 35 kişi gözaltına alındı", bir haberdir. Ama gözaltına alınanların emniyetteki ifadesini yayınlarsanız, soruşturmanın gizliliğini ihlaldir.

TCK 288?


İddianameyi haber yaparsınız, bu adli haberdir. Ama yorum katarsanız, haberinizde etkileme söz konusu olursa, ceza davası açılabilir. Örneğin dava dosyasından bir belgeyi alıp "İşte namussuz, bakın neler çalmış!" derseniz, suçtur. Çünkü iddianame yazıldı ama hüküm kesinleşmedi. Onu mahkemede yargıç yargılayacak, siz medyada mahkeme kuramazsınız.

Bu noktada Başbakan'ın, Dışişleri ve İçişleri bakanlarının gazetecilerle ilgili söyledikleri?
Bu siyasetçiler
TCK 288'i ihlal ediyor. Böyle bir şey yapamazsınız, suçtur.

O halde dava açılabilir mi?

Herhangi bir savcı fezleke düzenler, TBMM Başkanlığı'na gönderir; siyasilerin görev süreleri bitince o dava görülür. Ama bu anlamda iktidardaki siyasiler hakkında,
TCK 288'den fezleke düzenlenip, Meclis Başkanlığı'na gönderildiğine dair bir haber okumamışsınızdır. Savcılar genellikle bu durumlarda fezleke düzenlemiyorlar. Hatırlayın geçmişte TCK
288'den ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu için fezleke düzenlendi. Bu anlamda ana muhalefet için düzenleniyorsa, iktidar için de düzenlenebilir.

Eskiden 301'den (Türk milletini, TC Devletini, TBMM'yi, hükümeti, yargı organlarını, askeri ve emniyet teşkilatını aşağılamak) çok dava vardı, son düzenleme ile davalar azaldı. 301 davaları azaldı ama bana göre o madde kaldırılmalı. Çünkü bugün Adalet Bakanı'nın iznine göre davalar azalıyorsa, yarın bakan değiştiğinde çoğalabilir de.

Bu, garip değil mi?

Garip değil ayıp bir şey. Çünkü Adalet Bakanı yürütmede görevlidir, siyasetçidir. Yargı bağımsızdır. Herhangi bir fiilin yargılamayı gerektirip gerektirmediğiyle ilgili izni Adalet Bakanı veriyor. Demek ki Adalet Bakanı'nın izin konusundaki tayin ve takdiri, savcının tayin ve takdirinin önüne geçiyor.

Hakaret davaları nasıl işliyor? En basit eleştiride bile
TCK
125'ten (yayın yoluyla hakaret) dava açılabiliyor mu?
Eleştiri, eleştiridir. Bu eleştirilerin suç olmamasını sağlamak lazım. Bunun için 125'inci maddeyi
TCK
'dan kaldırmanız, hakareti suç olmaktan çıkarmanız gerekir. Herhangi bir siyasetçi kendine hakaret edildiğini düşünüyorsa, hukuk mahkemesine gider, manevi tazminat davası açar. Ama eleştiriler nedeniyle yayın yoluyla hakaretten dava açılmaz, ayıptır. Manevi tazminat davaları, olayın oluşuna göre değişir. Eleştiri sınırlarının aşılıp aşılmadığına bakılır. Onunla ilgili de yargının elinde belli kriterler ve ilkeler vardır.

TCK
216 (Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama) davaları da azalıyor mu?
Maddedeki suçun unsurlarında değişiklik yapıldı. "Açık ve yakın tehlike" kavramı konulduğu için artık daha az dava açılıyor.

Ölüm Pornosu, Yumuşak Makine davalarından bildiğimiz
TCK
226/2 (müstehcen yayınların yayınlanmasına aracılık etmek) var. Bu davalardaki sıkıntı nedir?
"1117 Sayılı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kanunu" kaldırılmalıdır. Çünkü bu kanunla resmi bilirkişilik kavramı kabul ediliyor. Eserin müstehcen olup olmadığına bu kurul karar veriyor. Hâlbuki bir eserin edebiyat eseri olup olmadığına edebiyat fakültesinden birileri veya romancılar karar verir. Devlet eliyle kurulmuş resmi bilirkişilerden oluşan kurul, karar veremez, vermemelidir.

TCK
318 (Halkı askerlikten soğutma) yine gündemde...
318 kaldırılmalıdır. İnsanların vicdani ret hakkının dünyada tanındığı bir zamanda, bu maddeyi
TCK
'da muhafaza ediyorsanız, demokratik bir ülke değilsinizdir.

Bu maddelere bakıp, Türkiye'de basın özgürlüğünden bahsedebilir miyiz?

Basın özgürlüğünden rahat rahat bahsedebilirsiniz. Ama bu sizin rahat rahat yargılanmanıza engel değildir. Buradaki en önemli kavram, ifade özgürlüğünün önce özellikle kişiler tarafından Türkiye'de içselleştirilmesinin kabul edilmesidir. Bu kabul kamusal ve toplumsal anlamda gerçekleşmediği sürece, bu tür davalar sürer.

Bu şartlarda haber yapmak zor.
Yaparsınız, engel yok ama hakkınızda soruşturma açılabilir ve yargılanabilirsiniz. Ceza tehdidi olmadan haber yapmak, basın özgürlüğüdür. Ülkenizin demokratik sistemini ve yasalarını buna göre düzenlemelisiniz. Mesela Anayasaya "Basın özgürdür. Aksine kanun yapılamaz" hükmünü koyabilirsiniz.

Bu yapılabilir mi? "Basın dokunulmaz mı olacak?" denilmez mi?

Niye olmasın? Basın özgürdür; "Dokunulmazdır" demiyorum. Özgürlük aleyhine kanun yapamazsınız, koruyucu kanunlar yapmalısınız.

Öngörülen düzenlemeler, tabloyu iyileştirir mi?
O düzenlemelerde cezaların azaltılması, süren dava ve soruşturmaların ertelenmesi söz konusu. Bu da, esasını tartışmadan sorunu ertelemektir.

Başbakan gazeteciler için "Onlar gazeteci değil terörist" dedi. Kendisi de
TCK
312'den (halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek) hüküm giymiş, "Şiir okuduğum için cezalandırıldım" demişti. Bu durumda ona da "Provatör" yakıştırması yapılabilir mi?

Bu, doğru bir yaklaşım değildir. Birinin yanlış eyleminden dolayı, aynı şekilde yanlış sıfatla yanıt vermenin gereği yok. Ancak şunu söyleyebilirsiniz: Bir ülkenin başbakanı okuduğu şiirden ötürü, ifade özgürlüğünün ihlali yüzünden cezaevinde kalmışsa, ifade özgürlüğü hakkını kullananlara karşı daha toleranslı olmalıdır. (Bianet)

 

 

Gazeteniz Önder'in 1995 yılından bu yana avukatlığına da yapan Fikret İlkiz, Gazetemizin İmtiyaz Sahibi Celal Bozkuş'un kızı Dilara Bozkuş Uzun hukuk fakültesini bitirdiğinde yanına almış ve 1.5 yıl süren stajında deneyimlerini paylaşmıştı. Fotoğrafta gazetemizin iki avukatı yanyana görülüyor.

 

 

FİKRET İLKİZ KİMDİR?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Fikret İlkiz, İstanbul Barosu'na kayıtlı olarak Avukatlık görevini sürdürmektedir.

Fikret İlkiz; İstanbul Barosu Dergi Yayın Kurulu Üyeliği (1992-2003), İstanbul Barosu Staj Eğitim Merkezi (SEM) Kuruculuğu ve Yürütme Kurulu Üyeliği ve SEM AİHS ve Bireysel Başvuru Bölüm Başkanlığı (1996-2002), Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma Uygulama Merkezi Yürütme Kurulu Üyeliği (2002-2005), Basın Konseyi Hukuk Danışmanlığı ve Genel Sekreter Vekilliği (1992- 1996), Cumhuriyet Gazetesi Avukatlığı ve Hukuk Danışmanlığı (1982-2004) ve Cumhuriyet Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürlüğü (1997-2002) görevlerinde bulunmuştur.

Av. Fikret İlkiz, halen NTV/CNBC-e Hukuk Danışmanlığı görevine devam ederken, aynı zamanda Güncel Hukuk Dergisi Genel Yayın Koordinatörlüğü, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeliği, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeliği, Bilgi Üniversitesi Hukuk ve İletişim Fakültesi Öğretim Üyeliği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Hukuk Danışmanlığı'nı da sürdürmektedir.

Av. İlkiz, aynı zamanda Basın Konseyi ile Dayanışma Vakfı Kurucu Üyesi, Umut Vakfı Mütevellisi ve Yönetim Kurulu Üyesi, İnsan Hakları Kurumu Vakfı Kurucu Üyesi, Türk Ceza Hukuku Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Onursal Üyesi'dir ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 1998 Basın Özgürlüğü Ödülü sahibidir.