Nuri Öztürk, Kdz. Ereğli’deki anılarına devam ediyor. Öztürk’ün yeni yazısı yine sizi eskilere götürecek ve belki de iç çekeceksiniz.

*

Uzun çarşıdan yemeniciler çarşısına girerken bir köşede Pideci Erol’un diğer köşede Gütte Paşanın dükkânı vardı.

Sokağın köşesinden dönmüştü ki, ileri de bir kalabalığın toplandığını gördü.

Kalabalığa doğru yürüdü, Kalınkaş Mehmet Efendi’nin oğlu “Beybaba’ dükkânının önündeki hasır taburesine oturmuş hem çekirdek çitletiyor arada bir de elindeki gazetenin spor sayfasına bakıyordu. Bembeyaz teni vardı, saçları kaşları bembeyazdı “beybaba” lakabıyla bilinirdi, kısaca Beyba derlerdi adını pek kimse bilmezdi.

“Ne var orda “dedi

Başını kaldırıp yüzüne bile bakmadı” Bırak yaa, boş işler bunlar” anlamında elini sallamakla yetindi.

Uzun çarşıda İzmirlioğlu’nun iki üç dükkân üst tarafında Rahmi Ulukaya gıda toptancılığı dükkânı açmıştı. Ülkede gözle görülür değişiklikler oluyordu. Kasaba da bu değişimlerin etkisine girmişti.

Zaten fabrikanın açılmasından sonra, kasabada birçok şey hızla değişmeye başlamıştı.

Piyasaya yeni yeni tüketim malları sürülüyordu. Kutular içinde çeşitli isimlerde satılan toz deterjanlar da bu yeni tüketim malzemelerinden biriydi. Firmalar piyasadan en fazla payı kapma yarışına girmişlerdi. Çeşit çeşit promosyonlarla kendi markalarının isimlerini en üste çıkarmayı hedefliyorlardı.

Tüketim toplumu olma yarışının ilk adımları da kasabada hızla atılıyordu.

İşte bu toz deterjan firmalarından bir tanesi, kutularının içerisine harfler koymuştu, kampanya hediyesi olan arabanın ismini bu harflerle tamamlayana araba hediye edecekti.

Terzi Hacı, dükkânı ’nın tam karşısındaki Toptancı Rahmi’nin dükkanındaki deterjan kutularını birer birer açtırıyor, kutulardan boşalan deterjanları çuvala doldurtuyordu. Çıkan harfleri yanyana diziyordu, ama altı harf bir türlü tamamlanmıyordu. Dört, beş harf tamamlanıyor, arabanın ismini tamamlayacak o son harf bir türlü çıkmıyordu.

Hacı abi yeter artık, ne yapacaksın bu kadar deterjanı” diyene “olum, boşa gidecek değil ya, evde her zaman lazım bu” diyordu. Çuval da tüm mahallenin çamaşırlarını yıkayacak kadar deterjan birikmişti. Kapı komşusu Bakkal Mehmet Kesimya hacı, biraz da bize bırak” diye sabırsızlanıyordu.

Fazla oyalanmadı, Berber Metin’de saç tıraşı olacaktı. Yukarıya doğru yürümeye başladı. Kaneri ağzındaki tarihi kale duvarın dibinde Berber Metin’in dükkânı vardı. Kasabanın gençlerinin uğrak yeriydi. Kalfası Özcan’la birlikte çalışırlardı. Sonralar da Metin berberliği bırakıp Almanya’ya çalışmaya gitti. Daha sonralarda orada Kaneri Kadın Giyim mağazası açılmıştı.

Manaş’ın Fırının önüne gelmişti ki, arkadaşı koluna girdi. Birlikte yürümeye başladılar.

“Duydun mu “dedi.

“Neyi” diye sordu.

“Aybek’le Usta’nın son olayını”

“Ha ya, pazaryerinde bir şeyler diyolardı, tam anlamadım, bu sefer ne olmuş” diye merakla sordu.

Bunlar çileği akşamdan kamyona sarmışlar, sabaha karşı yola çıkmışlar. Hem Üskübü civarında, hemde Yarımca da iki defa lastik patlamış. Aybek, “hava da sıcaktı asfalt ateş gibiydi” diyomuş, İkindi ’yi geçmiş Harem’e inmeleri”

Eee haliyle karşıya geçip, Eminönü’ndeki hal ambarlarına varmaları da vakit almış deyince, dayanamadı “eyvaaah hamallar malı indirmemişler deme “dedi.

Yaa hamallar baştan nazlanmışlar tabi. Aybek’te ustaya söylemiş “bunları biraz gör de malı akşamdan teslim edelim, sabaha ezilir bu, başımıza iş almayalım” demiş, Âmâ usta biraz nazlanıp, işi ağırdan alınca hamallar paydos edip gitmişler.

“Beyoğlu’na çıkacak ya aklı ordadır onun”

Aybek’te öyle diyomuş, “sanki orası kaçıyo, ama gelde anlat Usta ’ya” demiş.

“Eee sonra “diye merakla sordu.

Ne olacak ki, bunlar feneri de geç vakit söndürünce haliyle sabah ambarlara da geç inmişler, bi kamyon çileğin yarısından fazlası ezilmiş çöp olmuş, Aybek, mazot parası çıktımı, çıkmadı mı bilmiyom” demiş.

Bunların heyecanlı bir halde konuşmalarını duyan, Konservecilerin Ali “telaşe yok uşakla telaşe yok” diye yanlarından yürüyüp geçti.

Arkasından seslendi” Ali Abi senin çileklerin başına ne işler gelmiş, biliyon mu” dedi.

Ali usta hem aşağıya doğru yürüyor hemde, gülüyordu “sorma ya sorma, duymaz mıyım duydum duydum, telaşe yok” diyerek yoluna devam etti.

Ali usta konserve ’de, namı çoktan kasaba dışına taşmış çok güzel çilek reçeli yapardı. Mevsimi geldiğinde, reçel yapımı başladığında konserveden etrafa çok güzel mis gibi çilek aromasının kokusu yayılırdı.

Geçmişte o kokuyu hissetmiş, içine çekmiş olanlar, şimdilerde o civardan geçerken kasabanın o müthiş çileğinin o olağanüstü kokusunu eminin çok özlüyorlardır.

Kaneri ağzına gelmişlerdi arkadaşından ayrıldı, Berber Metin’in dükkanına girdi, Berber Metin müşterisi, Sanat Mektebinin hocası Ali Cambaz’ı uğurluyordu, ikiside gülüyorlardı. Berber Metin “gel gel” dedi,” Ustanın son macerasını duydun mu?

Tam koltuğa oturmuştu ki, Berber Metin’in iyi tanıdığı Bölücek ’li köylü elinde bir sepet çilekle selam verip içeri girdi.

Şeref Abi’ye de baktım ama yokmuş, birazdan gelecekmiş” dedi, “küçük oğlan va dükkânda”, diyerek sandalye ’ye ilişti.

Sohbetleri yarım kalmıştı, Berber Metin köylü ’ye döndü,

“Büyük oğlanı everdin, sıra küçük oğlana geldi, ne zaman bitiyor askerliği, köylerde ne var ne yok” diye misafiriyle laflamaya başladı.

“Valla bugüne şükür, yuvarlanıp gideyoz, pek yaramazlık yok, oğlanda iki aya varmaz hayırlısıyla bitirip gelirse onu da pavrikaya sokabilirsek, inşallah” diyerek kısaca durumu anlatıverdi.

Aslında pek de öyle değildi. Babası Kandilli ’den malulen emekli edilmişti. Hoş o zamanlarda madenden emeklilikler hep malulen oluyordu. Babası çok yaşamamış rahmetli olmuştu.

Kendisi normal zamanında emekli olmuştu. O da madenden Kandilli Yeni Kuyu’dan emekliydi. Âmâ emekli olduğundan beri ne öksürmesi ne de nefes darlığı bitmişti. Hele fabrikanın dumanı ve kokusu köyün üzerine çöreklendiğinde öksürüğü biraz daha çoğalıyordu. Köye geçen seneye nazaran bu sene biraz daha fazla fabrika dumanı gelmişti, lakin rüzgâra kim karışırdı ki, öyle esmişti. Kadınlar tarlalardaki sebze yapraklarının erkenden sarardığını söylüyorlardı.

Bunları aklından geçirdi ama, küçük oğlanın askerden gelip işe girme ihtimaline karşılık söyleyemedi. Neme lazım birisi ters bişey deyiverirdi.

Pavrika’da çalışanların keyfi yerindeydi. Servis gelip köyden alıyo, iş bitince tekrar köye getiriyodu, Maiş de iyidi.

Kendisi öyle mi çalışmıştı. Köyden bi gittin mi bir ay geri gelmek yoktu. Pavyon ’da yatıp kalkacaktın, çamaşırını kendin yıkayacaktın. Allah bu Pavrika’yı kurandan razı olsun diye içinden geçirdi. Gave önlerinde vakit öldüren delikanlılar, iş güç sahibi olmuşlardı.

Dükkânın kapısının önünde” kahveci Refikle birlikte meslektaşı Katırcı Ziya” selam verip, durdular, kapı önünden laflamaya başladılar.

Kahveci Refik, köylüyü tanıyordu.

“Köylerde ne var ne yok, oğlan tezkere aldı mı” diye sordu,

“Yok daha iki ayı var” diye cevapladı

Onu bari fabrikaya sokma, köyde bağ bahçe işlerini yapacak adam bırakmadınız be, yakında sizde bizim gibi pazara alışverişe geleceniz” dedi. Katırcı Ziya hemen lafa girdi” Bunları artık bağlasan köyde tutamazsın, yakında köylülerden pazara zerzevat diye bişey gelmez, bey oldu bunla bey” dedi.

Köylü” bunlar ne bilecek köy halini, zorunu, zahmetini, gençlerde haklı, kolay mı tarlayla ugraşmak”diye aklından geçirdi ama yine bir şey söylemedi. Bir an önce “Terzi Şeref’in yanına gidip oğlanın işini bir konuşayım” diye düşündü ayağa kalktı.

“Ağalar bana müsaade” dedi.

Berber Metin” Ağa borcumuz ne kadar” dedi.” Ne borcu canım” diye cevap verdi. Metin “olmaz olmaz” deyince, Aşada karışık sepete 2,5 diyola dedi.

Anlaşılmıştı, bu fiyattan aşağı olmaz diyordu, Teşekkür etti. Parasını verdi.

Dükkandakiler onu uğurladı.

İki tane terzi Şeref vardı. Birisinin dükkânı Berber Metin’in iki dükkân altındaydı. Alaplı Konak köyündendi. Aslında adı Şerafettin’di, kasabalı adını kısaltarak söylerdi. Üç erkek evlat sahibiydi.

Diğerinin dükkânı çarşı içindeydi o da Alaplı Eleşler köyündendi. Onun da üç erkek evladı vardı. Parti işleriyle de ilgilenirdi, tanıdığı çoktu” terziliği bırakıp hazır giyim işine, konfeksiyona girecek “diyorlardı.

Berber Metin tıraşa devam ederken, Katırcı Ziya’ya döndü,” bu senenin yavrularından iyi bişey var mı “dedi.

Kahveci Refik “va va ben dün gördüm, iki tane va” dedi.

Refik abi öyle diyosa, bakmaya gerek yok birini bana getiriver “dedi.

Berber Metin dükkanında Çembercik beslerdi. Üç beş senedir beslediği kuşu ölmüştü. Yeni bir kuş almak istiyordu.

Katırcı Ziya kuş yakalama, onları kafeste besleme delisiydi. Çembercik ve Flurya kuşlarının sağlıklı olanını, iyi ötenini havada uçarken anlardı. İşin tam uzmanıydı. Kahveci Refik’te öyleydi ama Katırcı Ziya kadar kimse olamazdı. Kanarya da beslerdi, onları çiftleştirerek çoğaltır, diğerlerini doğadan yakalardı. Kavak dibi taraflarındaki kahvesini, Bakırcılar çarşısında Gazeteci Bayramın üst katında genişçe bir dükkâna taşımıştı.

Kahvenin duvarlarında onlarca kuş kafesi vardı. Kanarya, Çembercik, Flurya sesinden zaman zaman kahvede sohbet etmek bile zorlaşırdı, insanların sesi çoğaldıkça kuşların ötüşleri de çoğalırdı.

Ören köyü, Kestaneci Köyü, Kemer köyü taraflarında avlanırdı.” Sabahın ilk saatlerinde ağını kurar, ağın içine badalyasını koyar, çağırıcı kuşunun kafesini ’de özenle yerine yerleştirir, bir taraftan kuş tutar bir taraftan şarabını içerdi”.

Dünya yansa umurunda olmazdı.

Kahveci Refik’te farklı değildi ki, av zamanında Kayabaşı altındaki evinden sabah ezanında, av tüfeğini omzuna alıp çıkar, Çeştepesi ’ne, Kemer Arkasına, Kestaneci köyüne yürüyerek gider avını yapar gelirdi. Nereden bakarsan bak en aşağı sekiz on kilometre yürürdü.

Berber Metin tıraşa devam ederken aynadan Dalgıç Eo’yu gördü “çağırın şunu çağırın, yine sepeti doldurmuş “dedi.

Katıcı Ziya “duymaz o duymaz, el edin görür” diye ikaz etti.

Dalgıç Eo (adını pek kimse bilmezdi) Zungur mahallesinde oturuyordu. Kulakları duymuyordu. Çocukluğundan beri denize dalardı. Uzun müddette denizin dibinde kaldığından olsa gerek kulakları ağır derecede işitme kaybına uğramıştı. Kasabada onun kadar denizin dibinde uzun süre nefes almadan durabilen kimse yoktu. Bir sepet midyeyi sepete doldurmadan denizin dibinden çıkmazdı.

Hala da geçimini midye çıkartıp satarak, motorların altında bir problem olursa, dalıp o sıkıntıyı çözerek çıkartırdı. Oldukça da yaşlanmıştı, kulakları artık hiç duymuyordu.

Sepetin içi pırıl pırıl temizlenmiş midyelerle doluydu. Berber Metin hepsini aldı parasını verdi.

Kahveci Refik” yarısından pilav yap pilav, tam pilavlık bunla” dedi

Katırcı Ziya” hay godunum hay” diye ekledi. (Kasabalı bu cümleyi çok çok güzel anlamında kullanırdı)

Ben bundan başka kimseden midye almam, Eo her yerden midye çıkartmaz haa, ta mendireğin iç tarafına kadar gider, oradaki kayalardan çıkartır, orda deniz çok temizdir “dedi.

Dükkandakiler başlarıyla onayladı.

Kasabalı, köylerdeki gençlerin tamamının fabrikada işe girmelerini istemiyordu. Pazara yerli taze meyve, sebze gelmeyeceğinden endişeleniyordu.

Midye alırken bile denizin neresinden çıkartıldığına dikkat ediyordu.

Kasabalı, o zamanlarda küçük şeylerden mutlu olup, keyifle yaşıyordu.