Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Zonguldak İl Örgütü Yönetim Kurulu “EKMEK, YAŞAM VE ÖZGÜRLÜK İÇİN BİR YOL VAR!” başlıklı yeni yıl mesajında, Türkiye sonu görünmeyen karanlık bir tünelde ilerliyor. 15 güne sığan olaylar dahi ülkemizin nasıl bir felakete doğru sürüklendiğini ortaya koymaya yetiyor. Patlayan bombalar, suikast ve ölümler…” dedi.

ÖDP, insanlarımızın hiç bir yerde can güvenliği kalmadığını, kimsenin sokağa korkmadan çıkamadığını belirterek “Siyasal İslam toplumu parçaladı, ülkeyi ateşe verdi. Ekonomide kriz dalgası büyüyor. Esnaf kepenk kapatıyor. Dolar tırmanıyor, emekçinin alım gücü, sofrasındaki ekmek azalıyor.” Sözlerini şöyle sürdürdü:

“Karanlığın içinde solmuş ve yıkık bir ülke haline geldik.

Türkiye bu noktaya kendiliğinden gelmedi. AKP’nin politikaları ve tercihleri ülkemizi bu noktaya getirdi.

Türkiye, Ortadoğu’da süren paylaşım savaşının merkezlerinden birisi haline getirildi. Suriye’de emperyalizmin tezgâhında şekillenen iç savaş adım adım ülkemize taşındı. AKP’nin Suriye’de rejim değiştirme hevesiyle izlediği politikalar bir bir iflas etti. Türkiye, ‘küresel bir güç’ olmak bir yana uluslararası alanda itibarını kaybetmiş, güvenilir olmayan ve üzerine oynanır bir ülke konumuna itildi. Bugün bu politikaların içerde ve dışarda acı sonuçlarını yaşamaya devam ediyoruz.

AKP, bu felaket tablosu yanında savaş ve Başkanlık dayatmasıyla tam anlamıyla bir karanlığı, çözümsüzlüğü ve kaosu temsil etmeye devam ediyor.

Türkiye hızla bu cendereden çıkarılmalıdır.

ÜLKEMİZ KARANLIĞA MAHKUM DEĞİL! ÇÖZÜMSÜZ DEĞİLİZ!

*Demokrasi İklimine Geçilmeden Ekonomide Herhangi Bir Toparlanma Beklenmemelidir!
Öncelikle ekonomik süreçler halk lehine örgütlenmeden, hukukun üstünlüğü sağlanmadan, demokrasi ve insan haklarına saygılı bir iklime geçilmeden ekonomik krizin eşiğinden dönmenin, ekonomik kırılganlıkları aşmanın mümkün olmadığı bilinmelidir.
Ekonomi ve devlet yönetiminde “liyakati” benimseyen, kamu hizmetlerinin işin ehli tarafından yürütülmesini sağlayan bir zihniyet hakim kılınmadığı müddetçe devletteki iç çelişkiler, çürüme, yozlaşma öğelerinin artacağı bilinmelidir. Bugün bir yanda geçmişin iktidar ortağı Cemaatçiler bürokrasiden temizlenirken, öte yanda diğer cemaat ve tarikatların ve bilumum yandaşların nüfuz savaşları yaşanıyor. Kamu üzerindeki bu dinci nüfuz paylaşımı sona erdirilmelidir.

Eğitim sisteminin dincileştirilmesiyle, çağın gerektirdiği bilgi ve becerilerle donanmış nesillerin  yetişmesi ve ekonomi ile toplumsal yaşamda sorumluluk alması mümkün değildir. Eğitimdeki dincileştirme politikalarına son verilmelidir.

Üçüncü köprü, Avrasya Tüneli, Şehir Hastaneleri vb. büyük altyapı yatırımları, “kamu özel sektör ortaklığı” yolu ile ülke kaynaklarını sermayeye peşkeş çeken, bütçe açıklarını daha da büyüten, faturayı sade yurttaşa yükleyen bir yöntemle yapılıyor. Tüm bu ihaleler açıklanmalı, şeffaflık sağlanmalı, ülke ve kamu zararına sözleşmeler feshedilmelidir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP yetkililerinin yıllardan beri savunduğu neoliberal kurgu içerisinde ülkenin dış borçları 421 milyar dolara, reel sektör şirketlerinin döviz borçları 310 milyar dolara, döviz mevduatları ise 170 milyar dolara yükselmiştir. Bu yüklerin zaman içerisinde bir plan dâhilinde yeniden yapılandırılması gerekecektir. Bu sistem içerisinde yetkililere kanıp döviz pozisyonu alan yurttaşları ”hainlikle dış güçlere hizmetle” suçlamak hakkaniyetli değildir. Öncelikle tüm Saray çevresinin, AKP milletvekili ve yöneticilerinin başta döviz hesapları olmak üzere tüm hesapları ve işlemleri şeffaf hale getirilmelidir. Halk bu şahısların döviz pozisyonunu “sıfırladığından” emin olmalıdır.

Turizm  önemli ölçüde  döviz ve istihdam sağlayan bir sektör olmak yanında, kültürel alışveriş ve dostluk kapısıdır da. Turizm gelirlerinin % 35-40 gerilemesi ve sektörün çöküntüye sürüklenmesi süreci ancak huzur ortamının  sağlanması, ülkenin cihatçı çetelerin ve şiddet örgütlerinin savaş alanı olmaktan çıkarılmasıyla mümkündür.

*TÜRKİYE’NİN GÜVENLİĞİ EL-BAP’TAN DEĞİL KENDİ SINIRINDAN BAŞLAR. “AKTİF DIŞ POLİTİKA” DEDİLER, “YÜZÜMÜZÜ ORTADOĞU’YA DÖNELİM” DEDİLER ÜLKE OLARAK YÜZÜMÜZ GÖZÜMÜZ KAN İÇİNDE KALDI

– AKP, Türkiye’nin geleneksel dış politikasını eleştirdi, pasif buldu ve “aktif dış politika” adı altında, yeni-Osmanlıcı fantezileri devreye soktu. Komşu bir ülkenin rejimini değiştirmek, egemenlik hakkını ihlal etmek, bölgesel güç olmak olarak sunuldu. Yüzümüzü İslam coğrafyasına dönelim dediler, bölgedeki siyasal İslamcı yapılarla ittifak geliştirdiler. Sonuçta ülke olarak yüzümüz gözümüz kan içinde kaldı. Türkiye’nin ne sınır güvenliği ne içerde insanlarımızın yaşam güvenliği kaldı. IŞİD zalimliği en son iki askerimizle ilgili bir video dolaşıma soktu. Bu konuda hükümet hiçbir açıklama yapmadı. Hükümet bu suskunluğa son vermeli, iddialara ilişkin kamuoyuna gerekli açıklamayı yapmalıdır.

– Ülkemizin güvenliği Suriye’nin içinde ve El-Bap kapılarında aranmamalıdır. Türkiye’nin işi komşu bir ülkenin rejimini değiştirmeye çalışmak, egemenlik haklarını ve toprak bütünlüğünü tehdit eden güçlere destek vermek ve bunun için silahlı güçlerini komşu ülkenin topraklarına göndermek olmamalıdır. Yoksul Anadolu çocuklarının bu bataklıkta ölümle ve IŞİD vahşetiyle daha fazla yüz yüze bırakmadan Suriye’den çekilmeli, ÖSO dahil tüm iç savaş güçlerine verilen her türlü destek kesilmelidir.

 Türkiye, güvenlik hattını kendi sınırında kurmalıdır. Sınırda kaçak geçişler engellenmeli, IŞİD başta olmak üzere cihatçı çetelerin içerdeki hücreleri ve örgütlenmelerine odaklanılarak, bunların ülkemiz için yarattığı risklerin ortadan kaldırılması için seferber olunmalıdır.

Suriyelileşmeye Son Vermek, Emperyalizmin Tezgahında Kurulan Etnik-Mezhepsel Savaş Dalgasından Çıkmak Ancak İç Barışı Tesis Etmekle Mümkündür

Türkiye’de Kürt sorununda süren çözümsüzlük ve savaş, Suriye’ye müdahale ile birlikte başka bir boyuta geçmiştir. Kürt sorunu, bir bölge sorunu haline geldiği oranda emperyalizmin ve büyük güçlerin bölgeye yönelik planlarının da parçası haline gelmektedir. Kürt sorununu emperyalist merkezlerin inisiyatif alanından çıkarmak için iç barışı tesis edecek adımlar hızla atılmalıdır.

-TAK insanlık dışı saldırılarına son vermelidir. TAK’ın eylemlerinin siyasi sorumlusu PKK’dir. PKK ilk adım olarak iç savaşı derinleştiren silahlı eylemlere, bombalı saldırılara koşulsuz son vermeli, silahlı güçlerini sınır dışına çekmelidir. Demokratik Özerklik gibi talepler için kimsenin kimseyi öldürmesine ve kimsenin de ölmesine gerek yoktur.

AKP iktidarı savaş politikalarına son vermeli, demokratik siyaset alanı üzerinde kurduğu baskıları kaldırmalı, Kürt sorununun barışçıl, demokratik çözümünün önünü açmalıdır. HDP’ye yönelik operasyonlar durdurulmalıdır. Halk iradesini temsil eden tutuklu HDP Eş Genel Başkanları, milletvekilleri ve Belediye Başkanları serbest bırakılmalıdır. Belediyelere atanan kayyumlar geri çekilmeli, seçilmiş Belediye Başkanları görevlerine iade edilmelidir.

*OHAL’E SON VERİLMELİ,  BAŞKANLIK ANAYASASI GERİ ÇEKİLMELİDİR!

– AKP, OHAL’in gerekçesini devletin kendisine dönük bir önlem olarak kamuoyuna sundu. Fransa örneğini göstererek kendi OHAL’ini meşrulaştırmaya çalıştı. Fakat görüldüğü üzere OHAL uygulaması AKP’nin Başkanlık rejiminin önünü açmak için başkanlık karşısındaki toplumsal kesimleri bastırma seferberliğinin aracı oldu.  OHAL’e son verilmeli, OHAL’de haksız-hukuksuz şekilde işinden atılanlar ve açığa alınanlar görevlerine iade edilmeli, kapatılan muhalif gazete ve TV’ler açılmalı, tutuklanan gazeteci ve yazarlar serbest bırakılmalıdır.

– AKP uzun zamandır ülkeyi Meclissiz, Anayasasız fiili tek adam rejimine dayalı olarak yönetmektedir. AKP, istikrarın, işin, aşın, huzurun, barışın, can güvenliğinin yolunun Başkanlık sisteminden geçtiğini iddia ediyor. Ama yaşanan gelişmeler gösteriyor ki bu kavramlara en büyük tehdit sivil diktatörlük anlamına gelecek olan Başkanlık sistemidir. Başkanlık ülkenin gündemine sokulduğundan bu yana ülkemizin başı beladan kurtulmadı. Ülkemiz gün yüzü görmedi. Başkanlık sistemi bu karanlığın katmerlenerek devam etmesidir.

AKP Parlamenter sistemin krizine işaret ederek Başkanlık sistemini dayatmaktadır. Oysa Türkiye’de gerçek manada demokratik bir Parlamenter sistem asla söz konusu olmamıştır. Bugün, Başkanlık rejimine değil yüzde 10 seçim barajının kaldırıldığı, anti-demokratik seçim ve siyasi Partiler yasasının değiştirildiği, demokratikleştirilmiş bir Parlamenter sisteme ihtiyaç vardır.

Meclis’e sunulan Anayasa değişiklik önerisi paketi derhal geri çekilmelidir.

Bu düşüncelerimizle 2017’nin bütün halkımıza, ülkemize ve insanlığa barış, insanca yaşam, özgürlük, adalet getirmesi dileğiyle, yeni yıla hoş geldin diyoruz.”