Yol yorgunluğunun üstüne ne de güzel gelmişti ama uyumak. Sabah güne enerjik ve dinç başladım vee bugün 20 Temmuz 2018. Bugün benim doğum günüm. Bu bugün dünya gezegenindeki 18.yılım. Tamam 18 olduk değişen çok bir şey olmadı ama hayalimi gerçekleştirdim bugün!
Kahvaltımızı yaptıktan sonra Omonia Meydanı üzerinden Ulusal Parka ulaşmak üzere yola koyulduk. Bu sırada yolumuzun üstünde dikkatimizi çeken birkaç binaya girdik. Bunlardan bazıları Milli Kütüphane ve Atina Deanery Üniversitesi ve Atina Akademisi. Deanery Üniversitesi Atina'da 1837 yılında neo-klasik tarzda inşa edilmiş hukuk,felsefe, tarih... gibi sosyal alanda eğitim veren en eski ve en önemli okullardan biriymiş... Ama bizi, gerek mimarisiyle gerekse binasının girişindeki Sokrates ve Platon heykelleriyle etkileyen Atina Akademisi oldu.



Soldaki ''
Boş bir kafa, şeytanın çalışma odasıdır.'' sözlerinin sahibi ve Sokrates'in öğrencisi Platon, ortadaki ben sağdaki ise ''Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.'' sözlerinin sahibi Sokrates.Şu hayatta herkes Platon ve Sokrates ile fotoğraf çekilemez işte böyle.

TANRILAR TANRISI ZEUS
Ulusal Bahçeye gitmek için Syntagma Meydanı'ndan geçerken tekrar askerlerin nöbet değişimine denk geldik ve fotoğraf çekmek için biraz duraklayıp soluğu kuşların durmak bilmeyen cıvıltılarıyla ve çeşit çeşit ağaçların karşıladığı yeşilin binlerce tonunu görebileceğimiz Ulusal Bahçede aldık ve dolaşarak kuş cıvıltıları ve yeşillikten sıyrılarak ''Yapılacak Listesi''ndeki Zeus Tapınağı'na gittik.
Olympian Zeus Tapınağı MÖ 6.yy'da inşa edilmiş ve Tanrı Zeus'a adanmıştır. Yunan toprağının en büyük tapınağı sayılıyormuş. Bazı savaş ve yağmalamalar sonucunda geçmiş yıllarda kullanılamaz hale gelmişse de kalıntılarıyla günümüzde turistler tarafından sıklıkla ziyaret edilen bir mekan.




OLYMPİAN ZEUS TAPINAĞI
Tapınağın çıkışında bu sefer listemizde görmemiz gereken Hadrian Kapısı da çıkışta bizi bekliyormuş haberimiz yok. Hadrian Kapısı, Roma İmparatoru Hadrian adına şehri ziyareti sırasında bir hatıra olarak yaptırılmış.
 
 

 Hadrian Kapısı


AKROPOLİS MÜZESİ
Akrolis'ten önceki son durağımız olan noktaya doğru giderken çantamızda suyumuzun bittiğini görünce bir markete dalıp ihtiyaçlarımızı tamamladıktan sonra Akropolis Müzesi'ne yürüyorduk ve karşımda gördüğüm gyros satan fast-food dükkanına girerek denemem gerektiğini düşündüm. Gyros bizim bildiğimiz dönerden farklı olarak domuz etinden yapılıyor olması. İçindeki baharat ve yoğurtlu sosuyla tadı lezzetliydi. Yemeğimi yedikten sonra fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla iç ve dış tasarımının çok güzel olduğu bir müzeye gelmiştik. Evet burası Akropolis Müzesi... Girişinde dışarıya kadar uzayan sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bir kuyruk vardı. Biletlerimizi alıp çantalarımızı bıraktıktan sonra yavaş yavaş gezmeye başladık. Müzede fotoğraf çekmek çoğu alanda yasak olduğu için nadir şeyler çekerek anın tadını çıkararak gezmek de güzeldi.

AKROPOLİS
Heyecandan yerimde durmakta zorlanıyordum, 45 dakika bilet sırasından sonra artık tam da olmak istediğim yerdeydim! Girişte bizi Propylaion karşıladı tabii o eski halinden pek eser kalmamıştı ama olsun. Az ileride Yunan Şarap Tanrısı Dionysus'a adanmış Dionysus Tiyatrosu bulunuyordu. İlk dikkatimi çeken şey ise sahnenin hemen önündeki protokoldü ve söylenenlere göre ilk dramalar burada sergilenmiş.
Günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş Akropolis'deki bir diğer eser ise Odeon of Herodos Atticus. Günümüzde hala konserlere ev sahipliği yapmakta ve ben sanki bir zaman yolculuğundaydım. Yoğun bir kalabalığın olduğu tarafa giderken anlamıştım karşıma Parthenon Tapınağı'nın çıkacağını. Artık tam da olmak istediğim yerdeydim ve amacıma ulaşmıştım... 




Parthenon Tapınağı 5. yy'da inşa edilip Tanrıça Athena'ya adanmıştır. Yunan mimarisinin en mükemmel ve en önemli eserlerinden ve aynı zamanda Atina demokrasisinin sembolü sayılmaktadır. Geçmişte kilise, Osmanlı İmparatorluğu Yunan topraklarını yönettiği zaman cami, 17. yy'da cephanelik olarak kullanılmış. Ancak, 2. Viyana Kuşatmasında Osmanlı bozguna uğrayınca Venedikliler tarafından vurulmuştur. Fotoğrafta gördüğünüz bu inşaat da 1983 yılından beri yapılan restorasyon çalışmalarından dolayıdır.
Nike ve Erechtheion Tapınaklarını görüp etrafı dolaştıktan sonra çıkmaya karar verdik. İnternet ortamında ''Komşuda Ne Oluyor'' da dolaşırken Akropolis'in eteklerinde Anafiotika diye bilinen bir bölge olduğunu okudum ve fotoğraflarda incelediğim kadarıyla tıpkı Yunan adalarındaki yerlere benziyordu, beyaz duvarları, mavi kapı ve pencereleriyle... Burada yaşayan insanları rahatsız etmeden tek kişinin girebileceği darlıktaki sokakları dolaştık. Bu bölgenin çok fazla kişi tarafından keşfedilmediğini düşünüyorum. Çünkü bizden başka kimsecikler yoktu. Annemin ve babamın bu yerlere sanki daha önce gelmişim gibi çok kolay yol bulmamdan gözlerindeki şaşkınlığı ve böylesine güzel yerleri görebilmesinin mutluluğunu okuyabiliyordum.
 
Soğuk bir şeyler içmek için Plaka bölgesine geçtik. Merdivenlerden inerken garsonların davetlerinden sıyrılarak kırmızı sandalyeleriyle bizi kendine çeken Apollonia Lyra Kafe'de açlığımızı yatıştırsın diye bir Yunan salatası yedik ve serinlemek için bir şeyler içtik. Çalışanlar çok sıcakkanlıydı, onlar bana Yunanca kelimeler ben de onlara Türkçe kelimeler öğrettim, biraz siyaset, biraz kültürlerden bahsettik. Salatamızı bitirip buzzz gibi karpuz ikramlarından sonra Yunanistan'ın İstiklal'i Ermou Caddesine doğru yola çıktık. Ufak tefek şeyler aldıktan sonra Monastiraki Meydanı'nda bulunan Bairaktaris tavernaya uğradık. Bairaktaris tavernaya çok övgüler geldiğini okumuştum.


TÜRK-YUNAN DOSTLUĞU
Bairaktaris Taverna 1879'dan günümüze kadar hizmet veriyor. Sahibi İstanbul Rumlarından Niko Bairaktaris kendisiyle tanışmak için zamanımız olmadı ama tavernanın içindeki fotoğraflarla görebildik kendisini. İçeride Erdal Özyağcılar ve Mehmet Ali Birand'ın fotoğrafları da var. Garsonlar masamızı gösterirken onlarla da sohbet etme fırsatı bulunca Türkiye'den geldiğimizi ve bugün doğum günümün olduğunu söyleyince canlı müzik alanının hemen önünden yer verince sevindik. Yunan rakısı uzo eşliğinde yemeklerimizi yiyip müziğin keyfine dalıyorduk. Müzisyenler ara verdikleri zaman da onlarla sohbet etme fırsatı yakalayınca Türk ve Yunan dostluğundan bahsetmek ve müziklerine döndükleri sırada bugünkü tüm şarkılarını Türkiye'ye hediye ettiğini söylemesi bizim için güzel bir jestti. İlerleyen saatlerde yarına dinç başlamak için otele gittik.


-İpek CİNOKUR