Cumhur Aksel, yazdığı “Amerika Birleşik Devletleri Anonim Şirketi” kitabı Amerikalı düşünür ve eylem adamı Howard Zinn’in ölümsüz anısına ithaf etti.

 

Aydınları satın alınmış ve/veya en azından korkuya mahkûm edilmiş bizim gibi ülkelerde umutsuzluğa kapılanlar her zaman bir Atatürk daha bekleme duygusu geliştirmişlerdir. Dahası da var: Eğer böyle susarak ve günlük kısır politik (kariyer) tartışmalara kapılırsak, bir “Osman Gazi” bekler duruma gelme ihtimalimiz de vardır… Dolayısiyle, bugün Müslümanlığı da kullanarak istikbâlini ABD’ye bağlamış çevrelerin, bağlanmayı göze aldıkları merkezleri deşifre etmenin tam zamanıdır/zamanıydı.

 

Kozlu’da doğan ve TED Zonguldak ve Eskişehir Maarif Koleji’nden sonra girdiği hukuk fakültesinden ayrılarak TİP üyesi olan Cumhur Aksel 2002 yılında doğduğu topraklara geri dönerek “Amerika Birleşik Devletleri Anonim Şirketi” kitabını yazdı.

Kitabını Amerikalı düşünür ve eylem adamı Howard Zinn’in ölümsüz anısına ithaf eden Cumhur Aksel, kitabının içeriğiyle ilgili ayrıntılı bilgi verirken, düşüncelerine itirazı olan herkes ile tartışmaya açık olduğunu vurguladı.

Aksel, Gazeteniz Önder’e yaptığı  ziyaret sırasında yazdıklarıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi:

“Bu kitap, Batı Düşüncesi’nin zirve noktası olarak kabul edilen Amerika Birleşik Devletleri’nin insanlığın geri kalan bölümünden nasıl hızla uzaklaştığını, hangi süreçlerden geçerek Dünya’nın diğer insanlarına yabancılaştığını özetleyen bir çalışmanın ilk bölümüdür. Çok daha önceleri aydınlarımızın, bilim adamlarımızın yapması gereken bir çalışmaydı bu. Ama, halka doğruları, gerçekleri bütün çıplaklığıyle söylemesi gereken bu insanlar maalesef ya satın alınmıştır, ya da aydın sorumluluğundan korkmakta, adım atma hususunda korkutulmaktadır. Ya da en azından dar politik perspektiflere mahkûm olmuş durumdalar. Dolayısiyle de iş, benim gibi akademisyen olmayan birinin sırtına yüklenmiş oldu.

Hemen belirtmeliyim ki, Avrupa ve ABD ile aramızda çok temel anlayış farkları var: Bunların başında “eşitlik” ve “özgürlük” kavramları geliyor. Yani mesel⠓insan eşitliği” kavramını Avrupa ve Amerika’nın entelektüel kesimi ile bizim sıradan insanımız tamamen farklı şekillerde algılıyor, yorumluyor. Meselâ bizim için “eşitlik”, gerçekten de insanlar arasında pek fark gözetmeyen bir eşitlik anlayışıdır. Yani en kötü ihtimalle biz bir zenciye de, bir Çinli’ye de farklı veya acaip bir tür diye bakarız ama onun da bizim gibi aklı olan bir insan olduğunu biliriz. Ama Batı Avrupalı ve—özellikle—Amerikalı için eşitlik, sadece Hıristiyan Beyaz Adam’ın kendi arasındaki eşitliğidir; diğerleri insan sayılmaz… Ne var ki, bunu bize söylemedikleri, ancak çok özel yazışmalarında sadece birbirlerine ifade ettikleri için, onların bizi de adam (yani eşit insan) yerine koyduklarını varsayarız. Politikacılarımız da bunu sahih sanıp  zaman zaman “hot-zot” ederek sopa göstermeye kalkarlar. Oysa sıradan bir Batılı politikacı dahi bilir ki, bizim gibi ülkelerdeki yöneticilerin yaptığı bu hot-zotlar, Millî Park’ta korunmaya alınmış arslanların zaman zaman kükremesinden ibarettir… (Kim bilir Batı ülkelerinin o sıradan politikacıları bile bu durumlara kendi aralarında ne kadar gülmektedir).

Bunun kadar önemli olan ikinci husus da “din”dir. Halkımıza hiç söylenmeyen, hatta tamamen gizlendiği için kolayca uluslararası politika malzemesi yapılan konu da buradan kaynaklanmaktadır: “Dinlerarası Diyalog”… Hemen belirteyim ki Hıristiyanlık, bizim zannettiğimiz gibi tek bir din değildir!.. Hıristiyanlığın mezhepleri sandığımız Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık, Batı dünyası için ayrı birer dindir… O kadar ki, zaman zaman bulundukları ülkeye ve kültür seviyelerine göre değişen bir şekilde birbirlerine soğuk dururlar; hatta hâlâ birbirine düşmanlık duyguları besleyen kitleler vardır. Ayrıca Hıristiyan halklar Yahudiliği (Yahudileri) de—aynen Müslümanlık (Müslümanlar) gibi—dinden (adamdan) saymazlar. Dolayısiyle, Avrupalı ve Amerikalı bir insan “Dinlerarası Diyalog” dediği zaman en fazla Katolikler, Ortodokslar ve Protestanlar ile Yahudiler arasındaki bir yakınlaşmadan, bir kaynaşmadan söz etmektedir; başka bir şey değil… Yani son 10-15 yıldır Müslümanlığı da işin içine katıyor gibi gözükmeleri, büyük bir operasyonun dinsel platformlara yansıtılan politik bir aldatmacasıdır…

Üçüncü ve en çok sözü edilen husus ise “demokrasi”dir. Batılı bilim adamları da, “think-tank” dedikleri üst düzey politika üreten fikir merkezleri de bilirler ki demokrasi kavramı esasen bir “insanlık ütopyası”dır; yani bir gün gerçekleşse ne güzel olacak dediğimiz şey… Oysa bugün insanlara yutturulan demokrasi kavramı, dışarıdaki merkezlerden kolayca denetlenebilen bir parlamenter sistemdir. Yönlendirilebilir bir seçim kaosuyla oluşturulan bu meclislerde, halkın falan değil, “toplum mühendisliği” denilen yepyeni motivasyon örgütlerinin dediği olur. Dolayısiyle, uluslararası kartel ve tröstler tarafından ekonomik olarak sürekli soyulan halkların zihinsel yapılanması da bu “zannettirme” anlayışına mahkûm edilerek geriletilmekte, insan malzemesi sürekli aşağılanarak kalitesiz ve seviyesiz durumlara düşürülmektedir.

Aydınları satın alınmış ve/veya en azından korkuya mahkûm edilmiş bizim gibi ülkelerde umutsuzluğa kapılanlar her zaman bir Atatürk daha bekleme duygusu geliştirmişlerdir. Dahası da var: Eğer böyle susarak ve günlük kısır politik (kariyer) tartışmalara kapılırsak, bir “Osman Gazi” bekler duruma gelme ihtimalimiz de vardır… Dolayısiyle, bugün Müslümanlığı da kullanarak istikbâlini ABD’ye bağlamış çevrelerin, bağlanmayı göze aldıkları merkezleri deşifre etmenin tam zamanıdır/zamanıydı. İşte bu nedenlerle AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ ANONİM ŞİRKETİ adlı bu çalışmaya, “BATI DÜŞÜNCESİ’NİN ZİRVE NOKTASI SAYILAN BUGÜNKÜ AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ’NİN İNSANLIKTAN UZAKLAŞMA SÜRECİNİ İZLEYEN—RESİMLİ, HARİTALI, BELGESEL VE İRONİK—EZBER BOZUCU BİR YAKLAŞIM DENEMESİDİR” şeklinde bir alt başlık ekledim. Aydınlanma felsefesinden kaynaklanan Batı Düşüncesi’nin zaafiyetini ve emperyalizmin bu zaafiyetten güç aldığını belgelediğim bu kitaba en ufak itirazı olanlarla da bütün platformlarda tartışmaya hazırım!..”

Cumhur Aksel, gazetemiz eski Yazı İşleri Müdürü Yaşar Uysal ile birlikte gazetemiz merkez bürosunu ziyaret ederek Sorumlu Müdürümüz Mustafa Kemal Bektaş ve köşe yazarlarımızdan  Eyüp Bektaş ile bir süre görüştü.