TGC 3. Babıali Şenliği’nde usta gazeteciler, dünü ve bugünü değerlendirdi

“Gazeteciler hem işsiz kalıyor hem de cezaevine düşüyor”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Şenlikleri kapsamında düzenlediği   “Babıali Sohbetleri” paneli yapıldı. Milliyet Gazetesi yazarı Nail Güreli’nin  moderatörlüğünü yaptığı panele Hıfzı Topuz, Oktay Verel, Şükran Soner, Zeynep Oral katıldı. Bugünkü medya ile Babıali basınının konuşulduğu  panelde usta gazeteciler artık gazetecilerin düşünceleri nedeniyle hem  işsiz kaldığını hem de cezaevine düştüğüne dikkat çekti.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) düzenlediği ''3. Babıali Şenlikleri'' mesleğin ustalarını Babıali Sohbetleri’nde buluştu.  Sultanahmet Parkı’ndaki Amfi Tiyatro’da yapılan panelde konuşan ustalar,  medyanın Türkiye’de batıdan daha çabuk kirlendiğini, günümüzde  gazetecilerin düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle hem işsiz kaldıklarına  hem de cezaevine düştüklerine dikkat çektiler. Yazarlar, holdinglerin  teknikle satıp, ilanla kar edip, çıkar ilişkileri içinde gazeteyi zarara  uğratma kültürü oluşturduğunun altını çizdiler.

Milliyet Gazetesi Yazarı ve TGC Basın Senatosu Başkanı Nail Güreli’nin moderatörlüğünde buluşan gazeteci-yazar Hıfzı Topuz, Şükran Soner, Zeynep Oral ve Oktay Verel Türkiye’de  Babıali'deki gazeteciliğin gelişme sürecini anlattı. Nail Güreli, “Her  şeye rağmen güzel günler için mücadele etmek gerekiyor. Mücadele için de  hayatı sürdürmek gerekiyor. Medyada çok önemli değişimler yaşandı. Her  gazeteci kovulmayı yaşadığı gibi, hapse düşmeyi de yaşıyor. Silivri  toplama kampına dönüştü. İnsanlar çaresiz bekliyor” dedi.

HIFZI TOPUZ: GAZETE PATRONUNU ELDE ETMEK BASINI ELDE ETMEK DEĞİLDİ
Panelde ilk konuşmayı yapan gazeteci-yazar Hıfzı Topuz, gazeteciliğe  başlayalı 63 yıl olduğunu ve mesleğe başladığı yılları özlediğini söyledi.  Topuz, 1940'lı yıllarda gazete sahiplerinin çoğunun gazete başyazarı  olduğuna dikkati çekerek, ''Gazetecilerle başyazarlar iç içe çalışıyordu.  Gazeteden atılan insan yok denecek kadar azdı. İlişkiler, aile havası  içinde gerçekleşiyordu. O dönemde Atatürkçü olmayan tek başyazar, tek  gazete sahibi, yazar yoktu. Herkes laikti, bütün basın Atatürkçüydü'' diye  konuştu. Demokrat Parti döneminde başyazarlara baskı uygulandığını ifade  eden Topuz, başyazarların, yazı işleri müdürlerine, muhabirlere bile söz  geçiremediğini anlattı.

Topuz sözlerini şöyle sürdürdü:
 “O zamanlarda ilişkiler basın savcısıyla olur ‘aman şunu yazmayın, bunu  yazmayın’ denirdi. ‘Haberi koyarsanız başınız derde girer’ derlerdi.  Sıkıyönetim döneminde ise askerlerden telefon gelirdi. Zaman zaman   bakanlarla başbakanla ilişkiler vardı. Onlar da gazetenin sahibine bu  ‘haberi yaparsanız aleyhinize olur, kağıt tahsisiniz kesilir’ gibi  baskılar yapılırdı. Hava o dönemde bozuldu. Holding diye bir şey yoktu  basında. Hükümetle işleri olan holdinglerin, işlerini sürdürmek için,   şimdi bir de patron gücü ortaya çıktı. Gazete patronunu elde etmek basını  elde etmek değildi.”

TÜRKİYE’DE MEDYA, BATIDAN DAHA ÇABUK KİRLENDİ
Bugünkü holding medyasının çok kirli olduğunu, holdingin batıdan örnek alındığını ifade eden Cumhuriyet Gazetesi Yayın Kurulu üyesi gazeteci   yazar Şükran Soner, ''Türkiye'deki medya, batıdan daha çabuk kirlendi.  Holdingler, teknikle satıp, ilanla kar edip, çıkar ilişkileri içinde  gazeteyi zarara uğratma kültürü oluşturdu'' dedi ve ekledi:
“61 Anayasası sonrası 212 sayılı kanunla ilgili verilen büyük kavgada  gazeteler de kapatma kararları aldı. Gazete patronlarının en yakın  arkadaşları olan yazı işleri müdürleri sendikada yöneticiydi. Yazı işleri  müdürleri şimdiki genel yayın yönetmenlerinden daha yetkililerdi. Yazarlar  da sendika üyesiydi. Patronlar gazetelerini kapatıyor, sendika da onun  yerine gazete çıkarıyordu. Yaşar Kemal sendikanın gazetesine röportajlar  yapıyor. Nadir Nadi patrondu. Gazete kapatılmış durumunda ama yakın  arkadaşlarının hepsi oturuyorlardı binada. Yeni Sabah’ta toplantı  yapıyorlar. 3 gün kapatmadan sonra ‘size boyun eğmeyeceğiz’, diye  karikatürler çıktı gazetede kimse de bu karikatürün çıkmasına engel  olmadı. Sonra da patron talepleri dikkate aldı ve grev bitti.”

“ABDİ İPEKÇİ’NİN ÖLÜMÜNDE HERKES CAĞALOĞLU’NDA SÖZLEŞMEDEN BULUŞTU”
Gazeteci-yazar Şükran Soner Abdi İpekçi'nin ölümünü hatırlatarak,  Babıali'deki meslektaşlarının sözleşmeden, İpekçi'nin ölümünün ertesi günü  buluştuğunu ve acılarını paylaştığını vurguladı.Soner o günleri şöyle dile getirdi:
“Hepimiz Cağaloğlu’na geldik. Herkes birbirine sarılarak ağladı. Gazete  satan çocuklar da vardı, en kıdemli yazarlar ve patronlar da. Babıali  buydu. Bu çok önemliydi. Medya tekelleşmesi olayıyla kirlenme oldu. Bu kirlenmede dünya medyasından daha hızlı olarak Babıali patronluğundan  holding patronluğuna geçtik. Holding patronluğuna geçişte rotaryayı,  promosyonu biz keşfettik. İnsan kalitesini sıfırlama, gazeteci kimliğini  sıfırlamayı biz keşfettik. Genel yayın müdürlerini yaratırken promosyon müdürlerini biz yarattık. Dünyanın hiçbir yerinde teknoloji yüzünden  kentin içi sıkıştı diye gazeteler, yazarlarların çalıştığı ortamı kent  dışına taşınmadı. Baskı taşındı, teknoloji taşındı. Gazeteciler haber  kaynaklarından uzaklaşıp kendi kendilerine kaldılar. Holding patronları bu
işe teslim oldular. Bu yapı iç içe yaşadı. Medya sermayesini öyle pahalı  hale getirmişiz ki en kirli medya bizde oluşmuş. Rejimi demokrasi gibi  görünen ülkelerin içinde basın özgürlüğünde ve basının kirliliğinde  rekorlar kıran ülkeler konumunda hala lideriz. Onun için de Babıali ve  İkitelli olayını yaşadık. Çünkü bunlar çok simgesel. Gazetecinin değerinin  sıfırlandığı, başka değerlerin çok öne çıktığı, bir sürecin acılı  boyutlarını biz yaşıyoruz. Bunun yeniden tersyüz etmek zorunda olduğumuzun  altını çizerek Babıali anıları ve şenliğinin bu anlamda sorgulanmasının  gündeme getirilmesini düşünüyorum. Toplumsal küresel ideolojiye teslim  olmakta 12 Eylül artıysa bizde de Babıali İkitelli’ye holding patronlarına  geçişte dünya ölçüsü olmak bizim negatif artımızdır.”


“BABIALİ MEDYASI ARTIK ÇİFTETELLİ MEDYASI “
Yıllarca birçok gazetede yayın yönetmenliği yapan Kültür Üniversitesi öğretim üyesi gazeteci-yazar Oktay Verel ise paneldeki konuşmasında “5  gazede yayın yönetmenliği yaptım. Hiçbir başbakan yanağımı okşamadı.  Babıali medyası artık çiftetelli, pardon İkitelli medyası oldu.Gazeteler  40 sayfa çıkıyor ama silkeleseniz 2.5 sayfa haber ancak çıkar. Medya, siyaset, ticaret ilişkisi bana göre anayasadan artık çok daha önemli bir  konu” dedi. Gazeteciliğe başladığı yılları içtenlikle andığını belirten Verel, o dönemde belli bir fikir, inanç, ilke, insan sevgisi ile donanmış   olarak yaşandığını işaret ederek şöyle konuştu:.
 “Bugün hala yakalamamız için engellerle karşılaştığımız bir Atatürk var.   Biz o Atatürk ile büyüdük. Türkiye cumhuriyet olduysa, laik olduysa, uygar  olduysa o Atatürk’le büyüyerek laik, demokrat, insan haklarına saygılı  olabilmiştir. Bütün bu dönem içerisinde çeşitli gazetelerde bulunduğum   süre içerisinde en çok sevindiğim ulusal bayramlarımız olmuştur. çünkü biz  ulusal bayramlarımızla veya Atatürk’ün vefat gününde gazeteyi kaç sayfa  çıkartırsak çıkartalım o bilinçle o inançla çıkartırdık. En basit deyimiyle anlatayım. Biz o gün gazeteciliğe başladığımız dönemlerde yoksul bir ülkeydik. O yoksulluk içerisinde büyüyen, gelişen, onurlu, gururlu AB  ve ABD’nin kapı kulu olmayan bir tek kapı kulu muamelesine tenezzül  etmeyen, yazarı çizeri manşetiyle beraberdik. Ulusal heyecanımız vardı. Her şeyden önce Türk insanı bütün dünyanın karşısında onurlu insandı. Benim gazeteye girdiğimde ayağa bastığım yer, bir taraftan iner, bir  taraftan kalkardı, kafama gelirdi. İlk maaşım işe başladığım zaman 15  liraydı. Köfteciye gidip yemek yemek çok önemliydi.”

OKTAY VEREL: KAPI KULU OLACAKSANIZ, LİMON SATIN DAHA İYİ
 Gazeteciliğin ilk yıllarında toplumda yara açmaması, toplumu yanlış  yönlendirmemesi toplumu zedelememesi için özgür düşünceyi hiçbir zaman göz  ardı etmeden yayın yaptıklarını hatırlatan Verel, şöyle devam etti:

 "Hiçbir gazete patronu, 'bana bunu niye yaptın' demedi. Belli bir dönemde  50 ila 60 yılları arasında 38 dava sırtımda var. Sadece o dönemi  hatırlatmak için söylüyorum. Bunun bir bölümü 18 ay hapis, 10 ay hapis, 8  ay hapisti. Geriye kalan davalar 60 ihtilalinde tamamen ortadan  kaldırıldığı için suçlar düştü. Basına giren bir işçinin 'hamama giren  terler' tabirine uyması lazım. Eğer inanmıyorsanız, kapı kulu olacaksanız,  hiçbir şeyi memleket hayrına yapmadığını bildiğiniz bir partinin veya bir  siyasi akımın karşısında durmayacaksanız, limon satın daha iyi. O dönemden   fikir işçilerinin, çalışanlarının hayatta olan ve olmayanları şükranla  anıyorum.”

"BABIALİ DEMEK, GAZETECİNİN KİMLİĞİYDİ"
Gazeteci-yazar Zeynep Oral da makinelere değil, insana yatırım yapılan bir  dönemde çalıştığını belirterek, Babıali'nin emeğin ortaya konulduğu yer   olduğunu anlattı. Oral, “Gazeteciliğe başladığım vakit benim önüme yoğurdu   getirdiklerimde 'niye yoğurt yiyeceğim' diye şaşırmıştım. ‘Yasa öyle. Ciğerlerine mürekkep tozu kaçmasın’ demişlerdi. Makinelere değil insana  yatırım yapılan bir dönemde benim en büyük şansım Abdi İpekçi gibi bir  hoca ile bu işe başlamış olmamdı. Nezih Demirkent gazetenin yazı işleri  müdürüydü. Ve beni her türlü işe yollardı. Ben de her şeyi öğrenmek  isterdim. Mahkeme koridorlarından üniversite olaylarına, ekonomik olayları  izlerdim. Benim için Babıali demek, gazetecinin kimliğiydi” dedi.

Zeynep Oral, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Haldun Taner ve Behçet Necatigil gibi değerli isimlerin gazeteye sık sık geldiğini, onlarla beslendiğini ve  yeni neslin böyle değerli isimlerle görüşme fırsatı olmamasından üzüntü  duyduğunu söyledi. Oral, söyle konuştu:
"Gazetecinin işi gazetecilik yapmaktı. Çok çalışırdık. Ben bir haberi Abdi Bey’e beğendirmek için 20 kez yazdığımı hatırlıyorum. 'Olmamış bir daha yaz, olmamış bir daha yaz' diye aynı haberi defalarca yazdığımı biliyorum.  Benim zamanımda müzik ve moda alanında ünlü olup, sonra köşe yazarı olunmazdı. Muhabirlikten gelinir, köşe yazarı olunurdu. Emekle üretip  onunla geçindik. 12 Eylül yasaklarında yeni bir yazma becerisi kazandık. O  dönemde yasaklar geliyordu. Bu yasaklardan biri de sakal kelimesiydi. Üniversitelere sakal yasağı gelmişti. Sakal üzerine yazılan yazılardan o  kelime kretuarla tek tek çıkarılırdı. Bugün ne için yasaklar olduğunu  biliyoruz. Buradan şu anda Mustafa Balbay gibi hapiste olan 60 kadar gazeteciye sevgilerimi yolluyorum. Bugün artık tutuklanmak bir cezaya  dönüşmüştür. Bir yılı çoktan aştı. Bunu da her an düşünmenizi istiyorum.”