*

80 li yıllara girecektik.

Ülkenin büyümesi gelişmesi için bilimden teknolojiye, tarımdan, sanattan, sanayiye kadar aklınıza ne gelirse her alanda her şeyi üretmesi gerektiğini söylüyordu.

Al sat sistemi üzerine geleceğimizi kuramayız böyle bir yolun sonu hüsran olur diyordu.

Birliğin kendisinden önceki başkanları ve onların yürüttüğü politikalar genelde, al sat kazan anlayışına dayanıyordu.

Anadolu da kendisi gibi düşünen, zorluklara direnen kıt imkanlarla üretim yapmaya çalışan birçok insanın olduğunu biliyordu. Her fırsatta bu insanlarla buluşmayı, onların yaptığı işleri yerinde görmek istiyordu. Yanlarında olmaktan onların fikirlerini dinlemekten, onlarla sohbet etmekten büyük keyif alıyordu. Bunun için en küçük bir fırsatı bile kaçırmıyordu.

Anadolu’yu geziyordu, kasabaya gelmişti.

Mehmet Yazar kısa adı TOBB olan Türkiye Odalar Borsalar Birliği başkanıydı.

Farklı bir kişilikti, birliğin kendisinden önceki başkanlarının izlediği politikaların aksine, ülkenin geleceği için sanayiciliği yani üretimi öne çıkarmanın mücadelesini veriyordu. İdealist vatansever özü sözü bir, başarılı bir sanayiciydi.

80 sonrası ilk seçimlerde Özal Başbakan olmuştu. Onun da izlediği ekonomik politikalarının kendine yanlış gelenlerini de acımasızda cesurca eleştiriyordu.

Özal ile fikirleri çoğu zaman ters düşüyordu ama iş memleket meselesi olunca Özal da Yazar da herşeyi bir kenara bırakıyorlardı. Özal onun bilgisinden deneyimlerinden yararlanıyordu. Onu Bakan yapmaktan bile çekinmedi.

O zamanlar memleket menfaati için muhalif görüşte olanlara bile görev verilebiliyordu. Önemli olan memleketin geleceğiydi.

Yakın bölgedeki Karaelmasın ülke ve fabrika için ne kadar önemli olduğunu herkes gibi o da çok iyi biliyordu. Bu gibi kaynaklar devletin yönetiminde olmalı, üretim tesisleri rehabilite edilmeli, kapasitelerinin artırılmasına öncelik verilmeli diyordu.

Alaplı’nın Kılçak yokuşunda bulunan atölyede yapılan işleri, idealist kasabalı kardeşleri duymuş merak etmiş görüşmek istemişti

Bak Mehmet Bey, şu dereyi görüyor musun dedi,

Burası alelade bildiğin bir dere değildir. Biliyorum Karadeniz’de böyle dereler çokça vardır ama hiçbirinin yanı başında, kasabadaki fabrika gibi dev bir üretim tesisi yoktur dedi.

Dereye bakarak hararetle projelerden konuşuyorlardı,

Kasaba ile Alaplı arasında kurulacak kısa bir demiryolu hattı ile hem enerjiye hem de hammaddeye ulaşılabilir, ciddi miktarda tasarruf sağlanabilir, milli gelire büyük bir katma değer yaratılabilirdi.

Dere genişletilirse, etrafında sanayi tesisleri, tersaneler bunların yan sanayileri ile birlikte görkemli bir üretim üssünün önü açılabilirdi. 2000 li ve sonrasındaki yıllar için bölgenin ve kasabanın çehresi tamamen değişebilir, buralar ülke için büyük kazanç ve istihdam yaratan yerler olabilirdi.

Devlet tarafından altyapısının hazırlanması çok kolaydı, bölge coğrafi yapı olarak da adeta biçilmiş kaftandı. Fabrikadan buraya yapılacak on bilemedin on beş kilometrelik bir demiryolu birçok şeyi değiştirebilirdi.

Kasabada bir yüksek okul vardı. Şimdilerde Belediyenin yanında İşhanı gibi bir yerde eğitim vermesinin hiçbir önemi yoktu, bu okulun genişletilmesi büyütülmesi hiçte zor bir iş değildi hatta burada kurulacak sanayi üssüne ara eleman yetiştirecek çok amaçlı eğitim kurumuna dönüştürülmesi hemen yapılabilirdi. TOBB bu işe öncelik edebilir ilk kıvılcımı kendisi yakabilirdi.

TOBB Başkanı, programının oldukça aksadığını bildiği halde uzun uzun konuştular.

Nereden bileceklerdi ki kırk yıl sonra karaelmasın devletin elinden alınıp itibarsız hale getirileceğini. Fabrikanın kasabaya gelmesine, burada kurulmasına neden olan karaelmasın fabrikaya bile sokulmayacağını, emektar vefakâr kara trenin bile yok edileceğini.

Gerçi şimdinin birlik başkanları da kasabadaki temsilcileri de kasabın büyümesine gelişmesine eğitimine katkı vermek için ellerinden geleni yapıyorlar! Kasabanın sorunlarına ilgisiz kalmıyorlar! Sık sık görüşmeler yaparak ve de bolca beyanatlar vererek çok kısa zamanda belki de üç vakte kadar görkemli bir eğitim kurumunu bile kasabaya kazandıracaklarını unutanlara tekrar tekrar hatırlatıyorlar!

80 askeri darbesi tüm ülke gibi kasabalının da yaşantını oldukça olumsuz etkilemişti. Keyifler kaçmış moraller bozulmuştu. Buna rağmen kasabalı işinde gücündeydi. Kışladaki küçük sanayi çarşısında, Gülüç ırmağının kenarlarında, çarşıdaki işlerde bir sıkıntı yoktu. Üretende, alanda, satanda halinden şikayetçi değildi.

Bozhane de Azminin kahvesinde oturanlar yan tarafta yapılan uluslararası sularda gezinecek gemilerin yapılışını seyrediyorlar bol bol yorum! yapıyorlardı.

Bu seferki baya büyük oldu dedi.

Sahilden yürürken geminin altından geçiyon, yolun bile üstüne taştı bu.

Ne malzeme gidiyo ne sac harcanıyo be diye devam etti.

Bi elektrot bi sac başka bişey yok ki, bereket sac burda elinin altında yapılıyo! bide bu sac özel yapılıyomuş öyle söylüyolar diye cevapladı.

Özel özel dedi bizim oğlan bu işlerden anlar fabrikada çalışıyo ya. O söylüyo, iki sacı yanyana getirseler farkını kimse anlayamaz diyo.

Bu üç bin yedi yüzlü bi şeymiş, bunun bakırı makırı karbonu osu busu farklı oluyomuş, o karışımın birini tutturamazlarsa, kalitesiz oldu etiketini basıp doğru stok sahasına yolluyolamış fiyatı nerdeyse yarı yarıya düşüyomuş.

Ya tam tersi olursa?

O nasıl olacak ki?

Sacın kalitesi tuttu, etiket yanlış oldu! Bende o etiket numarasıyla gittim aldım, hemde ucuz tarifeden ha, mis gibi olmaz mı?

Allah Allah olur mu öyle şey be dedi,

Olmaz canım olmaz dediler gülüştüler.

O zamanlarda Azminin kahvesine giren de belliydi çıkan da. Geleni gideni azdı, çayı kahvesi boldu muhabbetler derindi!

Günlerdir kahvedeki muhabbetin konusu balıkçı motorlarına takılmaya başlanan sonar cihazlarıydı.

Balıkçılar sabahtan akşama kadar ayna adını verdikleri cihazların motorlarına takılmasını, işlevlerini, daha doğrusu ne maharetli cihazlar olduğunu anlata anlata bitiremiyorlardı. Gerçi sonarı tekneye takıp henüz tek bir balık tutan yoktu ama cihazların namı alıp yürümüştü.

Köşedeki sandalyesinde bastonuna dayanarak oturan, konuşulanları merakla dinleyip olan biteni anlamaya çalışan, artık denize de çıkamayan yaşlı reis yaslandığı sandalyesinden hafifçe doğruldu, elindeki bastonuyla önündeki konuşanı hafifçe dürttü.

Hele bi bak dedi.

Bakışlar şimdiye kadar hiç konuşmayan yaşlı adama döndü.

Buyur Goca Reis, dedi.

Sen şimdi motora basacan, çakarı geçip mendireğin üzerine çıkacan öylemi?

Öyle.

Ordan önündeki aynaya bakacam Merve altı, İncivez altı Çay ağzı nerde ne balık va oturduğun yerden görecen ha?

Dön bu yana çık Ölüce ’nin üstüne ordan Çamlı, Buruncuk, Köse ağzı taraflarında ne var ne yok gene gör.

Balığı herkes görecek mi?

Aynası olan, aynadan anlayan bilen görecek,

Artık deniz size dar gelir be, siz birbirinizi ezersiniz yahu

Ya Goca Reis, balık kime nasip olursa tekneye balığı o alır, dedi.

Anlaşılan artık ay karanlığı mış, poyraz mış, oynantı mış bunla size vız gelecek ha, desene denizde hiç balık bırakmaycanız

Ya Goca Reis, denizde balık biter mi be, dediler.

Yaşlı balıkçının olan bitene pek aklı yatmamıştı.

Tekrar arkasına doğru yaslandı.

Siz bu akılla gideseniz yakında teknelerinizi satacak yer arasınız, dediği duyuldu.

O zamanlarda balık boldu. Bölücek altındaki fabrikaya kamyon kamyon hamsi taşınırdı. Yanılmıyorsam balık unu veya balık yemi yapardı. Dayanılmaz pis bir koku çıkartıyordu şikâyette bulunanlar haklıydılar, konuyu mülki yetkililere kadar taşımışlardı. Adam tepkiden mi yoksa maddi imkansızlıktan bilemiyorum ama fabrikanın kapısına kilidi vurdu gitti.

Lakin kırk elli senedir kasabanın denizini havasını kirletmeye devam eden, çıkarttığı pis kokularla, kahverengi dumanlarıyla kasabalının sağlığını, denizin temizliğini hiçe sayan koca fabrikanın hala hiçbir tedbir almadığı ne gören var nede duyan!

Rahmetli Goca Reis biraz yanılmıştı.

Denizde balık azalırsa çaresi vardı!

Kafes balıkçılığı!

İşin uzmanları, bilim insanları kafes balıkçılığının denizlere ne kadar büyük zarar verdiğini, denizlerdeki ekosistemi nasıl bozup denizin dibini çürüttüğünü anlatıyorlar. Yakın zamanda Doğu Karadeniz’de birkaç ilde yapılmak istenilen kafes balıkçılığı projelerinden halkın kararlı tepkisi karşısında vazgeçildiğini yazdı gazeteler.

Kırk yıl öncesinde akşamları ölüce civarlarında sandallarıyla balık tutanlar zaman zaman Aliiii, Aliii diye bağırırlardı. Göremezlerse ya ne oldu buna, dün akşamda görünmedi diye endişenirlerdi.

Balıkçıların taktığı isimle Ali kasabalının ayı balığı diye bildiği bir fok balığıydı. Suyun üstüne çıktığında kapkara güzel gözleri muhteşem burnu ve kenarlarındaki bıyıklarıyla etrafında ne olup bittiğini anlamaya çalışır kendisine verilecek balığı beklerdi.

Arabasını Kebapçı Hafızın dükkanının önüne park etmek için İskele camisinin arkasından dönmüştü ki gazeteci Bedri’nin yeni aldığı arabasını dükkanının önüne park ettiğini gördü. Yanından

dikkatlice geçti, Kebapçı Hafızın önüne geldiğinde yanyana üç arabanın park ettiğini gördü.

Burası öncelerde Hamallar kahvesiydi. Kocaman bir kahveydi.

Bari Çaştaban Zihninin dükkanının önüne gideyim diye düşünürken uzaktan Kuyumcu Ergün’ün el salladığını gördü.

Ben çıkıyorum, sen oraya park edersin dedi.

Çarşının her tarafına arabayla girilirdi, boş bulunan yere park edilirdi. Ters yöndür girilmez burası yasak gibi şeyler yoktu. Çarşıdaki tek Trafik Polisi Nevzat vaktinin çoğunu avcılık arkadaşı İrfan Tufan’ın dükkanında geçirirdi.

Elbette o zamanlarda bu günlerle kıyaslanamayacak kadar insan sayısı da araç sayısı da azdı. Haliyle şehirde trafik yoğunluğu veya kazası gibi şeylere pek rastlanmazdı. Bütün dünya gibi ülkemizde kasabamızda o günlerden bu günlere büyük değişim gösterdi.

Ülkemizde bazı yerleşim yerleri daha çok gelişti büyüdü düzenli düzgün samimi cabalarla akılcı yerel yönetimlerle, yine bazı yerlere göre kıskanılası bir görünüme büründü.

Bizim kasabamız da özellikle fabrikanın gelmesi ile birlikte büyümedeki hızını genişlemedeki hacmini şaşılası bir zaman diliminde gerçekleştirdi.

Ama söz, gelişme ve ilerlemeye ve yerel yönetime geldiğinde, o zaman şu yoktu şimdi var, veya bak burası o zaman şöyleydi şimdi böyle oldu gibi hamasi fiziki değişim söylemlerini bir tarafa bırakırsak.

Şehir merkezindeki araç yoğunluğunun düzenini ve park disiplinini bile yıllardır çözemeyen ve bu konudan da hala rahatsız olmayan bir yerel yönetim varken!

Kasabanın geleceğini ilgilendiren, kasabalının zararına, birkaç kişinin menfaatine olacak şeylere karşı çıkmalarda birlik

beraberlik devamlılık sağlanamıyorsa! Tepkiler saman alevi parlayıp hemen külleniyorsa!

Birileri daha çoook, kasaba sahipsiz, uyuşturucuda kaçakçıda kol geziyor, kamu binaları yapımından hala bir haber yok, çevre yolu yapılmıyor trafik kazalarını önüne geçilemiyor! diye yazmaya devam eder.

Verilen vaatlerin üzerinden şu kadar zaman geçti diye günleri saya saya ömür tüketir!

Birlik beraberlik demişken hani vilayetin tüm vekilleri bir araya gelmişlerdi de kahraman gemiye madalya alacaklardı ya, bu haklı talebi bile Ankara’da nasıl anlattılar bilemem ama. Konu Ankara’da Gemi’nin çevresini dağıtalım önüne cami yapalım şeklinde anlaşılmış olmalı ki bu yöndeki çalışmalar hızlanmış!

Devletin o ilçeye yüzme havuzu yapmasını, şuranın sahil düzenlemesini üstlenmesini kıskanmayı bırakalım!

Demem o ki, kasabanın yerel yöneticileri, kasaba ahalisi olanı biteni festival seyreder gibi seyrediyorsa biz bu film daha kırk yıl seyrederiz.

Nuri ÖZTÜRK/ Sapanca