Eğitim Sen Çaycuma Temsilcisi Gökhan Taner Günsan, sendikalarına  üye okul müdürlerinin, dünya görüşlerinden dolayı görevlerinden el çektirildiğini öne sürdü.

 

Günsan, düzenlediği basın toplantısında  657 sayılı devlet memurları kanunun 10. maddesinin ikinci paragrafına dikkat çekerek “Amir maiyetindeki memurlara hakkaniyet, adalet ve eşitlik içinde davranır” hatırlatmasını  yaparak sözlerine şöyle devam etti:

 

“İşte biz bu müdürlük atamalarında bu puanları verenlerin ne kadar adaletli, ne kadar hakkaniyetli olduklarını da görmüş olduk. Aslında bu puanlamayı kendilerine vermiş oldular. Kendi kişilikleri ortaya çıkmış oldu. Düşük puan verilen müdürlerimiz başı dimdik yine buralarda, acaba bu haksız puanları verenler aynı vicdan rahatlığıyla insan içine çıkabilecekler mi? Acaba insanların gözlerinin içine bakabilecekler mi? Elbiseye bir leke yapıştığı zaman çıkar, ama şahsiyete bir leke yakıştığı zaman onu her zaman üstünüzde taşırsınız.

 

Biz Eğitim Sen olarak her zaman alanlarda, her zaman meydanlarda olacak ve bu haksız, hukuksuz puanları verenlerin gözlerinin içine baka baka, yaptıkları adaletsizliği yüzlerine vurmaya devam edeceğiz.

 

Ayrıca bir başka sendika ise Türkiye’nin birçok yerinde kendilerine üye birçok okul müdürünün görevden alınmasına ne hikmet ise Çaycuma’da sessiz kalıyor. Çaycuma’daki kendi üyelerine dahi sahip çıkmıyor. Zaten 75 puanın üstünde alan müdürlerin sendika dağılımına baktığınızda bu söz konusu sendikanın da nasıl kayırıldığını ve diğer iktidar sendikasıyla nasıl bir uzlaşma içinde olduklarını görürsünüz.

 

TEOG ile Öğrenciler Meslek Lisesi, İmam Hatip ve Açık Liseye Mahkûm Edilmiştir!

 

Eğitimde 4+4+4 dayatmasının kaçınılmaz bir sonucu olarak liseler, tıpkı ilkokul ve ortaokullar gibi mevcut sistemin ve onun koruyucusu olan siyasi iktidarın ekonomik-siyasal çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırılırken, öğrencilerimiz özel liselere, meslek liselerine, imam hatip liselerine ve açık liselere yönlendirilmiştir.

 

TEOG yerleştirmeleri sürecinde defalarca uyarmamıza rağmen göz göre göre yapılan yanlışlar sonucunda çok sayıda öğrenci belki de hiç gitmek istemeyeceği bir lise türüne otomatik olarak yerleştirilmiştir. TEOG’da tercih yapmayan 134 bin öğrenciden 94 binin meslek, 40 binin imam hatip liselerine otomatik olarak yerleştirilmiş olması MEB’in dayatmacı politikalarının son örneği olmuştur.

 

MEB, önce tercih yapmayan öğrencilerin adreslerine en yakın okula yerleştirileceklerini açıklamış, ancak bazı illerde öğrencilerin evlerinden 100 km, hatta 120 km uzaklıktaki okullara yerleştirildiği görülmüştür. Kaydı otomatik olarak imam hatip liselerine yapılan öğrencilerin içinde gayri Müslim öğrencilerin bulunması, sorunun ne kadar “ciddiyetle” ele alındığının göstergesidir. Kendi istekleri dışında imam hatip liselerine ve meslek liselerine otomatik kaydı yapılan öğrencilerin büyük bölümü kontenjan olması halinde kaydını başka liselere almaya çalışmakta, bu sefer de karşılarına bürokratik engeller çıkarılmaktadır.

 

Liselerde ilk hafta sonucunda sadece 15 bin kontenjan açığı olduğunun açıklanmış olması, evlerinden kilometrelerce uzakta ve istemedikleri okul türlerine yerleştirilen öğrencileri ve velileri kara kara düşündürmeye başlamıştır. Kontenjan sorununun çözülmemesi durumunda öğrenciler ya ekonomik koşullarını zorlayarak özel liselere yönelecek ya da istemediği bir okulda okumaktansa açık liseye yönelerek örgün eğitimin dışına itilmiş olacaktır. Milli Eğitim Bakanlığı bu rezaletin hesabını vermelidir.

 

TEOG sonuçları üzerinden yapılan yerleştirmeler sonrasında yaşanan mağduriyetler mutlaka dikkate alınmalı ve hiçbir öğrenciyi istemediği bir okul türünde okumaya zorlamamalıdır. Eğitime ilişkin konularda atılacak her adım sonuçlarını düşünerek atılmalı, öğrenci ve velilerin endişelerine, sendikaların önerilerine mutlaka kulak verilmelidir.

 

Eğitim Yöneticilerinin Sendikal-Siyasal Referanslarla Belirlenmesini Kabul Etmiyoruz!

 

Büyük ölçüde üst düzey eğitim yöneticilerinin değerlendirmelerine dayanan, eğitim kurumları yönetici değerlendirme sonuçları açıklanmış ve 7 bin okul müdürünün büyük bölümü siyasi gerekçelerle resmen tasfiye edilmiştir. Sendikamızın bugüne kadar eğitim yöneticilerinin performans değerlendirmesine tabi tutulması ve atanma biçimleri ile ilgili olarak yapmış olduğu tespit ve eleştirilerin ne kadar haklı olduğu bir kez daha görülmüştür.

 

Yıllardır eğitim kurumlarını “şirket” gibi yönetip, okullarımızı “ticari işletme” haline getiren MEB, başta Eğitim Sen üyesi okul müdürleri olmak üzere, bugüne kadar eğitimde yaşanan piyasa merkezli dönüşüm sürecinin karşısında engel olarak gördüğü okul müdürlerini tek tek tespit ederek görevden almıştır. Eğitim yöneticileri değerlendirme sonuçlarına göre görevden alınan ve görev süresi uzatılan okul müdürlerinin sendikal aidiyetine bakıldığında, tarihin en büyük siyasal kadrolaşma hareketi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmaktadır.

Başından sonuna siyasal kadrolaşma operasyonu olarak gerçekleştirilen eğitim yöneticilerinin değerlendirilmesi ve görevlendirilmesi uygulamaları, hukuktan, adaletten ve objektiflikten yoksundur. MEB okul müdürlerin değerlendirilmesi sürecinde çok sayıda okulda “adrese teslim” görevlendirmeler yaparak, bir kez daha siyasi iktidarın en stratejik kurumu olduğunu göstermiştir.

 

Eğitim Sen, kurulduğu günden bugüne eğitim yöneticilerinin Bakanlık tarafından, hangi yöntem kullanılırsa kullanılsın, sendikal ya da siyasal tercihlere göre belirlenmesi ve atanmasına karşı çıkmıştır. Bakanlığın eğitim yöneticilerinin siyasi iradenin belirlediği idari makamlar tarafından belirlenmesi konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğu, açıklanan değerlendirme sonuçları ile bir kez daha görülmüştür.

 

Eğitim yöneticilerinin belirlenmesi ve değerlendirilmesi sürecinde siyasi referanslar değil, liyakat ilkesi temel alınmalıdır. Eğitim yöneticilerinin belirlenmesinde hiçbir baskı ve yönlendirmeye izin verilmemeli, her okul kendi yöneticisini, o okuldaki eğitim bileşenlerinin katılacağı demokratik seçimlerle yine kendisi seçmelidir.

 

Bugün aynı kıyım Çaycuma’da da yaşanmıştır. Okullarında ne kadar özveriyle çalıştığı kamuoyu tarafından da bilinen sendikamıza üye müdürlerimiz, dünya görüşlerinden dolayı görevden el çektirilmiştir.  657 sayılı devlet memurları kanunun 10. maddesinin ikinci paragrafı diyor ki: “ Amir maiyetindeki memurlara hakkaniyet, adalet ve eşitlik içinde davranır.”, işte biz bu müdürlük atamalarında bu puanları verenlerin ne kadar adaletli, ne kadar hakkaniyetli olduklarını gördük. Aslında bu puanlamayı kendilerine vermiş oldular. Kendi kişilikleri ortaya çıkmış oldu. Düşük puan verilen müdürlerimiz başı dimdik yine buralarda, acaba bu haksız puanları verenler aynı vicdan rahatlığıyla insan içine çıkabilecekler mi? Acaba insanların gözlerinin içine bakabilecekler mi? Elbiseye bir leke yapıştığı zaman çıkar, ama şahsiyete bir leke yakıştığı zaman onu her zaman üstünüzde taşırsınız.

 

Biz Eğitim Sen olarak her zaman alanlarda, her zaman meydanlarda olacak ve bu haksız, hukuksuz puanları verenlerin gözlerinin içine baka baka, yaptıkları adaletsizliği yüzlerine vurmaya devam edeceğiz.

 

Ayrıca bir başka sendika ise Türkiye’nin bir çok yerinde kendilerine üye bir çok okul müdürünün görevden alınmasına ne hikmet ise Çaycuma’da sessiz kalıyor. Çaycuma’daki kendi üyelerine dahi sahip çıkmıyor. Zaten 75 puanın üstünde alan müdürlerin sendika dağılımına baktığınızda bu söz konusu sendikanın da nasıl kayırıldığını ve diğer iktidar sendikasıyla nasıl bir uzlaşma içinde olduklarını görürsünüz.

 

 

Kamu Kaynaklarının Özel Okullara Aktarılması Eşitsizlikleri Derinleştirmektedir!

 

2014-2015 eğitim-öğretim yılında özel okullara gidecek olan 250 bin öğrenciye toplam 800 milyon TL’lik “destek” verileceği açıklanmıştır. Okul öncesine 24 bin 342, ilkokula 54 bin 220, ortaokula 61 bin 339, ortaöğretim kurumlarına 40 bin 736 öğrenci olmak üzere toplam 180 bin 637 öğrencinin gideceği 4.001 özel okula devlet tarafından öğrenci sayısı kadar kaynak aktarılacaktır. Öğrenci başına özel okullara yapılacak ödemeler 2 bin 500 TL ile 5 bin 500 TL arasında değişmektedir.

 

12 yıldır, devlet okulları sorunları ile baş başa bırakılırken, her fırsatta özel okullara yönelik teşvik politikaları uygulanmıştır. Bugüne kadar özel okullara vergi teşvikleri ve çeşitli kalemlerde indirimler yapılmış, devlet okullarının talepleri dikkate alınmazken, özel okulların istekleri hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından anında yerine getirilmiştir. Halktan toplanan vergilerin özel okullara “öğrenim desteği” adı altında aktarılması, her şeyden önce herkese eşit ve parasız eğitim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu uygulamanın, eğitimde adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin derinleşmesinden başka bir sonucu yoktur.

Devlet okullarında çoğu taşeron şirket personeli binlerce yardımcı hizmetli çalıştırılırken, velilerden temizlik, spor vb. adlarla birçok kalemde para toplanıp eğitimin tüm yükü velilerin sırtına yüklenmektedir. Hükümetin “özel okullara destek” adı altında asıl yapmak istediği özel öğretimi özendirmek, öğrenci ve velileri “parasal destek” üzerinden özel okullara yönlendirmektir. Özel okulların yıllardır doğrudan kamu kaynaklarıyla desteklenmesinin arkasında, eğitimde yaşanan ticarileştirme süreci hızlandırmak ve paralı eğitimi yaygınlaştırmak vardır.

Yapılması gereken, kamusal kaynakların yine kamusal bir hak olan eğitim için, özel çıkarlar değil, toplumsal çıkarlar gözetilerek değerlendirilmesi ve sadece eğitimde değil, bütün alanlarda kamu harcamalarının payının arttırılmasının sağlanmasıdır. Eğitim Sen’in yıllardır savunduğu ve eğitim hakkının temel ayaklarını oluşturan kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim talebi gerçekleşmediği sürece, ne eğitimin niteliğini yükseltmek, ne de eğitimde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek mümkün değildir.

 

 

Eğitimde zorunlu rotasyon olmamalı, aday öğretmenlere sözlü sınav uygulamamalıdır

 

Yeni yasama yılı başında görüşmeleri devam edecek olan torba yasa tasarısının 98. Maddesinde yer alan düzenleme ile bir süredir kamuoyunda tartışılan zorunlu rotasyon (yer değiştirme) gündemi eğitim emekçileri ve aileleri tarafından büyük bir endişe ile izlenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı, pek çok konuda olduğu gibi rotasyon konusunda da dayatmacı tutumunu sürdürmekte, öğretmenlerin ve sendikaların bu konudaki eleştiri ve önerilerini dikkate almamaktadır.

 

Eğitimde zorunlu rotasyon uygulamasının önce il içinde başlatılması beklenmektedir. Büyükşehirlerin sınırlarının son derece genişlediği bir dönemde açıkça “il içi sürgün” anlamına gelecek ve on binlerce eğitim emekçisinin aile ve okul yaşantısını alt-üst edecek olan zorunlu rotasyon uygulaması kabul edilemez. Eğitimde, hiçbir gerekçe eğitim emekçilerini okuttuğu öğrencisinden, ailesinden, oturduğu mahallesinden kopararak zorla başka bir işyerine sürgün göndermesini haklı çıkaramaz.

 

Öğretmenlere zorunlu rotasyon uygulaması halinde eğitim sisteminin yeni bir kaos ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. MEB’in görevi, eğitimde 4+4+4 dayatmasında olduğu gibi, attığı her adımda, eğitim emekçilerini mağdur etmek değil, onların yaşadığı sorunlara kalıcı çözümler üretmek, eğitimcilerin ve sendikaların taleplerini dikkate almaktır.

 

Öğretmenler açısından açıkça “sürgün” anlamına gelen ve pek çok yönden istismar edilebilecek “zorunlu rotasyon” uygulaması asla gündeme getirilmemelidir. MEB, öğretmenleri kendi istekleri dışında zorunlu rotasyona tabi tutmak yerine, gönüllülük ve teşvik esasına dayalı çözümler üretmeye çalışmalıdır.

 

 

Öğretmen ve personel açıkları kapatılmalı, ataması yapılmayan öğretmen sorunu çözülmelidir!

 

AKP Hükümeti döneminde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan öğretmen atamaları rakamsal olarak artmış gibi görünse de, okullardaki öğretmen ihtiyacının ve beklenen rakamların gerisinde kalmıştır. Bugüne kadar öğretmen açıklarını kapatmak için yeteri kadar öğretmen atamaması nedeniyle, Türkiye’nin kısa bir zaman içinde hali hazırda mevcut işsizler ordusunun yanı sıra, ikinci bir işsiz öğretmenler ordusu ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Bu durum atama bekleyen işsiz öğretmenleri büyük bir strese sokmakta, intiharlara kadar varan olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Bugüne kadar ataması yapılmadığı için 40’ın üzerinde işsiz öğretmen intihar etmiştir.

 

Öğretmen istihdamı konusunda bugüne kadar benimsenen politika öğretmen yetiştirmeden atama sürecine kadar hiçbir planlamanın olmadığını göstermektedir.  Nitelikli bir eğitimin gerçekleştirilebilmesi için öğretmenlerin yetiştirilme ve atanmaları sürecinin planlı şekilde işlemesi gerekmektedir.

 

Eğitim Sen olarak yıllardır eğitim sisteminin kanayan yarası olan öğretmen atamaları konusunda Milli Eğitim Bakanlığı’nı sorunun kalıcı olarak çözümü için samimiyete davet ediyoruz. Eğitimdeki bütün kadrosuz ve güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmeli, ayrım yapmaksızın bütün branşlarda öğretmen açıklarını kapatacak kadar öğretmen ataması en kısa sürede yapılmalıdır.

 

Okulöncesi eğitim ikili değil, tam gün ve zorunlu olmalıdır

 

“Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim  Kurumları Yönetmeliği”nde yapılan bir değişiklik ile bütün okulöncesi kurumlarda ikili eğitim yapılması kararı alınmıştır. Okul öncesi kurumlar olarak bilinen ve okul öncesi eğitim çağı çocuklarına eğitim veren anaokulu, ana sınıfı ve uygulama sınıflarında tam gün eğitim yerine ikili eğitime geçilecek olması başta okulöncesi eğitim çağında olan çocuklar ve onların anne-babaları olmak üzere yeni sorunlar ortaya çıkaracaktır.

 

Aile içi desteğin tek başına yetmediği, çocuğun kendi yaşıtlarıyla birlikte olabileceği, bedensel ve zihinsel gelişmelerini sağlıklı biçimde sürdürebilecekleri bir ortam olduğu için okul öncesi eğitimin tam gün olması gerekmektedir. Anne-babası çalışsın ya da çalışmasın her çocuğun 4-5 yaş arasında okulöncesi bir kurumda tam gün eğitim görmesi, çocuğun gelişimi açısından son derece önemlidir.

 

Okulöncesi eğitimde ikili eğitimin esas alınması ile birlikte yeni açılacak olan öğrenci grupları için yeni öğretmen ihtiyacı ortaya çıkacak, bu ihtiyaç her zaman olduğu gibi ücretli öğretmen istihdamı ile giderilmeye çalışılacaktır. Eğitimin bütün kademelerinde olduğu gibi okulöncesi eğitim gibi, eğitime ilk adımın atıldığı bir alanda çalışacak öğretmenlerin eğitimin diğer kademelerinde olması gerektiği gibi kadrolu ve güvenceli çalıştırılması gerektiği açıktır.

 

Eğitim Sen yıllardır okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılmasını ve zorunlu hale getirilmesini savunmaktadır. Bunun için öncelikle koşulları ve fiziki olanakları uygun olan okullardan başlanarak bütün ilkokullarda kurumlarında ana sınıfları zorunlu hale getirilmelidir. Okul öncesi kurumlarda her türlü beslenme, barınma giderleri devlet tarafından karşılanmalı, şuan bu kurumlarda yürütülen veliden para toplama uygulamasına son verilmelidir. Eğitimin bütün kademelerinde olduğu gibi, eğitimin temeli olan okulöncesi eğitim kurumlarında da her çocuğun kendi anadilinde eğitim alması sağlanmalıdır.

 

Çaycuma’da okul dönüşümleri durdurulmalıdır

 

Yine bir başka önemli konu ise, her zaman olduğu gibi alt yapısı hazırlanmadan konunun taraflarından görüş alınmadan yapılan okul dönüşümleri. Bu okul dönüşümlerinden birçok öğrenci ve veli mağdur olmaktadır. Çaycuma'nın köylerdeki okullarımız, ilk ve ortaokul diye dönüştürüldü. Muhtarların ve velilerin bilgisi dışında yapılan bu dönüşüm, okulların açılmasıyla  birlikte ciddi sıkıntıları da beraberinde getirecek. Köylerde öğrencinin taşındığı okul ile evi arasındaki mesafenin 8 ile 13 kilometre olan yerler var. Bu köyler arasında herhangi bir yolcu taşıma araçları yoktur. Örneğin okulda yapılacak olan veli toplantılarına öğrenci velileri nasıl katılacak? Çocuk okulda hastalansa eve kim getirecek? Özellikle ilkokul öğrencileri bu durumdan olumsuz etkilenecektir.

Çaycuma ilçe merkezindeki okullarımız ise   İlkokullar: Atatürk İlkokulu, 75. Yıl İlkokulu, İsmail Hakkı Tonguç İlkokulu, Şehit Hasan Yağlı ve Velioğlu İlkokulu olarak; Ortaokullar: Barbaros Kutlutaş Ortaokulu, Mimar Sinan Ortaokulu ve Gemiciler Ortaokulu olarak dönüştürüldü.

Çaycuma İlçe merkezinde okulların mahallelere uzaklığı düşünüldüğünde öğrenci velileri mutlaka özel servis tutmak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. İki veya daha fazla öğrencisi olan bir veli servis ücretlerini ödemekte bir hayli zorlanacaktır. Servisle gidecek maddi olanağı bulunmayan öğrencilerimiz uzak mesafedeki okullarına yaya olarak gittiklerinde can güvenliği ve trafik sorunuyla karışılacaklardır.

Mağduriyetlerin yaşanmaması için okul dönüşümleri iptal edilmelidir.