SESLENİŞ

Dağ gibi karayağız birer delikanlıydık.
Babamız, sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mum ışığında bitirdik kitaplarımızı.
Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük.
Dövüldük, vurulduk, asıldık.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Yoksulluğun bükemediği bileklerimize çelik kelepçeler takıldı.
İşkence hücrelerinde sabahladık kaç kez.
İsteseydik, diplomalarımızı, mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık.
Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu.
Yüreğimiz, işçiyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını birer taze çiçek gibi verdik topluma.
Bizleri yok etmek istediler hep.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Fidan gibi genç kızlardık. Hayat, şakırdayan bir şelale gibi akardı gözbebeklerimizden.
Yirmi yaşında, yirmi bir yaşında, yirmi iki yaşında, işkencecilerin acımasız ellerine terk edildik.
Direndik küçücük yüreğimizle, direndik genç kızlık gururumuzla. Tükürülesi suratlarına karşı bahar çiçekleri gibi, taptaze inançlarımızı fırlattık boş birer eldiven gibi.
Utanmadılar insanlıklarından, utanmadılar erkekliklerinden.
Hücrelere atıldık ey halkım, unutma bizi…
Ölümcül hastaydık. Bağırsaklarımız düğümlenmişti. Hipokrat yemini etmiş doktor kimlikli işkencecilerin elinde öldürüldük acınmaksızın.
Gelinliklerimizin ütüsü bozulmamıştı daha. Cezaevlerine kilitlenmiş kocalarımızın taptaze duygularına, birer mezar taşı gibi savrulduk.
Vicdan sustu.
Hukuk sustu.
İnsanlık sustu.
Göz göre göre öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Kanserdik. Ölüm, her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere. Hastaydık. Yurtdışına gitseydik kurtulurduk belki.
Bir buçuk yaşımızdaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce, kolumuzu, omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak fırlattık attık önlerine.
Sonra da, otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı, ecelsiz.
Öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Giresun'daki yoksul köylüler, sizin için öldük. Ege'deki tütün işçileri, sizin için öldük.
Doğu'daki topraksız köylüler, sizin için öldük. İstanbul'daki, Ankara'daki işçiler, sizin için öldük.
Adana'da, paramparça elleriyle ak pamuk toplayan işçiler, sizin için öldük.
Vurulduk, asıldık, öldürüldük ey halkım, unutma bizi…
Bağımsızlık, Mustafa Kemal'den armağandı bize.
Emperyalizmin ahtapot kollarına teslim edilen ülkemizin bağımsızlığı için kan döktük sokaklara.
Mezar taşlarımıza basa basa, devleti yönetenler, gizli emirlerle başlarımızı ezmek, kanlarımızı emmek istediler.
Amerikan üsleri kaldırılsın, dedik, sokak ortasında sorgusuz sualsiz vurdular.
Yirmi iki yaşlarındaydık öldürüldüğümüzde ey halkım, unutma bizi…
Yabancı petrol şirketlerine karşı devletimizi savunduk; komünist dediler.
Ülkemiz bağımsız değil dedik; kelepçeyle geldiler üstümüze.
Kurtuluş Savaşı'nda emperyalizme karşı dalgalandırdığımız bayrağımızı
daha da dik tutabilmekti bütün çabamız. Bir kez dinlemediler bizi. Bir kez anlamak istemediler.
Vurulduk ey halkım, unutma bizi…
Henüz çocukluğumuzu bile yaşamamıştık. Bir kadın eline değmemişti ellerimiz.
Bir sevgiliden mektup bile almamıştık daha.
Bir gece sabaha karşı, pranga vurulmuş ellerimiz ve ayaklarımızla çıkarıldık idam sehpalarına.
Herkes tanıktır ki korkmadık. İçimiz titremedi hiç.
Mezar toprağı gibi taptaze, mezar taşı gibi dimdik boynumuzu uzattık yağlı kementlere.
Asıldık ey halkım, unutma bizi…
Bizi öldürenler, bizi asanlar, bizi sokak ortasında vuranlar, ağabeyimiz, babamız yaşlarındaydılar.
Ya bu düzenin kirli çarklarına ortak olmuşlardı ya da susmuşlardı bütün olup bitenlere.
Öfkelerini bir gün bile, karşısındakilere bağırmamış insanların gözleri önünde, öldürüldük.
Hukuk adına, özgürlük adına, demokrasi adına, Batı uygarlığı adına, bizleri, bir şafak vakti ipe çektiler.
Korkmadan öldük ey halkım, unutma bizi…
Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi…
Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.
Özgürlüğe adanmış bir top çiçek gibiyiz şimdi, hep birlikteyiz ey halkım,
unutma bizi,
unutma bizi,
unutma bizi…

-
UĞUR MUMCU
Cumhuriyet
25 Ağustos 1975

 

DURULDUK EY HALKIM

Bizler dağ gibi evlerde, sırça köşklerde oturan, bütün yüzü kendine dönük,
yeni moda insanlarız. Yeni hayatın tadı, mücadele gücümüzü eritti. Bu
kadar çok döndükten sonra artık sana dönemeyiz, ey halkım...
 
Unut bizi...
 
Eskiden simit deyince aklımıza 5 çayı gelirdi. Şimdi yat simidini
anımsıyoruz. 5 çayını da orada içiyoruz. Mücadeleler içinde yüzdük yüzdük,
yata ulaşınca durulduk ey halkım...

Unut bizi...Toplumu aydınlatmak en yüce değerdi bizim için. Zamanla anladık ki, bu çok zor. Oysa toplumu yönetmek aydınlatmaktan çok daha kolay. Hani yanlış anlamazsan ey halkım, bir sürü yönetim biçimi var, iktidar biçimi var.
Bunlara yanaşıp işleri yoluna koymak varken, kelle koltukta seni
aydınlatma uğraşına girmek, artık bizim değerlerimizle örtüşmüyor. Biz
böyle bir yapının üstüne kurulduk ey halkım...
 
Unut bizi...
 
Eskiden yüreğimiz işçinin sesiyle atardı. Şimdi işçinin sesini duyunca
tepemiz atıyor. Her şeye özgürlük derken, sermayenin özgürlüğünü çok
sevdik. Bu özgürlük hepimize yetip artıyor. Emek de gitsin pazara, kendini adam gibi pazarlasın. Onun hakkından bize ne! Biz, küreselleşme pazarında tezgâh kurduk ey halkım...
 
Unut bizi...
 
Biz artık, nefer deyince lüfer, mücadele deyince mukavele, Grek deyince gerek, ip deyince cip, vana deyince bana, proletarya deyince lotarya, yürek deyince kürek anlıyoruz. Ulusal güvenlikmiş, barışmış, savaşmış, bunların hepsiyle bizim düzenimizi bozmaması için ilgileniyoruz. Hangi durum düzenimiz açısından iyiyse, o iyi demektir. Giresun'un yoksul köylüleri, bizim için ölün. Ege'deki tütün işçileri, bizim için ölün.
Doğudaki topraksız köylüler, bizim için ölün. Ey halkım, sanma ki boş duruyoruz, biz de asılıyoruz. Çokuluslu şirketlerin ipine asılıyoruz, ey halkım...
 
Unut bizi...
 
Kalemperyalizm Mustafa Kemal 'den kalma bağımsızlık diye bir şey varmış. Ülkeyi ahtapot gibi saran emperyalizmin kollarını kesmek lazımmış. Geçti bunlar, artık emperyalizm yok, kalemperyalizm var. Kalemlerimizle onun kötü bir şey olmadığını anlatırız. Biz ahtapotun kollarında yeni bir yaşam kurduk, ey halkım...
 
Unut bizi...
 
10 yıl olmuş Uğur Mumcu öldürüleli. Bizse anımsamıyoruz kaç yıl oldu, mücadele defterini düreli. Bu tür şeyleri anımsayınca, nasıl oluyorsa, bazı sorumluluklarımızı da anımsıyoruz ve kendimizi çok kötü hissediyoruz.
Bu yüzden de Uğur Mumcu'ları, O'nun gibi öldürülenleri anımsamak, anlamak istemiyoruz, ey halkım...
 
Anla bizi...
 
Onlar, yabancı petrol şirketlerine karşı devleti savunmuşlar. Bizim varlık nedenimiz, devlete karşı petrol şirketlerini savunmayı gerektiriyor. Onlar işkencehanelerden bahsediyorlar. İşkence deyince bizim aklımıza yaşam standardımızın düşmesinden başka bir şey gelmiyor, ey halkım, arada bir arayıp sorumluluklar yüklemeye kalkıp, işkence etme artık...
 
Bırak bizi...
 
Aydın, ülkesinin geleceğine harç taşıyan insanmış. Olur mu öyle şey? Aydın, bugünkü yapının haracını yiyen insandır. Bizler kalemlerimizi öylesine güçlü bir ışık olarak kullanıyoruz ki, düzenimizi bozanların gözüne tutup, gerektiğinde kör ediyoruz. Işığın sadece aydınlatmak için değil, kör etmek için de kullanıldığını keşfettik, ey halkım...

Unut bizi...

Seninle bu kadar ilgilenmek yeter ey halkım...
 
Sana Uğur'lar olsun...
Bırak bizi...
Anla bizi...
Unut bizi...

Cumhuriyet 24.01.2003
GÜNDEM
MUSTAFA BALBAY