Atatürk 1925 yılında kendi aylığından ödeyip Atatürk Orman Çiftliği`nin yerini satın almıştır (Yani ne devletin örtülü ödeneğini kullanmış, ne de devlet ve halkın malına adını vermiştir.) Ortasından demiryolunun geçtiği bu bataklık ve boş toprakları örnek bir çiftlik haline getirmeyi başardı. Hemen hemen her ağacın dikilmesinde başındaydı. Keza Ankara`yı Türkiye Cumhuriyeti`nin başkenti yapan ve bir bozkır kasabasında modern bir şehir kuran Atatürk, günümüzdeki, şehircilik, çevre, doğa ve peyzaj mimarisi kavramlarına, 1920`li yılların şartları içinde ışık tutan bir dehadır. Bu kavramların bilinmediği ve konuşulmadığı o yıllarda, şehircilik uzmanlarını getirterek, Cumhuriyetin başkenti Ankara`yı düzene sokan, ağaç diktiren, geniş bulvarlar açtıran, Çiftliği kuran, sefaret bahçelerinde yeşilliğe olanak veren Atatürk, diğer yönleriyle olduğu gibi, bu yönüyle de her zaman örnek alınması gereken eşsiz büyük bir önderdir. Yeşilliği olduğu kadar barışı da seven Atatürk`ün, Anıtkabiri`ne dünya uluslarının gönderdikleri fidanlarla meydana gelen Barış Parkı, ölümünden sonra da Ulu Önder`in kişiliğiyle bütünleşmiştir. Böyle büyük bir liderimizin armağanı olan ülkemizde ya bizim yaptıklarımıza ne demeli… Şehircilik denilince olur olmaz her yerde kullandığımız çarpık kentleşme ya da çarpık yapılaşma kavramı ortaya çıkıyor. Kentlerimizin düzensiz yapılaşmasına biz sebep olmamış gibi popülist söylemlerle ortaya atılan bu terim aslında kentleşmede ne kadar iki yüzlü olduğumuzu ortaya koyuyor. Çevremizi koruyalım, düzenli yapılaşalım ama başkalarının mülkiyetleriyle. Kendi arazimize dokundurtmayalım. Çarpık çurpuk gibi kendisi de çarpık olan laflar ortaya atalım. Sokaklarımız çamur olsun ama kartonpiyerli süslü püslü dairemize, lüks evimize girelim. Yollar için fedakârlık etmeyelim ama hem kendimizin hem de eşimizin arabası olsun. Çatı katını, çekme katını, bodrum katını, paralı çıkmayı duyunca gözlerimiz yerinden fırlasın, iştahımız kabarsın. Yeter ki bizim evimiz olsun başkasının manzarası güneşi olmazsa da olur. Yer benim gök Allah`ın kime ne? Dağı taşı binalarla kaplayalım. Vadilerde, kayan yamaçlara ev yapalım, iskân almamış bodrum katlarda yaşayalım ama sele, heyelana maruz kalınca devleti suçlayalım. Mağduruz bize konut verin diye cırlayalım. Doğa olaylarını, doğada yaşayan diğer canlıları hiçe sayalım. Doğal sit alanlarımıza villa yapalım, lüks kent yaşamımızı meraya taşıyalım, çanak antenli, havuzlu, şofbenli binanın karşısına geçip sit alanlarımız yeşilimiz kirleniyor diye serzenişte bulunalım. Ne kadar görmemiş, savurgan, vurdumduymaz olduğumuzu unutalım. Yapılaşmanın öncelikle yöremize özgü mimariyle olmasını aynı pişkinlikle savunalım ama öyle bir yapı yapmayalım. Kıyılarımıza, denizimize çöp dökelim, kıyı kenar çizgisini ihlal ederek kıyı da, kumsal da villa yapalım. Sonra oradan yol geçince feryadı figan edelim. Mahkeme yollarını aşındıralım. Kıyıların herkesin malı olduğunu unutalım; evlerimizin, otellerimizin önünde deniz içine kadar inen duvarlar örelim kıyıya kimseyi sokmayalım. Hazine dava açınca mülkiyet hakkımız gasp ediliyor diye avukat avukat dolaşalım. Su kenarlarını kimseyle paylaşmayalım. Karayoluna tecavüz edelim, yoldan çekmeyelim, her türlü ticareti karayolu kenarına yapalım, yolu yapılarla boğalım. Yol kıyıya atılınca tek suçlu olarak karayollarını ilan edelim. Kendimize pay çıkarmayalım. İmar planına bakıp yeşil alan karşısında ev alalım. Başkasının yerindeki yeşil alan kalkınca isyan edelim. Başkalarının mağduriyeti bizim konforumuz olsun ne çıkar? Kendi yerimizden yeşil alan hiç vermeyelim. Arsa ve Arazi düzenlemelerine(18.madde uygulamalarına) karşı çıkalım. Parselimizin tabanının hepsini kullanalım. Komşu parselden çekmeden ona çephe açalım. Arka bahçe bırakmasak ta olur. Nasıl olsa orda biz yaşamayacağız diyelim. Gelecek kuşaklara yaşanabilir bir çevre bırakmayalım. Sürdürülebilir çevre sürdürülebilir planlama terimlerini tiye alalım. Kültürel mirasımızı, tarihi yapılarımızı yakarak otopark yapalım. Örneklerle gazetenin bütün sütunlarını doldursak yine yetmez bize. Sorarım size. Çarpık olan kim? Kentlerimiz mi? Yoksa bizim zihniyetimiz mi? Sevgiyle kalın…