Benim bildiğime aklımın erdiği kadarına göre köşe yazarı, güncelin önünde gitmek, en basitinden söylemek gerekirse günceli yorumlaması, konu hakkında kamuoyuna görüşünü aktarması gereken, sorumlu bir kişi olmalıdır, okuru için öyle olmak zorundadır.

*

İki tane gazetesi vardı, günlük basılırlardı. Omuza asılan çanta benzeri deri bir askı içine yerleştirilen gazeteler dağıtıcıları vasıtasıyla çarşı içindeki abonelerine dağıtılırdı.

O zamanlarda yerel basın, ulusal basın adı pek bilinmezdi.

Eczacı Gökhan’ın Gazetesi ile Gazeteci Bedrinin Gazetesi diye bilinirlerdi.

Sonralarda Pazaryeri taraflarında Matbaacılık yapan, onlara göre yaşı da oldukça genç kasabanın yerlisi Yılmaz Yaman da bir gazete çıkarttı. Böylece kasabada günlük yayın yapan, şimdilerdeki tanımlamaya göre, üç tane yerel gazetesi oldu.

Basın ve siyaset birbirlerinden ayrılmayan, bazen dost bazen de düşman olan iki kardeştir. Bu durum o günlerde de öyleydi bugün de aynıdır. Ne birlikte olabilirler ne de ayrı kalabilirler.

Ülke siyasetinin de kasaba siyasetinin de taraftarları biri merkez sağda, diğeri merkez solda olduğunu söyleyen iki partide toplamıştı.

O günlerde sınırların (sınır hatları kimler tarafından ve nasıl çiziliyorsa) aşılıp, uçlardaki görüşleri ayan beyan açık etmenin, o söylemlerle siyasi bir parti kurmanın pek imkânı yoktu.

İyi saatte olsunlar’ı rahatsız etmenin faydadan çok zararı vardı. Sosyalistler veya Komünistler uçlardaki söylemlerini zihinlerinden değil ama dillerinden içlerine doğru çekerek, oldukça da yumuşatarak kendilerine ancak İşçi Partisinde yer bulabiliyorlardı.

En ileri hat buraya kadardı!

Kasabanın gazeteleri de saflarını çok net ortaya koymuşlardı.

Gökhan Duran’ın sahibi olduğu Memleket Gazetesi siyasal yelpazenin solunda saf tutmuştu. Altı okçuydu.

Bedri Erel’in Şirin Ereğli gazetesi kapatılan Demokrat partinin yerine geçen Adalet Partisinin görüşlerine yakındı. Kırat saflarında, tribünlerin sağ tarafına konuşlanmıştı.

Yılmaz Yaman siyası görüş olarak gazetesinde nasıl bir yol tutturmuştu derseniz, siyasi olarak suya sabuna dokunur bir tarafının olduğunu hatırlamıyorum.

Her gün yeni bir yeniliğinin ortaya çıkartıldığı, teknolojik gelişmelerine hafızalarımızın yetişemediği cep telefonlarından, dünyevi her türlü ihtiyaçların giderildiği bu günlere nazaran,

 O günlerde gazeteler, dergiler, kitaplar çokça okunur, güncel siyasi meseleler çok fazla tartışılır, üzerlerinde uzun uzun muhabbetler yapılırdı.

Kasaba ahalisinin ve çarşı esnaflarının birçoğunun da siyasi hal ve gidişi de aynı şekilde ikiye ayrılmıştı. Azınlıkta olsalar bile siyasi tarafını belli etmemeye gayret edenler, rüzgârın yönüne göre pozisyon alanlar azınlıkta kalırlardı.

Çoğunluk siyasi tercihlerini açık açık belli ederlerdi. Ya Kır At ya da Altıok taraftarı olarak bilinirlerdi.

Kimi kasabalı ise bırakın siyasi tercihini alenen ortaya koymayı, spor takımı tutmanın ötesinde bir sadakat ve aidiyetle partilerine olan bağlılıklarını şaşılası bir haykırışla ilan ederdi.

Çok net söyleyebilirim ki siyasi bir partiye âşık olmak! anlayışı bizim ülke insanımıza özel bir durumdur.

Çarşıda kim önce Paşanın sonrasında Karaoğlan’ın partisinin taraftarıydı, kim Eski Demokrat yani şimdilerde Adalet partiliydi, herkesçe çok çok iyi bilinirdi.

60 ihtilali sonrası Meclis’te oluşturulan demokrasi garabeti Tabii Senatörlük misali, kasabadaki partilerin de belediye meclisinde yer alan meclis üyeleri benzeri bir anlayışla çoğu kez aynı kişilerden atanırdı!

Birçok yerde olduğu gibi kasabada da en fazla politikayla ilgilenen, her daim siyasete meyilli olanların içerisinde okumuş, tahsil görmüş meslek mensupları, büyük bir farkla Hukukçular olurdu.

80 darbesi sonrası Başbakan seçilen Özal ile birlikte bu gelenek biraz olsun değişmeye başladı.

Sözelci’ler kadar Sayısal’cılar da siyasette söz sahibi olmaya heveslendiler, siyaset sahnesinde boy göstermeye başladılar.

Kasabanın Avukatları genç yaşlarından itibaren ülkenin siyasi gidişatı hakkında fikirlerini rahatlıkla söylerlerdi. Hangi siyasi parti taraftarı olduklarını hangi siyasi görüşü benimsediklerini, savunduklarını açık açık söylerlerdi. Bunlar kasabalı tarafından da iyi bilinirdi.

O zamanlarda kasaba Avukatlarının büyük çoğunluğu hatta tamamına yakını, partisine yeni başkan olmuş, ülkeye ’ye yeni bir heyecan, taze bir umut, siyasi bir canlanma getiren Karaoğlan’ın partisine yakın dururlardı.

Bu durumun böyle olmasında Altıok’un yeni Başkanının kasaba ve vilayet ile yakın temas kurmasının büyük etkisi vardı.

Kasaba merkezinde siyasi ağırlık tam olarak merkez sağdan yana değildi ama, köyleri ile birlikte göz önüne alındığında, kasabalının tercihi çoğu zaman merkez sağ siyasi partilerden yana oluyordu.

Kasabadaki hukukçuların içerisinde, tek bir kişi vardı vardı ki sağ siyasi görüşü benimsemekle kalmamıştı, uzun yıllar o partinin ilçe başkanlığını da yapmıştı.

İşini iyi bilirdi, kasaba siyasetini iyi bilirdi. Medeni, demokrat, dürüst bir siyasetçi, iyi bir meslek erbabıydı. Tutuculuğunu da partizanlığını da pek gören olmamıştı.

Kendi partisinin bazı ileri gelenleri, ekâbir takımı bu tutumunu pek beğenmezlerdi, içten içe kızanlar kadar, tavırlarını açık açık belli eden, uluorta eleştirenler de vardı. Davranışlarının partiye zarar verdiğinden yakınırlardı.

Kasabanın Avukatları ofislerinde kendilerine dava getirecek, vekalet verecek Müvekkil beklerken, onun ofisi oldukça haraketli, her daim kalabalık olurdu.

İlçe başkanının işleri diğer meslektaşlarına göre gayet iyiydi.

Kasabadan yeteri kadar olmasa bile kasaba dışından yani köylerden çok fazla müşterisi vardı. Nede olsa köylülerin oy verdiği partinin ilçe başkanıydı.

İlçe başkanın siyasi tercihi, ekonomik hedef tahtasını tam on iki ’den vurmuş sayılabilirdi.

Bu durum yıllarca böyle devam etti.

Önemli bir seçim sonucunda rakip partinin adayı, beklenenin aksine hemde önemli bir farkla seçimi kazanmıştı. Belediye meclisindeki çoğunlukta farklı bir sayıyla rakip partiye geçmişti.

Bazı partililer bu sonucu beklemiyorlardı, ama bazı partililer böyle bir fırsatı bekliyorlardı.

Seçimi kaybeden partinin kasabadaki tutucu gelenekçi takımına göre suçlu belliydi, artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Bu ilçe başkanından kurtulmak lazımdı.

İlçe Başkanını Beyefendiye, Parti Genel Başkanına şikâyet edeceklerdi! Partinin ileri gelenleri Halim selim partililer toptan bir araya geldiler, Ankara yollarına düştüler.

Beyefendinin huzuruna çıktılar. Beyefendi politikaya girmesinin çok öncesinden bu yana kasabayla içli dışlıydı. Kasabayı, kasabanın insanlarını iyi bilir, iyi tanırdı.

Kasabada uçan kuştan bile haberi olurdu. Sayılarla da arası çok iyiydi. İskele camisinin önündeki güvercin sayısını bile bilirdi! Bir itiraz olursa, inanmayan gitsin saysın! Diyebilecek kadar kasaba hakkında bilgi sahibiydi!

Beyefendi, İlçe Başkanını şikâyete gelen partili kasabalıların hepsini yıllardır tanırdı, hal ve gidişlerini iyi bilirdi!

Çaylar ikram edildi kahveler içildi. Hâl hatır faslı geçildi, sadede gelindi. Herkes doluydu: usulüne, kuralına, kaidesine uygun bir lisanla İlçe Başkanı’ndan şikayetler ardı ardına sıralandı. Heyettekilere göre seçimi kaybetmenin suçlusu belliydi.

Suçlunun cezalandırılması talebi Beyefendi’nin önüne konuldu! Ama İlçe Başkanının bir suçu daha vardı ki affedilemezdi, şikayetlerinin arasına onu da sıkıştırdılar.

Kendilerinden çok karşı partinin ileri gelenleriyle dostluk ahbaplık yapıyordu! Hele hele karşı partinin Belediye Başkan adayıyla bile aleni samimiyetinin affedilecek bir tarafı olamazdı!

Genel Başkan, kimsenin sözünü kesmedi, hepsini tek tek dinledi. Herkes eteğindeki taşları döktü. Hazirun sözünü bitirdi.

Kasaba heyetine göre Beyefendi ikna olmuştu.

İlçe Başkanını görevden alacağım! Demesinin zamanı gelmişti.

Sessizce beklemeye başladılar Genel Başkanın ağzından çıkacaklara dikkat kesildiler.

Genel Başkan, koltuğunun arkasına doğru yaslandı, Başını da geriye doğru kaldırınca, o muhteşem gerdanı olanca ihtişamınla ortaya çıkmıştı.

Yüzünde bir gülümseme oldu.

Ağzındaki ön üst dişlerinin ayrık aralığı bile heyete sevimli gelmişti, mutlu bir haberle kasabaya dönmeye az kalmıştı.

Beyefendi, tane tane konuşmaya başladı.

Arkadaşlar sizleri dinledim mevzuyu anladım.

Doğrudur...Kasabadaki seçimlerde başarılı olunamamıştır. Üzüntünüzü anlıyorum. Demokrasi böyle bir şeydir, bunun gibi sonuçlar zaman zaman olabilir, lakin fazla endişelenecek bir durum da yoktur.

Başarısızlıktan bir kişiyi sorumlu tutamayız, çok daha fazla çalışmalıyız gibi bu ve benzeri birçok söz söyledi.

Hem nalına hem de mıhına vura vura sözlerini bir müddet sürdürdü.

Biraz nefeslendi, son sözünü söylemeden önce hep böyle yapardı, hepsinin yüzüne tek tek baktı, sanki yıllarca süren bir sessizlik oldu.

Sonra tane tane konuştu, canım ilçe başkanımız ne yapacağını iyi bilir, binaenaleyh telaşe etmeye gerek yoktur deyiverdi.

Aslında kasaba özeli sayılmalı mıdır, yoksa bazı yerlerde de böyle oluyor mudur bilemem ama,

O zamanlar bazı kasabalılar yerel seçimlerde Başkanlık için oylarını kasabada solu temsil eden partinin Belediye Başkan adayına, Belediye meclisi seçiminde ise kendi partilerinin adaylarına oy verirlerdi.

Çarşı içindeki siyasal tartışmaların görüş alışverişlerinin samimi olmak gerekirse siyasi dedikoduların yapıldığı birçok mekân vardı ama, orta sokaktaki Terzi Şerefin erkek konfeksiyon dükkânı en önemli duraktı. Alışveriş yapan müşteriden daha çok siyasi konuşma, tartışma (dedikodu) yapanlara mekân olurdu.

Kasabadaki sol partinin İlçe Başkanlığına aday olan bir Avukat uzun zaman çalışmış nerdeyse bütün eş dost akraba-yı taallukatı ne yapıp etmiş, partisinin ilçe başkanlığı seçiminde oy kullanabilecek delege durumuna getirmişti. Gün gelmiş ilçe başkanlığı için kasabada seçim sandıkları kurulmuş, oylar kullanılmıştı.

Sandıklar açılmış, sayıma geçilmişti.

Olacak şey değildi Başkan adayı Avukat Bey bırakın seçimi kazanmayı, uğraşıp didindiği delege yaptığı kişilerin bile oyunu alamamıştı.

Yani demem o ki uzun lafın kısası, kasaba siyaseti çok enteresandır adeta yedi bilinmeyenli denklem gibidir.

O günkü kasabanın iki üç gazetesinin o günlerdeki manşetlerinde neler vardı? Köşe yazarları neleri yazarlardı? Kasabalının gündemini en çok neler meşgul ederdi?

Bütün bunlar o zamanlarda kasabada yayın yapan gazetelerin arşivlerinde, tarihe düşülen önemli notlar olarak yer aldı, kayda geçirildi.

Bu günlere gelindiğinde ise sayısını tam bilemediğim kadar yerel gazete, son dakikalarıyla, çarpıcı manşetleriyle, haberleriyle, köşe yazarlarının makaleleriyle okuyucularına olan vazifelerini en iyi şekilde yapma uğraşındalar.

Yerel basını iyi takip etmeye gayret ediyorum.

Gazetelerin köşe yazarları içerisinde kasaba ve ülke gündemini yakından izleyerek yorumlarını yapan disiplinli, konularına hâkim, iddialı kasabaya faydalı olmak için samimiyetle özveriyle gayret edenleri kasabalı gibi bende görüyorum.

Buna karşılık yine kasabanın bazı gazetelerinin köşelerinde hangi tarihte ne amaçla yazılmış olduğu belli olmayan, üzerinden haftalar aylar geçmiş, adeta yazana zorla yazdırılmış gibi o köşede asılı kalmış bazı köşe yazıları! da var.

Benim bildiğime aklımın erdiği kadarına göre köşe yazarı, güncelin önünde gitmek, en basitinden söylemek gerekirse günceli yorumlaması, konu hakkında kamuoyuna görüşünü aktarması gereken, sorumlu bir kişi olmalıdır, okuru için öyle olmak zorundadır.

Kasabadaki yerel gazetelerinin manşetlerinde yer alan haberlere baktığımda, her daim öne çıkan, manşetlerden inmeye hiç niyeti olmayan birkaç haber var ki adeta tüm gazetelerin değişmez ortak manşeti olmayı başarıyor.

Kasabada yaşanan trafik kazalarının sıklığı ve devamlılığı sanıyorum birçok il ve ilçenin hayal bile edemeyeceği, hiçbirinin de kırması mümkün olmayan rekor sayıya ulaşmış durumda.

Kasabadaki araç kalabalığı ile yaşanan keşmekeşin en sadık izleyicisi yerel yönetim olmuş. Sahaya inmesi gerekirken tribünden seyretmeyi daha çok tercih eder, kasabalının illallah ettiği, yaka silktiği bu konuyu duymaz görmez olmuş.

Uyuşturucu ile yakalananlar, kaçakçılık, kavga, dövüş yaralama konuları manşetlerin daimî konukları.

Ayrıca çok net görülmekte ki, kasabalının son yerel seçimlerde takındığı isyankâr tercihine! karşılık aldığı ceza henüz bitmemiş.

Söz konusu bu durum bir iki gazete dışında kasabanın yerel basını tarafından pek umursanmıyor, kasaba yerel basınının büyük kısmı cambaza bak cambaza anlayışıyla zamana oynamaya devam ediyor.

Drone’yi biraz daha yukarıya kaldırıp baktığımızda, asosyal, apolitik, vurdumduymaz hale neden geldiğimizi, hamaseti çok neden daha çok öne çıkarttığımızı anlamak zor değil.

Ülkemiz insanının kültürle bilimle sanatla arasına koyduğu mesafe büyük bir kararlılıkla her geçen gün açılmakta. Geçmiş yıllara nazaran her geçen gün daha fazla kendini belli ediyor ki, okumaya karşı olan direncimiz! büyük bir inatla beklenmeyen bir disiplin ve kararlılıkla! Çığ gibi büyümekte.

Türkiye İstatistik Kurumu ülkemiz insanının okumaya ayırdığı zamanın, günde ortalama 1 saniye olduğunu tespit etmiş. Kuruma göre halkımızın yüzde 58’i hiç kitap okumadığını övünerek koltuklarını kabartarak söylüyor.

Adeta bunun gururunu yaşıyor!

Eee zaten yakın bir zamanda bir üniversite rektör yardımcısı! Okumuş insandan bize fayda gelmez, bize okumamış insan lazım dememiş miydi?

Nuri Öztürk/ Nisan 22 /Sapanca