Sevgili Ruhi,

Bilirsin mektup yazmasını sevmem; daha doğrusu beceremem. Oysa bir zamanlar çok mektuplar  geldi geçti  elimden. Nedense, bana gelen ve benden giden mektuplar hep duygusal olurdu. Belki de yaşamımızın sıkıntılar içerisinde geçmesi, genç yaşımızda elimizde bir tahta bavulla gurbet ellere gitmemiz bize bu gözle bakmayı öğretmişti  hayata.
Sen,  bana göre yaşama güzel başlamıştın  Güzel evlerde oturup balkondan Karadeniz'i ve bir alev topu gibi denizin tam ortasından doğan güneşi seyrettiğini  ve bunları bana uzun seneler sonra hasta yatağında özlemle anlattığını unutamadım.
Yaşam biraz da rastlantılara bağlı, değil mi ?... Ben Samsun'a vekil öğretmenlik için gelmeseydim, senin o küçük matbaanın penceresine takılı şiirleri okumasaydım;  bu arkadaşlığımız, bu dostluğumuz
bu günlere gelir de ben senin "Yaşamöykünü"  yazar mıydım ?... Değil mi Ruhi'ciğim.
Hayatta boş kalan nice sayfalarımız var... Bize kırgın gibi unutulup giden o sayfalar... Yaşadıksa  da
o boş kalan sayfalardaki yokluğumuz, kendimizi derin sulara atıp gitmelerimiz ve ne acı ki tükenmeyi istediğimizin boş kalan sayfalarıdır onlar.
Bazı akşamlar arkadaşlarla sahile gider, nutuklar çeker, şiirler ve şarkılar okurduk. O genç yaşımızda kendimizi ne kadar  büyük şair !... görürdük ...  Ben kumların üzerine sevdiklerimin isimlerini yazardım. Az sonra gelen dalgalar alıp götürürdü. Yine, küçük taşları yüzdürmek için denize atardım.  Oysa taşlar ilk düştükleri yerde kaybolup giderdi.  Aynen senin seneler sonra yazdığın "SOBE" şiirin gibi.Yine bu anıları yarım asır sonra anlatırken de ne gülmüştük, ne gülmüştük..." 
                                              ***
Samsun'daki yollarımız ayrılıp yağmur taneleri gibi uzak yerlere döküldüğümüzde,  o taneler  bizim özlem dolu göz yaşı damlalarına dönmüştü.
Ben, eniştemin bana ilk gurbete çıkarken yaptığı "Gurbet Bavulu" elimde, bir sabah  bir kara trene binip çekip gitmiştim güzel Samsun'dan...
Gidişim işte o gidişti.
Bavulumda beraber emek verdiğimiz  "Adım ve Filiz"  dergileri vardı. Yine benim o meşhur bavulumda sen ve diğer sevgili arkadaşlarım vardı. V e de yine o bavulda ve yüreğimde kutsal emanet gibi taşıdığım, unutamadığım anılarımız vardı.Benim için zaman zaman bunlar bir ağıta dönüyordu.
                                            ***
Ömrümüzden nice yıllar kaybede kaybede bu günlere geldik.
O unutamadığım, yalnız ve korkunç acı çektiğin  günlerinde yine beraberdik. Çıkagelmiştim bir gün.
Ev hizmetini gören bayana seslenirdin " Reyhan, kızım Neşet Amca'ya  Amasya çayı demle..." diye.
Reyhan Hanım çayı getirdiğinde sen çoktan uyumuş olurdun. Ben de kalkıp evime  evime giderdim ...
                                          ***
Senin için yazdığım  SAMSUNLU ŞAİR RUHİ GÖKTEKİN "Kısa Yaşamöyküsü" kitap için çok uğraş verdim. Ama çok üzgünüm ki bazı sebeplerden dolayı basımı gecikti. Kahroldum... Ne yapalım ki bazı şeyler kendi yolunda sürüp gidiyor, istesek de engel olamıyoruz.  Sebepleri kaldırıp sonuca ulaşmak çoğu zaman olası değil. Bu yaştan sonra hiç mümkün değil.
Bu sabah Samsun'da çok güzel bir hava var. Atakum'daki evim deniz çok yakın. Hırçın dalgaların seslerini duyuyorum.  Birazdan gider, sahilde kumlara sevdiklerimin adını yazar ve yine küçük taşları yüzmeleri için suya atarım. Biliyorum ki yine taşlar ilk düştükleri yerde kaybolup gidecekler.
Dileğim o ki;  insan sevgimiz, dürüstlüğümüz, güzel ülkemize bağlılığımız hiç eksik olmasın. Böyleydi kardeşliğimizin ön sözü, değil mi?...
Bir gün Ereğli'ye gidip senin ayak izlerini arayacağım. Çook çok sevgili kardeşimiz Yaşar Uysal beni görünce kollarını açıp koşacak ve bilirim ki  "Vay benim Neşet ağbim gelmiş" diyecek  biliyorum.
Kim bilir ... Ömrüm yeterse...
O servilerin gölgelediği yerde rahat uyu...

                                                                Neşet Karaçaltı 

                                                               Samsun / Atakum  23 Aralık  2010