AFŞAR: Bu hinterlantta 4 tane santral var, bir çalışmada okudum, 9 tane daha kurulması ön görülüyor. Bir tehlike var bu tehlikenin farkına varalım. Ekolojik temelli bir gelişme, kalkınma ve ekonomik ilerlemeye ben de evet diyorum. Ama bu yanında termik santrallerin yoğun olduğu bir endüstri bölgesi olacaksa, ekolojik temelli bir üretim yapamazsınız.

 

 

Çaycuma Belediyesinin ilçe Kaymakamlığı ile birlikte düzenlediği “Çaycumalılar Buluşuyor” etkinliğinin forum bölümünde, TOBB Türkiye Fuarcılık Sektör Meclisi Başkanı, TÜYAP Anadolu Fuarları A.Ş. Genel Müdürü Cihat Alagöz “Bölge İçin Vizyon Arayışı”, Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi  Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muharrem Afşar “Kent ve Ekonomi” başlıklı birer tebliğ sundu.

Çaycuma Köylerini Kalkındırma ve Güzelleştirme ve Dayanışma Derneği Başkanı Savaş Çiloğlu’nun moderatörlüğünü yaptığı forumda İlk konuşmayı yapan TOBB Türkiye Fuarcılık Sektör Meclisi Başkanı Cihat Alagöz  şunları söyledi:

“İlk sılamdan ayrılırken 11 yaşındaydım. 11 yaşında Karabük TED’de yatılı okumak üzere memleketten ayrıldım. Ankara’ya geldiğimde şunun farkına vardım. Biz Karabüklüler, Zonguldaklılar, Devrekliler, Ereğlililer hepimiz aslında aynı şehrin insanlarıymışız, hepimiz hemşeriymişiz, Ankaralılar yabancıymış. Orada bir de bambaşka gündem maddemiz oldu, bu Zonguldak neresi? Adamın bir tanesi ‘Ne güzel yazları Uzunyayla’ya gidiyorsunuzdur? Sizin oraların Akçaabat köftesi çok meşhur. Sizin oranın yeşili çok güzel.’ Evet çok güzel. Lisede okurken fark ettim, bizim çok büyük konumlandırma sorunumuz. Biz neresiyiz? Maalesef Zonguldak, Devrek, Çaycuma, Bartın olarak Araf’ta kalmışız. Karadeniz’in batısı mı, Marmara’nın doğusu mu? Bir türlü bir yere oturamıyorsunuz. Aynı şey türkülerde de geçerli. Bir tulum çalınsa ‘Bak sizin yörenin havaları’ deniyor. Benim çocukluğumda tulum çalınmazdı.’ Sizin orasının nesi meşhur?’, ‘Pidesi meşhur’ diyorum ama bir Bafra pidesi değil. Lokumu, Safranbolu. Bir de şunun farkına vardım. Bizim memleketimizin adını taşıyan bir restoranımızın olmadığını gördüm. Urfa’nın, Gaziantep’in sofrası var, bizim mutfağımız yok. Şiirlerimiz, türkülerimiz marka haline gelmemiş, ortaokul yıllarında gündemin tek maddesi büyük madenci yürüyüşü. Bu vesileyle de bu yörenin yetiştirmiş olduğu rahmetli Şemsi Denizer’i saygıyla anıyorum. Türk siyasetinin içerisine baktığınızda çok önemli birbirinden değerli isimler yetiştirmişiz. Ülke gündemine damgasını vurmuş hem sağından hem solundan siyasi yelpazenin her yerinden çok değerli isimler yetişmiş, marka olmuş fabrikalara ve endüstriyel ürünlere sahibiz, amma velakin aynı oranda sosyal kimliğimizi inşa eden unsurlarda marka haline gelemediğimizi gördüm.”

 

 “EN TEMEL GERÇEKLİĞİN, BİRLİK VE BERABERLİK”

 

Alagöz konuşmasına şöyle devam etti:

 

Bilkent Üniversitesinde uluslararası ilişkiler eğitimi, Başkent Üniversitesinde işletme yüksek lisansı Ankara Siyasal’da uluslararası pazarlama doktorası yaptığını söyleyen Alagöz, “Derken dünyaya açıldığımızda da bu sefer de şunu gördüm. Biz Türkler bir hemşerilik grubundayız, Türkiye Cumhuriyeti ve diğerleri. Artık memleket çok daha yukarıda bir yerlere geliyor. Hele hele Pasifik’i de aştıktan sonra dünyanın öbür ucunu da gittiğinizde oradan baktığınızda da Ortadoğu, Balkan coğrafyası sizin memleketiniz, diğer kıtalar başka bir memleket haline geliyor. Ne kadar perspektifi yukarıya çıkarırsanız mikro milliyetçilik dediğimiz kavramlar o kadar uzakta gözüküyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde yaklaşık 14 yıldır çeşitli kademelerde yöneticilik yaptım. Yaptığım görevlerden en önemlisi de 365 sanayi ve ticaret odası borsasından 62 sektör meclisinden 81 il de kurulu bulunan 162 kadın ve genç kurumlarından sorumlu teşkilat başkanı olarak 14 yıldır görev yaptım. Bu dönemin içerisinde de 81 ilimizin içinde birbirinden değerli başarı hikâyelerine tanıklık ettim. En temel gerçekliğin, birlik ve beraberlik olduğunu gördüm. Kültürümüzde, birlikte rahmet ve bereket, ayrılıkta azap vardır denir. Geleneğimizde de, atasözlerimizde de inancımızda da birlik ve beraberlik vurgusu yapan o kadar çok söz var ki, işte başaranlarının en temel sırrının orada yattığını görüyoruz. Ne inşası ederseniz edin dünyanın en mükemmel yol haritasını pekişseniz o birlik ve beraberlik ve beraberlik sağlanamadıkça nasıl ses getireceksiniz?  ‘Çaycuma ve Zonguldak’ta ne durumdayız’ diye baktığımızda inanın bana hiç olmadığı kadar iyi noktaya doğru ilerliyoruz. Bugün şu salonda toplanıyor olabilmek bile bunu başardığımızın göstergesidir, ben sizi alkışlıyorum.”

 

“SİVİL TOPLUM PROJE ÜRETİP SİYASET UYGULAMALI”

Zonguldak derneklerinin geçmişte ayrı ayrı hareket ettiklerini, bugün artık konfederasyon çatısı altında toplandıklarını dile getiren Alagöz,  konuşmasını “Çok enteresan bir dönemden geçiyoruz, ortaya çıkaracağımız vizyonu da hayata geçirebilmek üzere sözler alacağımız bir dönemdeyiz. Biz bazı işleri birbirine karıştırıyoruz, politika üretmeyi de politika uygulamayı da onun takipçiliğini de siyasetçinin kucağına bırakıyoruz. Siyasetçi dediğiniz Süpermen değil ki, hem, hem uygulasın, hem de denetimini yapsın. Aynı anda bunun tamamını bir kişi yürütemez. Bizim en büyük yaptığımız hatalardan biri bu. Üretme görevi siyasetçiye değil sivil toplum kuruluşlarında olması lazım. Ürettiğimiz politika önerileri ve projeleri siyasetçiye satıp ardından da onların başarısını bu politikalara uygulayıp uygulamadıkları üzerinden notlandırmamız lazım. Maalesef şu anda elimizde siyaset yürüteni veyahut da sivil toplum örgütü başkanlarımızı objektif olarak notlandırabileceğimiz skala mevcut değil. Bu aşamada da ne yapmak lazım” diyerek devam etti.

 

ALAGÖZ: KANTARCI GURUR DUYULACAK BİR KENT YARATTI

Aynı anda her şeyin başkenti olamayacağımızı anlatan Alagöz, “Bir kere bunu kabul edelim. Yani aynı anda Çaycuma’mız yeşil Çaycuma olacak, bütün ağacıyla, ormanıyla, doğasıyla muhteşem bir çekim merkezi olacak. Hem endüstrinin başkenti olacak.  Hem kültürün başkenti olacak. Hem sporda birinci olacak. Tarımda da başkent olacak. Hepsi aynı anda olmaz. Ne yapmamız lazım.  Önceliklendirmeye gitmemiz lazım. Aynı anda bunların hepsini arzuluyoruz. Arzulamak çok güzel. Önceliklerimizi yerli yerince güzel yerleştirmemiz lazım. Önceliklerimizi yerleştirirken de ona göre de planlarımızı, projelerimizi zamanlara yaymamız lazım. Bunun politika önerisini geliştirip ardından siyasetçilere bunu sunup ve bunun takipçiliğini yapmamız lazım. Ben Bülent Başkanıma bir hemşehrisi olarak huzurunuzda teşekkür ediyorum. Burada gurur duyulacak bir ilçe inşa ediyor? Biz bunu Ankara’dan da, yurtdışında da büyük bir gıpta ile takip ediyoruz. Bugün Çaycuma, Türkiye’nin dört bir yanında konuşuluyor. İçinde yaşadığınız zaman dönüşümü ve değişimi çok net göremeyebilirsiniz. Ama dışarıdan baktığınızda Çaycuma’daki o dönüşüm,  Çaycuma’nın sosyal hayatındaki renkliliği, Çaycuma’nın bir marka haline geliyor olmasını bizler dışarıdan çok net görebiliyoruz. Marifet iltifata tabidir. Ben belediye başkanıma bir kez daha şükranlarımızı arz etmek istiyorum” diyerek sürdürdü.

 

ALAGÖZ: “KENDİMİZİ DEĞİŞTİRMELİYİZ”

 

Alagöz konuşmasını,  şöyle tamamladı:


“Çaycuma’mızın nesi var?’ dediğimizde bir diğer güzelliği daha var. Filyos Liman Projesi’yle birlikte Çaycuma Türkiye’nin en büyük endüstriyel bölgesi haline gelecek. Bununla ilgili Çaycuma TSO başkanımız ve yönetim kurulu çalışmalar hazırlıyorlar. Biz ne kadar hazırız. Çaycuma’nın Zonguldak’ın 10 yıl sonrasına ne kadar hazırız. İşte yeni vizyon inşa etme noktasındaki en temel safhalardan bir tanesindeyiz. Bu bölge 10 sene sonra Türkiye’nin en büyük endüstri bölgelerinden biri olacak. Peki, para nerede kalıyor. Endüstri bölgesinde mi kalıyor. Eğer öyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz? Para endüstri bölgesinde kalıyor olsaydı, Türkiye’nin en gelişmiş şehirlerinden biri Dudullu veya Ankara Sincan olurdu. Ankara’nın en düşük kira bedeli de Sincan’da. Buradan çıkarılacak sonuç;  para endüstrinin fiilen yürüdüğü yer de değil ona en yakın çekim merkezinde harcanmaya başlıyor. O zaman ne yapmak lazım. Bugünden o günlerin hesabını yaparak Filyos Liman Projesi’nin ve yeni Organize İktisat Sanayi Bölgesi’nin yaşam alanı olarak Çaycuma’ya hazırlıklara şimdiden başlamalıyız. Çünkü o bölgenin sosyal dinlenme tesisleri burada olacak, o bölgenin yaşam merkezleri burası olmalı, o bölgenin refah merkezi burası olmalı ki, orada kazanılan para buraya gelebilsin. Eğer burada çekim merkezini şimdiden oluşturamaz isek başka oluşturulan yerlere doğru o para kanalize edilecek. Bunun için ne yapmak lazım. Çok basit bir şey. Ağır endüstri bölgelerinde bulunan fabrikaların yoğunluklu bulunduğu yerlerdeki o fabrikanın sahipleri, müdürleri nerelerde yaşıyor, o yaşanılan yerler nasıl kurgulanmış, nasıl bir hayat onlara sunmuş, onları oturup bir inceleyip bugünden onun hazırlıklarına başlamamız lazım. İkincisi dünyanın en mükemmel planlamasını yapsak bile değişim ve dönüşüme hazır olmadan hiçbirini hayata geçiremeyiz. Değişim de nereden başlıyor; kendimizden. Önce kendimizi değiştireceğiz kendi bakış açımızı değiştireceğiz, ardından yeni zihinle de yeni projeler üreteceğiz. Yeni şeyler söylemek lazım. Burayı cazibe merkezi haline dönüştürebilmemiz için ne tip zihni hazırlıklara gitmemiz lazım” diyerek tamamladı.

 

AFŞAR: “TİCARET VE SANAYİ YOKSA ŞEHİR DE YOK”

Forumun diğer konuşmacısı Prof. Dr. Muharrem Afşar, kentin farklı sosyal sınıflardan oluşan bir topluluğun, yapay çevreyi doğal çevreye hakim kıldığı bir ortamda ve kentsel yaşam kurallarına uygun olarak yaşadıkları bir yerleşme yeri olduğunu söyleyerek başladığı sunumunda “Çaycuma’nın ekonomik ve sosyal olarak gelişimini istiyoruz. Şehirlerin gelişmesinin altında ekonomik gelişme vardır. Eğer bir şehir ticaret ve sanayi yani ekonomik faaliyetlerle desteklenmiyorsa, o şehrin gelişmesi mümkün değildir. Esasında kırla kenti birbirinden ayıran budur. Kır, tarıma dayalı ve kırsala dayalı düşünce yapılarını ifade ederken, şehir, ticari, sınai ve turizm faaliyetlerinin yaygınlaştığı yerlerdir” dedi.

 

AFŞAR: “FİLYOS’A HANGİ YATIRIMCILAR GELECEK”

Bizim bir şeylere karar vermemiz lazım diyerek sözlerini sürdüren Afşar, “Filyos Projesi’nden söz ediyoruz. Ben bu konuyu biraz inceledim. İlk fizibilite çalışmaları 1954’lere uzanıyor. Ben 1966 doğumluyum. Altmış yılı aşkın bir süreçten söz ediyoruz, ancak hâlâ da ne olacağını bilemiyoruz. Liman yapılıyor. Arkasında da endüstri bölgesi var. Liman turistik amaçlı yapılmadığı belli. Belki de öyledir. Bilemiyoruz. Bahsedilen konulara baktığımızda endüstri bölgelerinin alternatifi konular bunlar. Şayet limanın arkasında endüstri bölgesi kurulacaksa, bizim kentin doğasını, tarihini koruyup tarımı geliştirerek bir kent oluşturma konusunda söylediklerimiz havada kalır. Yanıtlanması gereken en önemli soru şu: Buraya hangi firmalar gelecek. Adı üzerinde, endüstri bölgesi, buraya endüstri firmaları gelecek. Peki, bir şirket, yatırım yapacağı neye göre seçer? İşletmeler yatırıma başlamadan önce üç önemli başlıkta karar vermek zorundadır. Bunlardan birincisi hangi kapasiteyle üretim yapacağıdır. İkincisi hangi üretim tekniklerini kullanacağıdır. Üçüncüsü de nerede konuşlanacağıdır. Bu üç temel karar aşamasında,  kuruluş yeri birinci derecede önemlidir. Çünkü temel üretim kararlarından üretim yöntemini ve hatta kapasite büyüklüğünü, gerektiğinde belli sınırlar içinde değiştirmek olanaklıdır. Bununla birlikte, elverişsiz bir yerde kurulan bir işletmenin bir yerden diğer bir yere aktarılması büyük harcamalar gerektirebileceği gibi, böyle bir yerde kurulan işletme, işletmenin ömrü boyunca gereksiz harcama ve zararlara yol açabilir. Kuruluş yeri, bir işletmenin yaşaması ve gelişmesi için zorunlu olan, faaliyette bulunulan işkolunun  gerektirdiği bütün özellikleri bünyesinde taşıyan ve en düşük maliyetle en  yüksek karın sağlanabileceği düşünülen hayat  alanı olarak tanımlanır. İşletmeler kâr elde etmek için kurulur. Hatta öyle böyle değil, hedef en yüksek kâr olmalıdır.

 

AFŞAR: “İŞLETMELERİN YATIRIM İÇİN YER SEÇME KRİTERLERİ VAR”

Prof. Afşar konuşmasını, “Hocam şimdi biz işletmeyi mi düşüneceğiz, sen ne anlatıyorsun bize diyebilirsiniz” diyerek sürdüren Afşar, “Düşüneceğiz. Çünkü sanayileşmek, ekonomik olarak gelişmek istiyorsak bu ancak işletmelerle olur. İşletmeler kuruluş yerlerini seçerken iki grup ölçütten hareket eder Bunlardan birincisi, devlet planlama organlarının yatırımları yönlendirmek amacıyla kullandığı ölçütlerdir. Devlet ulusal geliri maksimum kılmak veya en üst düzeye çıkarmak, ülkenin işgücünü tam ve etkin olarak kullanmak, geri kalmış bölgeleri kalkındırmak, yerleşimin yoğun olduğu bölgelerdeki sosyolojik ve ekolojik so­runlara çözüm getirmek amacıyla kimi teşvikleri uygulayarak yatırımları yönlendirebilir. İşletmelerse, kuruluş yerini belirlerken, önce ekonomik  faktörleri göz önüne alır. Materyal kaynaklarına uzaklık, hammadde, işçilik, ulaştırma olanakları, arazi ve inşaat maliyetleri, pazara yakınlık,  altyapı  ve  hizmetlerin  varlığı bu kapsamda değerlendirilir. İkincisi doğal faktörlerdir. Arazi  yapısı,  yüksekliği,  ısı  farklılıkları,  yerin  deprem  kuşağında  olup olmaması, nemlilik  derecesi, hatta  rüzgar  durumu,  yer seçimin etkiler. Sıcaklık-soğukluk, yağış-nemlilik, rüzgar veya kuraklık gibi doğal elemanlardan oluşan iklim etmeni, bir yandan işletmenin çalışmalarını doğrudan etkilerken, örneğin, üretilen mamulün bozulması, turistik işletmenin yetersiz talep nedeniyle atıl kalması gibi, bir yandan da birçok işletmeyi dolaylı yoldan etkileyebilir. Bir diğeri sosyolojik  faktörlerdir. Yöneticiler tarafından  işletme personelinin seçimi, işe yerleştirilmesi ve özellikle güçlendirilmesi gibi  temel işlevlerin gereği gibi yerine getirilmesine yardım edecek psikolojik,  toplumsal ve antropolojik nitelikte bilgiye de ihtiyaç duyulur. Ayrıca, gürültü yapacağı, havayı kirleteceği, suya zarar vereceği gerekçesi ile ortaya çıkabilecek toplumsal direnişler de işletmenin yerinin seçiminde önemli faktörler olarak belirtilmektedir. İşletmeler bu tip tepkilerin gelmeyeceği yerler seçer. Bir diğeri de psikolojik, fizyolojik ve politik faktörlerdir. Müteşebbisin, bir ülkenin belirli bir bölgesinde yaşayan insanlara karşı duyduğu yakınlığın kuruluş yerinin seçiminde rolü olabilir.  Veya müteşebbis, kür yeri, banyo veya plaj kasabası gibi sağlığına yararlı olacak bir yeri kuruluş yeri olarak seçebilir. Devlet de, iktisadi ve sosyal yararlar sağlayacağı düşüncesiyle, işletmelerin belirli yerlerde kurulmasını öngörebilir veya işletmecilik bakımından kurulmaması gereken yerlerde işletmelerde kurulabilir” diyerek sürdürdü.

 

AFŞAR: “KÖMÜR KÜLTÜRÜMÜZDE VAR. BU VERİ OLARAK KULLANILIYOR”

Afşar konuşmasına, “Sayın valimiz sabahki konuşmasında Filyos’a yapılacak yatırımlarla ilgili üç defa toplantı yapıldığını, üçünün de ertelendiğini söyledi. Şayet o toplantı yapılabilmiş olsaydı, hangi alanda hangi yatırımcıların geleceği belli olacaktı. Biraz önce saydıklarımızın ışığında bakın lütfen, sizce Filyos Endüstri Bölgesi’ne hangi türde yatırımcılar gelir? Bir düşünün lütfen. Mesela seramik hammaddesi var mı bizde? Yok. Otomobil fabrikası konuşuluyor, onun için gerekli kalifiye işgücü var mı? Yok. Benim aklıma bir şey geliyor. Bu hinterlantta en kolay ikna edilebilecek üretim yöntemi kömür ve kömüre dayalı sanayi biçimleri. Enerji üretiminde, termik santrallerden söz ediyorum. Böyle bir üretim yöntemi geldiğinde itiraz eder miyiz biz? Kömür bizim kültürümüzde var çünkü. Buradan kömür üretimine itiraz ediyorum sanmayın. Kömür kullanılarak bir endüstri tesisi kurulmasını konuşuyoruz. Bu hinterlantta 4 tane santral var, bir çalışmada okudum, 9 tane daha kurulması ön görülüyor. Bir tehlike var bu tehlikenin farkına varalım. Ekolojik temelli bir gelişme, kalkınma ve ekonomik ilerlemeye ben de evet diyorum. Ama bu yanında termik santrallerin yoğun olduğu bir endüstri bölgesi olacaksa, ekolojik temelli bir üretim yapamazsınız. Bunu unutun. Şu anda Eskişehir’de bu tartışılıyor, ben oradan geliyorum. Eskişehir ayakta. Ekonomiye katkısı olur mu, belki evet. Peki kim çalışacak orada? Hangi kömür tüketilecek? ‘Hocam ürettiğimi kömür bir yerde yakılacak’ diyebilirsiniz ama şu anda havzada yakılan kömürün çok az bölümü burada üretiliyor. 9 tane daha kurulduğunda tablo çok daha vahim olacak. Onun yaratacağı ekolojik sorunları düşünün, manda yetiştiremezsiniz burada. Onun yaşayacağı ekolojik ortam kalmaz. Çok önemli bir karar vermemiz lazım. Ekolojik temelli bir kalkınma mı? Ne olursa olsun kalkınmama mı? Eğer bu konuda yanlış bir karar verirsek, bizim değil belki, çocuklarımızın, çocuklarımızın çocuklarının yaşamı etkilenecek” diyerek tamamladı.