Sabah Yıldızı’nın yapımcı-yönetmeni Metin Avdaç, gazetemiz stajyer muhabirlerinden Görkem Ercan Azer’e görüşlerini açıkladı.

 

G.E.A : Bize biraz kendinizden söz eder misiniz?

 

M.A: Metin Avdaç, emekli teknisyenim, işçi sınıfından geliyorum. Alaylı sinemacıyım ben. 2005 senesinde sinemaya geçtim. Ve sinemayla olan ilişkimin sorumlusu Yılmaz Güney’dir. İlkokuldayken, Yılmaz Güney filmlerine gidebilmek için okuldan kaçardım. Sinemadan önce fotoğraf sanatıyla uğraştım. Belgeselcilik ve sinemacılık sonrasında gelişti. Sağlığım el verdiğince de yoluma bu şekilde devam edeceğim.

 

G.E.A: Sabahattin Ali belgeselini çekme  fikri tam olarak nasıl oluştu?

 

M.A: Mayıs 2010 yılında.  Önce, Alanya’da bir belgesel film festivaline gitmiştim “Karaaltından Altın Mikrofona” adlı film festivali gösterimine ve o arada da aynı takvim içerisinde, bir kaç gün sonra Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin fotoğraf etkinliklerine davetliydim. Ve Alanya’dan Afyon’a geçtim, orada iki gün cumartesi-pazar fotoğraf etkinliklerinden sonra fotoğraf sanatçısı İsa Çelik ile birlikte, O'nunla ikimiz beraber davetliydik, gece İstanbul’a dönüyoruz, otobüs yolculuğu sırasında sohbet konumuz genellikle edebiyat ve sinema üzerineydi. Birden bire aklıma nereden geldiyse Sabahattin Ali geldi. ‘İsa abi’ dedim, ‘Sabahattin Ali üzerine ciddi bir belgesel hiç yapıldı mı?’. ‘Metin bey, bildiğim kadarıyla yok’ dedi. ‘Benim de bildiğim kadarıyla, TRT’nin yapmış olduğu bir belgesel var’ dedim. Ve o anda dedim ki, ben Sabahattin Ali’nin belgeselini yapayım. Döndü bana, ‘Metin ciddi misin?’ dedi, ‘Ciddiyim’ dedim. ‘Sabahattin Ali zordur’ dedi. ‘Ben de zoru seven bir insanım, hiç sorun olmaz’ dedim. ‘O zaman git ve dersine çalış, seni kızı Filiz Ali ile bir yıla kalmaz tanıştırayım‘ dedi. Ve ben de dedim ki, ‘Öyle bir yıl kadar zamanım yok, hemen tanışalım.’

Sonrasında dersime hemen çalışmaya başladım, yakın çevremdeki ekibi kuracağım insanlarla duygularımı paylaştım ve dedim ki böyle bir fikrim var. Çok sevindiler, yakın dostlardan danışmanlık yapan kişiler de dâhil. On beş gün içerisinde telefonla Filiz Hanım’la tanıştım. Ayvalık’a gittim Haziran başı gibi. Az önce bahsettiğim olay Mayıs ayı ortasıydı ve Filiz Hanım’ın yanına gittim, tanıştım, çok zor ve disiplinli bir kadındı Filiz Hanım ve bana dedi ki, hatta telefondan söylemişti ne kadar zamanda çekebiliriz diye, üç-dört ayda mı diye. 'Hayır' dedim, 'İki yıl içinde, 2 Nisan 2012’de de galasını yapacağım' dedim, şok oldular tabi ki, ben tüm çekim takvimini, planını, programını yapmıştım on beş gün içerisinde ve 45 gün içerisinde Filiz Hanım bana olumlu yönde bir cevap verdi. Bir söylemim O’nun yüreğine dokundu. ‘Babanızın belgeselinde özgün müziklerini siz yapar mısınız?‘ dedim. O da dedi ki, ‘Ben değil, asistanım İlke yapsın.’ Bunu duyunca anladım ki izin çıktı. Ve ‘Tamam!’ dedim. ‘Siz, İlke yapsın diyorsanız, saygım sonsuzdur, hayhay’ diye ekledim. İlke de dedi ki ‘Tamam’ ama filmin özgün müziğini başka bir arkadaş yaptı. Bu karardan 45 gün sonra da belgesele Kırklareli’nde ‘Motor’ dedik, çekime başladık.

 


G.E.A: Filiz Hanım’a daha evvel böyle bir teklif gelmiş miydi yoksa siz ilk kişi mi oldunuz?

 

M.A: Çekimden bir yıl sonra birileri gitmiş biz Sabahattin Ali belgeseli hazırlamak istiyoruz diye ama Filiz Hanım demiş ki çok geç kaldınız, Metin Avdaç çekiyor. Başkasını istememiş. Filiz Hanım şimdi iki defa ameliyat oldu kemik erimesinden dolayı. Benimle artık bir yerlere katılamıyor ama en son Ekim ayında Tekirdağ’a beraber gittik benimle beraber söyleşilere katıldı sağ olsun. Her izlediğinde duygulanıyor Filiz Hanım.

 

G.E.A: Filmde ki bir sahnede, Filiz Hanım ile beraber babası Sabahattin Ali’nin çocukluğunu geçirdiği evi ziyaret ediyorsunuz. Filiz Hanım ilk defa mı görüyordu o evi?

 

M.A: Uzun zamandır girmemişti. Biz sürpriz yaptık. Filiz Hanım’ı Ayvalık’dan getirttik.  Biz orada çekim yaparken, yardımcı yönetmenliği yapan arkadaş, Belgin, dedi ki,  ‘Metin, keşke Filiz Hanım burada olsaydı, bu sahneyi O’nunla beraber çekseydik.’

‘Çok iyi olur!’ dedim.  Bir dakikada ikna ettim Filiz Hanım’ı ve Ayvalık’dan Edremit’e getirdim. Çekimimizi yaptık. Filmde gördüğünüz teyze de o arada evdeydi, hatta ayakkabımı unutmuştum ben orada, farkında değilim, yanında başka ayakkabı vardı, bir yıl sonra gittim, ‘Aaa evladım hoş geldin, bak ayakkabıların duruyor, atmadım, nasıl olsa gelecektin’ dedi. O ev simdi müze olacak, belediye satın aldı o teyzeden, teyzenin 95 yaşındaki hâliydi sizin gördüğünüz.

 

G.E.A: Belgesel boyunca yapılan çalışmalar, araştırmalar, belgeler için şüphesiz Filiz Hanım’ın da  katkıları olmuştur. Size ait bulgular, kanıtlar oldu mu peki? Belgesel zor iştir sonuçta. Ve siz, Sabahattin Ali’nin herhangi bir romanını beyaz perdeye taşımadınız, bizzat Sabahattin Ali’nin yaşamını ortaya koymak istediniz ve bu da çok büyük bir araştırma istemiştir.

 

M.A: Bazı belgeler tabi ki Filiz Hanım’ın kişisel arşivinden alındı, kendisinin izniyle. Katkısı çok büyük. Aldırma Gönül’ün orijinal mektubunu vakıftan aldı. Aşık olduğu Ayşe’ye yazmış olduğu mektupların fotoğraflarını ellerim titreyerek çektim belgeselde kullanmak için. Nihal Atsız Orhun Dergisinde Başbakana mektup yazar Sabahattin Ali'yi şikayet eder ve öğretmenlikten atılmasını isteri. Mektup 5-6 sayfaydı, bayağı uzun bir mektup yazmış o dönem. Belgesiz hiçbir şey kullanmadım çünkü seyirci sorar, siz bunu yaptınız ama kanıt yok, kanıt olması için, bir yandan çekiyoruz, bir yandan ekip arkadaşlarıyla araştırıyoruz.  Kurgu sırasında bile çekimleri yaptık ve araştırmalarımızı yaptık. Galasına bir hafta kala filmi bitirdik. Çoğu belgeleri ben buldum araştırmalarımla.

 

G.E.A: Geçenlerde bir karikatür görmüştüm, kitapçıya giren bir kadın “Kürk Mantolu Madonna  ne kadardı acaba?” diye soruyor, kitapçı da “Kitabı 20 lira, kahve ile çekilmiş fotoğrafı 5 lira” diye yanıtlıyor. Özellikle sosyal medyada, son zamanların popüler edebiyat dergilerinde, kitapçılarda,  her yerde görüyoruz Sabahattin Ali’nin romanlarını ama mikrofonu yoldan geçenlere uzatsak, acaba kaç kişi bilebilir yaşam hikâyesini yahut şiirlerini?



 

M.A: Geçen yaz, Ağustos ayının başında, İzmir’de, İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu gemi mühendisi bir genç, ‘Sabahattin Ali şarkısını ilk defa duydum’ dedi. İsmini şarkı adı sanıyor, 32 yaşlarında bir genç, o kadar utandım ki… Sürekli açık denizde çalışıyor olması, internet ortamının olmaması, bunlar neden gösterilemez bence. Çoğu insan gerçekten tanımıyor Sabahattin Ali’yi, hiç duymamış.

 

G.E.A: Almanya’da ki görüntüleri siz mi çektiniz peki ? Oralardaki tarih mükemmel derecede korunmuşken, bizde ki tarih paramparça ediliyor.

 

M.A: Çok doğru, belgeselde gördünüz, Kürk Mantolu Madonna’da geçen mekanların hepsini çektim, özellikle Ulusal Galeriyi çektim, oralar hâlen duruyor, sokaklar, kafeler. Sadece kafe yıkılmış Berlin’de ama geriye kalan hepsi anlatıldığı, betimlendiği gibi duruyor.  Romanda sözü geçen sokağı bulmak için tren istasyonunda turizm danışma ofisinde sokağı sorduğumuz bir adam internetten baktı ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında adı geçen sokağı elimizle koymuş gibi bulduk. Savaşlara rağmen tarihi yapıları yok etmemişler.

 

G.E.A: Filminizi belgesel olarak yapmak istediniz. Peki, Türk sinemasında belgeselin yeri nedir sizce? Yahut belgeseliniz sizce hak ettiği değeri bulabildi mi?

 

M.A: 2012’de film vizyona girdi. Bir kopyayla girdik. AVM sinemalarına gitmedim almazlar diye. Beyoğlu’nda Majestic Sineması’nda bir hafta oynatıldı. Sonrasında Ankara’da Büyülü Fener Sineması’nda bir hafta oynadı.  İzmir’de Konak Sineması’nda oynamıştı yine o yıl. Geçen sene beş yerde yedi salonda gösterildi ama ne yazık ki ilgi gösterilmedi. Kültür ve sanat sayfalarının hemen hemen hepsinde haber olarak yapıldı ama izleyici gelmedi, çünkü komedi filmi yapmıyoruz, çünkü Sabahattin Ali bilinmiyor.  Bir hafta içerisinde,  yedi salonda, sadece yedi yüz kişi izledi.

 

G.E.A: Bundan sonrası için başka projeleriniz var mı hâli hazırda ?

 

M.A: Filiz Ali’nin kurmuş olduğu Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi var, onun belgeselini çektim geçen sene, Nisan sonunda kurgusuna başlayacağız. Bir de dil öğrenmek istiyorum, fazla niyetleniyorum, sinemacının dili olmadı mı çok zorluk çekiyor. Geçen sene bir projem Saraybosna Film Festivali’nde İngilizce bilmiyorum diye projemi çıkardılar.

 

G.E.A: Sabah Yıldızı belgeseli için Kültür Bakanlığı tarafından herhangi bir yardım aldınız mı?

 

M.A: Kültür Bakanlığı 50 bin lira destek verdi zaten, film yüz bin üzerinde bir maliyet istedi iki sene için, emekli maaşlarımı bu belgesele yatırdım.

 

G.E.A: Son olarak, eklemek istediğiniz bir şeyler yahut özellikle de belgesel filmleriyle ilgilenen genç meslektaşlarınız için verebileceğiniz tavsiyeleriniz var mı?

 

M.A: Ben alaylı bir sinemacıyım. Lise mezunuyum. Emekli işçiyim. Çok mücadele ettim, yılmadım, kazandım. Ailem ve yakın çevrem başka bir şeyler yap, ya da git evlen dediler ama şimdi herkes yaptıklarımla gurur duyuyor, iyi bir sinemacı olduğumu kabul ettiler. Benim genç arkadaşlara tavsiyem, asla yılmasınlar, neyle uğraşıyorlarsa, hangi sanat dalına ilgi duyuyorlarsa, asla vazgeçmesinler, çelik duvarları yıksınlar, eritsinler. Daima yollarına baksınlar, ışığı takip etsinler. Nasıl ki her sabah Güneş yeniden doğuyor, onlar da merhaba desinler her seferinde. Bazen üniversitelere gidip öğrencilerle sohbet ediyorum, öğrencilerin çoğu yılgın, belki şuan on öğrenciyi tecrübelerimle kazandırmışımdır sinemaya, projelerini hayata geçirip bana filmlerini gönderenler bile oldu, çok mükemmel işler yapanlar var. Ve en önemlisi de Sabahattin Ali’yi anlatalım dünya insanına. Şuan Fransa’nın Strasbourg şehrinde,  Sabahattin Ali’yi anma etkinliği yapılıyor. Filiz Hanım’ın sağlık durumu müsait olmuş olsaydı oraya gidip anlatacaktık Sabahattin Ali’yi.

 

G.E.A: Vakit ayırdığınız ve bu güzel sohbetiniz için çok teşekkür ediyorum size.

 

M.A: Asıl ben teşekkür ediyorum. Bir daha ki sefere görüşmek ümidiyle.

 

 (Haber/Foto/Röportaj: Görkem ERCAN AZER)