*Kendi deyimiyle çocukluk hayali olan mesleği yapan ender insanlardan biri olmayı başaran Zeynep Atikkan, gazeteciliğin çalakalem bir şeyler yazmak olmadığına dikkat çekiyor: " Gazetecilik ne koşulda olurda olsun haberi doğru vermek, haberin unsurlarından hiç taviz vermeden okuyucuya ulaştırmaktır"

*İşten atıldığımız zaman aramadılar, yüzümüze bakmadılar. Bunu buruklukla söylemiyorum. Bence bunlar işin üstüne çıkıp, meslekte olayın nereye geldiğini gösteriyor.

*Gazetecilik gerçeği yansıtmak ya da haberi vermek değil, insanlarda bir tür algı yaratmak gibi anlaşıldı. Gazetecilerde gazetecik vasıflarını kaybedip illüzyonist olmaya başladı.

Nihal Kocabay-Sabine Erkuş

 

GAZETECİLİK mesleğinin ayrıcalık diye algılanmadığı, işin habercilik olduğu bir dönemde Hürriyet gazetesinde başlar mesleğe Zeynep Atikkan. Yabancı dil bildiği için önce dış haberler, ardından da bir yıl içerisinde polis, adliye, sağlık muhabirliği yaparak her gazetecinin geçmesi gereken yolları arşınlar. 1977?de başladığı gazetecilikte ekonomi muhabirliğine yönelen Atikkan, hep haberci olarak sürdürür meslek hayatını.

12 Eylül hemen önce Hürriyet?le yolları ayrılan Attikan, için Günaydın'lı yıllar başlar. Umur Talu, Necati Doğru, Faruk Türkoğlu ile birlikte henüz ekonomi gazeteciliği ortada yokken Günaydın'da dört sayfa ekonomi sayfası hazırlarlar. Ona göre bu sayfalar ekonomi gazeteciliğinin babasıdır. 12 Eylül olur, birçok haber sansüre takılır. Ama kendilerine bu sansürün işlemediğini şöyle anlatır Atikkan: ?Biz ekonomi haberlerinin satır aralarında bayağı siyaset yapıyorduk. Muhalefet yapıyorduk. Ekonomi sayfasında olduğu için fazla dikkat çekmiyordu". Günaydın?dan aldıkları paranın üç katı teklif edince Güneş çıkmadan ekip halinde oraya transfer olurlar. Daha sonra Çetin Emeç'in önerisiyle ile 1989'da yeniden Hürriyet'e döner ve dizi yazılar hazırlamaya devam eder.

1994'te bu kez hazırlıksız olduğu bir öneriyle karşılaşır: Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök ondan köşe yazmasını ister. Hürriyet gazetesinde haftada üç kez medyadan Avrupa Birliği?ne ve tabiî ki iç siyasete kadar pek çok konuda kalemini konuştur Atikkan, ama 2001 yılında hiç bir uyarı yapılmaksızın işten çıkarılır. Sonrasında Amerika?ya giden Atikkan, ?doğru zamanda doğru yerde bulunma?nın avantajını kullanır ve Amerika?nın en kara günlerinden biri olan 11 Eylül 2001?de İkiz Kuleler?e yapılan saldırın ardından yaşananları Amerikan Cinneti isimli kitabında toplar. Atikkan?ın yolu bir dönem de Akşam gazetesiyle kesişir ama buradan da ayrılır.  İşten çıkarılmaları meslek hayatında sadece bir dipnot olarak değerlendiren Atikkan, ?Hiçbir patronla çalışmam artık söz konusu değil. Benim için bu sayfa bitmiştir. Çünkü benim gazetecilik anlayışımla örtüşen tek bir patron olduğuna inanmıyorum" diyor. 

1998-2000 dönemlerinde de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti?nde (TGC) yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan ve Bizim Gazete?de de köşe yazan Atikkan, kendi deyimiyle çocukluk hayali olan mesleği yapan ender insanlardan biri olmayı başarır. Dönüp geriye baktığında  ?Doğru bir hayal miymiş?? diye sorduğunda şu yanıtı veriyor: ?Bu başıma gelenlerden sonra çok da kötü değilmiş diye düşünüyorum. Tekrar dünyaya gelsem yine gazetecilik yaparım.?

 

  • Gazeteci olmaya nasıl karar verdiniz, sizi çeken neydi?

 

Çocuklukta, gençlikte herkesin hayalleri olur. Benim de hayalim gazeteci olmaktı. Eğitimimi de gazeteci olmak için aldım. Hürriyet gazetesine başvurdum ve orada muhabir olarak başladım. Bizim dönemimizde gazetecilik bir ayrıcalık mesleği diye algılanmazdı, işimiz habercilikti. Dil bilmem nedeniyle dış haberler servisine başlamam istendi ama ben bunu hiç istemedim. Maalesef hala dış haber çeviri yapmak gibi algılanıyor, en azında bizim dönemde öyleydi. Ben gazetecilik yapmak istiyordum. Onun için polis, adliye,  sağlık muhabirliğinden sonra ekonomi muhabirliğine geçtim. O yıllarda yani 70?li yılların sonuna doğru ekonomi muhabirliği bu kadar güçlü değildi, yavaş yavaş başlıyordu. Hürriyet?te başlayan meslek yaşamım hep haberci olarak sürdü. Bizim için o dönemde manşete haberimizin çıkması, imzamızın çıkması çok önemliydi. Haberlerimiz birinci sayfadan imzalı çıktığında Babıâli?de koltuklarımız kabara kabara dolaşırdık. Ama bunun karşılığında haber atlamış iseniz de kendinizi çok kötü hissederdiniz. Sonra Türkiye?nin 1980 öncesinde sağ sol çatışmalarının doruğa vardığı dönemde de sendika muhabirliği yaptım.

 

DAYANIŞMA VE REKABET BİRARADAYDI

 

 

 

  • Artık sözü edilmeyen bir alan olan sendika muhabirliğini o dönemde yapmak zor geldi mi?

 

Sendika muhabirliği o dönemde o kadar da kolay bir iş değildi, hele de Hürriyet gibi bir gazetede. Sendika haberciliğini çok önemsiyordum, çünkü sendikaların iyi izlenmesi gerektiğine inanıyordum. Bütün o Maden-İş grevlerini başından sonuna kadar, içine girerek, silahlı çatışmalara kadar izledim. Bunu hep kendi içgüdülerimle yapıyordum ve doğruyu yaptığımı şimdi görüyorum. Grevlere, işçi olaylarına çok sıcak bakmıyordu medya ama salt patronu değil, işçi tarafını da dinleyerek, meseleyi ortaya koyarak haber yapmaya çalıştım. O zamanlar sadece ben değil, herkes böyle çalışıyordu.  İkitelli?ye gidiş, Babıali?nin çözülmesi bunları büyük çapta bozdu. Bana göre medyada sermaye değişimiyle birlikte medyada yeni bir patron yapısı ortaya çıktı ve çok şey değişti. Şimdi dönüp bakıyorum da ?gazetecilik doğru bir hayal miymiş? diye soruyorum kendime, bu başıma gelenlerden sonra çok da kötü değilmiş diye düşünüyorum. Tekrar dünyaya gelsem yine yaparım gazetecilik ama bugünkü şekilde değil.

 

  • Babıali?den kopuş gazeteciler arasına da mesafe koydu ve iyi haberlerin ortaya çıkmasını sağlayan rekabet de yok oldu diyebilir miyiz?

 

Dayanışma içinde rekabet vardı. Çelişkili gibi duruyor ama gazeteci olmanın dayanışması vardı, buna mukabil de farklı gazetelerde çalışıyorsunuz ve doğal olarak işinizi yaptığınız için bir rekabet oluyordu tabi.  Gazeteciler birbirlerini daha yakından tanıyorlardı. Bugünkü kadar karalama, nefret etme yoktu. Dayanışma vardı. İşten atıldığımız zaman aramadılar, yüzümüze bakmadılar. Bunu buruklukla söylemiyorum. Bence bunlar işin üstüne çıkıp, meslekte olayın nereye geldiğini gösteriyor.

 

 

?BU ÜRÜN SATILMAYACAK? DENDİ

 

  • Muhabirlik yaptınız ve sonra köşe yazarlığı başladı?

 

1994?de bir gün Ertuğrul Özkök beni çağırıp köşe yazarlığı teklif edildiğinde, ilk reaksiyonum ?her gün yazmam, dünya standardı ikidir, iki yazarım? olmuştu.? Hayır, haftada üç olsun? dedi. Ben haftada üç gün yazmaya başladım ki dünya standartlarına göre üç bile fazla. Sonra oturdum kendi kendime bir rota çizdim. Bana göre üç tema önemliydi; birincisi, Türkiye-AB ilişkileri ve Avrupa Birliği?nin entegrasyon projesi üzerinde ısrarla durdum. Bana göre ikinci önemli tema, merkez sağda reform ihtiyacı idi. Bu tema çerçevesinde yazdığım yazılarda 90?lı yıllardaki yolsuzluklar üzerinde titizlikle durdum. Bu noktada bazı çevreleri rahatsız ettiğimi biliyorum. Üçüncü tema ise bu iki eksenle bağlantılı olan ve bugün medyanın sahiplendiği, ?etik?, ?kurallı toplum? yani ?hukuk toplumu? kavramları idi. Bugün geriye baktığımda bu temaların hala çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve yazdıklarımın arkasında duruyorum. Bu konuları çok fazla kurcaladığınız zaman bazı çevreleri rahatsız edersiniz. Hürriyet?te yazdığım sırada Ertuğrul Özkök?ün bir savı vardı ?Burası Migros gibi, her türlü ürün var? diyordu. Ve bir gün geldi, Migros bazı ürünleri satmamaya karar verdi. Ya da bazı yerlerden ?bu ürün satılmayacak? dendi ve atıldım. O dönemde yazdıklarıma bakarsanız, neden, niçin, hangi baskılar sonucu işten atıldığımı görebilirsiniz. İşten atılmam benim meslek hayatımda sadece bir dip not, hiç önemli değil. Geriye dönüp baktığımda yaptığım işin doğru olduğunu düşünüyorum.

 

  • Diğer bir işten çıkarılmayı da Akşam?da yaşadınız?

 

Bu bir tasfiye süreciydi. Nurcan Akad genel yayın yönetmeni olduğunda ben zaten Amerika?daydım. Irak Savaşı dönemiydi ve köşemde oradan bilgilendirebiliyordum ve oldukça iyi bir dönem oldu. Ama Serdar Turgut geldikten sonra çok kalabileceğimi tahmin etmiyordum. Kendi kadrosuyla çalışmak istedi, bunlar olur basında fazla büyütmemek lazım. Bu o kadar önemli değil, doğrusu sonuç da beni pek şaşırtmadı. Ama Hürriyet?ten çıkarılmam beni şundan dolayı şaşırttı:  Bana hiçbir uyarı getirmediler. Belli ki her seferinde yazdıklarıma bir çentik atılıyormuş. İşten çıkarılmamadan iki gün önce bana gazetenin prestij yazarı olduğumu ama sonra karşıma çıkamadan böyle bir şeyi yapıyorlarsa orada mesele benim değil, onların. Bu da demek oluyor ki kendilerini de aşan şeyler var orada. Hiçbir patronla çalışmam artık söz konusu değil. Benim için bu sayfa bitmiştir. Çünkü benim gazetecilik anlayışımla örtüşen tek bir patron olduğuna inanmıyorum, şu anki mevcutların içinde. 

 

 

  • Bizim
  •  
  • Gazete?de de bir dönem yazarlık yaptınız?

 

Bizim Gazete?ye tabi ki yazdım. İşten atılır atılmaz Amerika?ya gitmiştim. Doğru zamanda doğru yerdeydim. Mart?ta atıldım 11 Eylül?de oradaydım. Bütün o süreci yaşadım ve Bizim Gazete?ye yazdım. Ondan da çok onur duydum. O dönem TGC?in yönetim kurulunda da olduğum için Bizim Gazete benim için severek yaptığım bir iş oldu. Bu benim kendi gazetecilik anlayışımla doğrudan bağlantılı ve ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi mesleğime ve meslektaşlarıma yönelik bir şeydi.

 

  • Serbest gazeteciliği kendinize daha mı uygun buldunuz?

 

Evet, bana daha uygun. Serbest gazetecilik Türkiye?de yok. Onun için kitap yazıyorum. Avrupa?da da serbest gazetecilik çok gelişmiş değil. Bir yere serbest gazeteci olarak başvurduğunuzda çok da itibar etmezler, ama Amerika?da farklı. ?Amerikan Cinneti? kitabını yazarken de ben serbest gazeteci kimliğimle gittim. E-mail yolladım ?Ben şuyum, şu konuda bir çalışma yapıyorum? dedim. Abartmıyorum, istediğim randevuların yüzde 80?nini alabildim. Halbuki bizde ?Şu gazetede çalışıyorum, şu işi yapıyorum? gibi bir kuruma bağlılık, arkanıza kurumu alarak gidersiniz, kişi olarak değil. Kurum daha çok öne çıkar. Bu durum Fransa, Almanya, İngiltere?de de böyle.

 

GAZETECİLİK ?STAR? MESLEĞİ DEĞİLDİR

 

Sizin çalıştığınız dönemde aslında medyada büyük bir değişim yaşanmaya başladı. Bu değişimden söz eder misiniz?

 

80?lerde başlayan süreçle birlikte 90?larda patronlar gazetecilik yapmak için gazetelere gelmediler. Tamamen büyük rant sağlamak, özelleştirmelerden pay kapmak için medyaya girdiler. Sermaye yapısının değişmesiyle bağlantılı olarak medya bugünkü durumuna geldi. Medya büyük bir silah olarak algılandı ama değil. Bugün bir gazetenin birinci sayfasındaki haber ya da manşetteki haber ne kadar etkiliyor olayları, okuyucuyu. Gazeteler itibarlarını, moral otoritelerini bitirdiler. İnandırıcılığın olmadığı yerde de biter çoğu şey. Beş sene öncesinin gazetelerine göre bugüne baktığınızda aynı etki gücünü göremiyoruz.  Olmaz etkisi, bu koşullarda nasıl olsun ki? Ama hala ortada bir takım starlar var, gazetecilik star mesleği değildir. Büyük paralar, bir starlık özlemi? Tabi televizyon da bu duruma güç verdi. Tabi RTÜK yasasının değişmesiyle bu işin çivisi çıkmıştır. Bana hiç kimse RTÜK yasası çıkarken ?susma hakkımı kullandım ?deyip de sonradan ?gazeteciyim? diyerek ortalarda dolaşırsa, öyle insanlara saygı duymam mümkün değil. Basın tarihi bunu ileride yazacak, bence RTÜK yasası çok büyük bir yüz karasıdır. Yasa çıkarken bunu eleştirmeyen, ?susma hakkını? kullanan gazetecilerde çok büyük sorumluluk vardır. Bence suç ortağıdırlar. RTÜK yasası çıkarken susmuş olmak suçtur.

 

 

BASKILAR YİRMİ YIL ÖNCESİ GİBİ DEĞİL

 

  • Türkiye?nin son derece çalkantılı yıllarında gazetecilik yapan biri olarak, o dönemin ve günümüzün gazetecilik anlayışı arasında ne gibi farklar gözlemliyorsunuz?

 

Gazetecilikte darbeleri yaşadık. Bu dönemde ifade özgürlüğüne inen darbelerin zorluklarıyla boğuşarak gazetecilik yapılırdı, hem de büyük medya denen gazetelerde. Örneğin 12 Eylül?den sonra yazı işleri duvarlarına, hangi konuların yazılamayacağına ya da eleştirilemeyeceğine dair bir takım sıkıyönetim bildirileri asılırdı. İşte esas gazetecilik de o noktada başlardı. Yani o dönemde bağımsız gazetecilik yapmak, bu kısıtlamaları delmek, gerçekleri okura ulaştırmak, ?yazılamaz? denen şeyleri gazete sayfalarına yansıtmayı başarmaktı. Mesela yazılamayan bazı siyasi haberlere ekonomik içerik katıp ekonomi sayfalarına taşımaktı. Yani ifade özgürlüğünden ödün vermemek için bir çaba vardı, en azından bunun bir görev olduğuna inanılırdı. Günümüzde gazeteciliğe farklı bir anlayış hakim. Kuşkusuz ki bugünün Türkiye?si de farklı. Gazetecilerin üzerindeki baskılar yirmi yıl öncesi gibi değil. Baskıların nitelik değiştirerek devam ettiğini söylemek yanlış olmaz. Yani bir takım ekonomik güç odaklarının, büyük ekonomik çıkarların dayattığı çok daha sinsi baskılardan söz etmek mümkün. Gazetecilik mesleği açısından işin en vahim yönü de gazetecilerin pek çoğunun bu yeni sürecin aktörleri haline gelmeleri.

 

 

GAZETECİLER İLLÜZYONİST OLMAYA BAŞLADI

 

Gazetecilik anlayışı nedir Zeynep Atikkan?ın?

 

Benim için gazetecilik haberciliktir. Gazeteci sadece okuruna ve topluma karşı sorumludur sadece. Ne patrona ne de herhangi bir ekonomik çıkar gurubuna karşı sorumludur. Gazetecilik eline bir şey alıp çalakalem yazmak değil. Bu mesleğin çok ciddi kuralları var. Dolayısıyla benim gazetecilik anlayışım ne koşulda olursa olsun haberi doğru vermek, haberin unsurlarından hiç taviz vermeden okuyucuya ulaştırmak yani haberin farklı taraflarını dinleyerek onları yansıtarak vermektir. ?Basın özgürlüğü olmadan demokrasi olamaz? klasik bir cümle ama neredeyse bugün unutuluyor. Totaliter rejimler basın özgürlüğü olmadan yaşayabilirler. Maalesef 1980?lerde başlayan süreçle gazetecilik gerçeği yansıtmak ya da haberi vermek değil insanlarda bir tür algı yaratmak gibi anlaşıldı. Dolayısıyla gazetecilerde gazeteci olmanın vasıflarını kaybedip bir tür illüzyonist olmaya başladı. Çünkü olmayan bir şeyleri insanlara anlatmaya başladılar. Ondan sonrada bir tür tetikçilik, patron çıkarları için yapılan yayıncılık oldu.