Cumhuriyet Halk Partisi Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde CHP Grubu adına konuştu, iktidara sert bir dille tepki gösterdi.

 

655 sıra sayılı Hâkim ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alan Köktürk, Danıştay, Yargıtay gibi yüksek mahkemelere yeni üyeler katarak yüksek mahkemelerin yapısını ve mevcut kurullarını önemli ölçüde değiştiren; arama, el koyma, iletişimin tespiti, teknik araçlarla izleme gibi temel hak ve özgürlüklerimizi doğrudan ilgilendiren düzenlemeleri değiştiren; savunma hakkının özünü oluşturan dosya içeriğine ulaşma hakkını oldukça daraltan, hatta ortadan kaldıran; adli yıl açılış töreni gibi gelenekselleşmiş, yargının saygınlığıyla özdeşleşmiş bir töreni, 2014 yılında 10 Mayıs tarihinde gerçekleşen bir törende vuku bulan olaylardan yola çıkarak kin ve husumet duygularıyla ortadan kaldıran; keyfî düzenlemeler içeren bir yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda iki günden bu yana görüşüldüğünü söyeldi.

 

“BÜYÜK ÜZÜNTÜ DUYDUM”

Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve Adalet Komisyonunda yapılan görüşmelerde Adalet ve Kalkınma Partisinin, bütün yargı reform paketlerinde olduğu gibi bu yargı reform paketi teklifinde de ileri sürdüğü iddiaların ve hedeflerinin gerçekten uzak olduğunu, başka sebep ve saiklerle hareket edildiğini görmekten büyük üzüntü duyduğunu söyleyen Köktürk konuşmasında şu ifadelere yer verdi:  “İçinde kişiye özel düzenlemeler barındıran ve konjonktürel, aylık, hatta haftalık, hatta gündelik değişikliklerden kaynaklanan düzenlemeleri yasa metni hâline dönüştüren bu düzenleme, maalesef Adalet ve Kalkınma Partisinin yasa teklifinde belirttiği o genel amaçları gerçekleştirme hedefini kapsamamakta, bu amaçtan oldukça uzak bulunmaktadır.

 

“YAZBOZLARI GÖRÜYORUZ”

Tasarının içeriğine baktığımızda, pek çok milletvekilimizin ifade ettiği gibi, günlük, aylık, haftalık, yıllık gelgitleri, yapbozları görüyoruz. Demokratikleşme savıyla bu Genel Kurul gündemine getirilen yargı reform paketlerindeki birtakım düzenlemelerden, bugün başka saik ve sebeplerle geriye dönüldüğüne çok açık bir şekilde tanıklık ediyoruz. Şimdi bu konularda hafızalarımızı eğer kısaca tazelemek gerekirse hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. 2008 yılında bu Parlamentonun 23'üncü Döneminde aslında Yargıtay’daki iş yükü alabildiğince artmışken, Yargıtay’daki dava dosyalarının çoğu zamanaşımından düşüyorken, Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker'in çığlıkları tüm Türkiye'de yazılı ve görsel medyada yankılanırken Adalet ve Kalkınma Partisi ve Adalet Bakanlığı bir yasa tasarısı hazırlayarak Danıştay’ın ve Yargıtay’ın üye sayısını değiştiren, Yargıtay’ın üye sayısını ve daire sayısını azaltan bir yasa teklifini Adalet Komisyonu gündemine getirmişti. Bu yasa teklifiyle Yargıtay’ın 21 olan hukuk daire sayısının 13'e, ceza daire sayısının da 11'den 7'ye indirilmesi öngörülmüştü ve Yargıtay’daki üye sayısı en fazla 150 olarak sınırlanmıştı. Ben Adalet ve Kalkınma Partisinin Yargıtay’daki üye sayısını 150'yle sınırlayan, daire sayısını 20'ye düşüren, 32'den 20'ye indiren bu yasa teklifinin, yasa tasarısının görüşmeleri sırasında çok sert tartışmaların yaşandığını bugün çok iyi hatırlıyorum. Sanıyorum arkadaşlarımız da hatırlıyor. Biz o gün buna çok sert muhalefet etmemize rağmen, muhalefet partilerinden bunun doğru olmadığı çok açık ve net bir şekilde dile getirilmesine rağmen Adalet ve Kalkınma Partisinin Adalet Bakanı ve Adalet Komisyonu üyeleri bunun bir reform paketi olduğunu hararetle savundular ve o gün söylenenlere kulak tıkadılar. Sayın Bakan, o günkü iş yükü, 2008 yılındaki Yargıtay’daki iş yükü bugünkünden çok daha mı azdı?

 

“KATILMAYARAK ENGELLEDİNİZ”

O gün de Yargıtay’daki dosyalar zamanaşımından düşüyordu ve iş yükü mevcut üyelerle altından kalkılamayacak kadar fazlalaşmıştı. Sadece bununla kalmadınız, o dönemde Yargıtay’da üye sayısını, boşalmalarla azalan, eksilen üye sayısını tamamlayacak üyelerin seçimini HSYK toplantılarına katılmamak suretiyle engellediniz. O dönemde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanı, bu konuda, Adalet ve Kalkınma Partisinin temsilcileri, özellikle müsteşarı adına suç duyurusunda bulundu görevi kötüye kullanmaktan. Yani o dönemde sadece ceza dairesinin ve hukuk dairesinin sayısını azaltmakla ve üye sayısını düşüren önergeyi vermekle kalmadınız, mevcut yasadan kaynaklanan ve boşalmalardan kaynaklanan Yargıtay’daki üye seçimlerini engelleme çabası içerisine girdiniz.

 

“YETMEZ AMA EVET”

Peki arkasından ne oldu? Arkasından, aslında demokratikleşme savıyla ve "Yetmez ama evet" çığlıklarıyla yaşanan bir referandum sürecini birlikte geçirdik. 12 Eylül 2010 yılında yaşanan referandumdan sonra, aslında bu ülkenin sadece yüksek yargısının ve sadece yargı organlarının değil, bu ülkenin belini kırdınız. "Yetmez ama evet." çığlıkları arasında "Demokratikleşiyoruz." iddialarıyla bu ülkenin -HSYK'sını, bu ülkenin Danıştay’ını, Anayasa Mahkemesini, Yargıtay’ını- yargı organlarının sadece belini kırmakla kalmadınız, aslında bu ülkenin, bu devletin temel organlarının tamamının yok edilmesine, ortadan kaldırılmasına yok açacak bir sürecin önünü açtınız.

 

 

“PARALEL YAPI DİYEREK”

Peki, bunu kiminle yaptınız? Aslında, bugün "paralel yapı" diyerek en büyük düşman ilan ettiğiniz o yapıyla maalesef bu süreci, Anayasa sürecini birlikte geçirdiniz ve bu süreçten sonra oluşturduğunuz yeni HSYK'yla Yargıtay’a 160 üye alarak Yargıtay’da ve HSYK'da gücü ele geçirmenin mantığı ve rahatlığı içerisinde Yargıtay’a 160 yeni üye aldınız, daire sayısını 32'den 38'e çıkardınız. Bu süreç içerisinde yüksek mahkemelerde, özel yetkili mahkemelerde yaşanan bütün hukuksuzluklara gözlerinizi kapadınız. O dönemde bugün düşman olarak gördüğünüz, savaş açtığınız paralel yapıyla el ele, kol kola, diz dize kutsal ittifak içerisinde bu ülkenin yurtseverlerini, bu ülkenin aydınlarını, bu ülkenin saygın bilim insanlarını, üniversite hocalarını, öğrencilerini Silivri zindanlarında çürüten, Mamak'ta askerî cezaevlerinde çürüten bir süreci kol kola taşıdınız. O süreçte hukukun bütün temel ilkeleri, karineleri ters düz edildi; masumiyet karinesi ters düz edildi; "şüphenin sanık lehine yorumlanması" ilkesi ters düz edildi; arama, el koyma, iletişim tespiti ve dinlenmesi gibi konularda herkesin gözü önünde büyük hukuk ihlalleri yaşandı.

 

“KUTSAL İTTİFAKA NE OLDU”

Ama, siz o zaman hiç bunlara sesinizi çıkarmadınız; tam tersine, başta bugün Cumhurbaşkanı olan, o dönemin Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, "Biz Ergenekon davasının, Balyoz davasının, Oda TV davasının savcısıyız." diyerek bütün bu hukuksuzlukları kendinize karşı olan, AKP'ye karşı olan tüm muhalefet güçlerini susturmak amacıyla yargıyı bir kılıç olarak kullanarak yaptınız. Peki, ne oldu, bu kutsal ittifaka ne oldu? Bu ülkenin askerlerini cezaevlerine attınız, bu ülkedeki bu ülkenin geleceğinde çok önemli rol alacak bilim insanlarını cezaevine attınız, "Biz, parasız üniversite, parasız eğitim istiyoruz." diyen üniversite öğrencilerini cezaevine attınız ve bunları bugün şikâyet ettiğiniz o yapıyla kol kola gerçekleştirdiniz. Büyük bir anlayış, büyük bir hoşgörü, büyük bir dayanışma içerisinde Türkiye'nin belini kırdınız. Türkiye'deki kurumların belini kırdınız. Peki, ne oldu? Peki, ondan sonra… Ondan sonra bugünlere geldik. Ta ki bu balayı dönemi, bu kutsal ittifak dönemi 17 Aralığa kadar sürdü. 17 Aralıkta yatak odalarındaki para kasaları, ayakkabı kutularındaki dolarlar ve eurolar halkımızın gözünün önüne saçılınca ve o kutsal ittifak içerisinde o paralel yapı kapınıza dayanınca bağırmaya başladınız; "Yargı kuşatıldı, devlete darbe yapılıyor, bize darbe yapılıyor." diye bağırmaya başladınız. Günaydın Sayın Bakan, günaydın”

(Haber Merkezi)