Atina ziyaretimizin üçüncü, Temmuz ayının 21. günü. Bugün ilk görmemiz gereken yerlerden birisi Ulusal Arkeoloji Müzesi... Kahvaltımızı yapıp hazırlandıktan sonra tabanlara kuvvet... Binasının büyüklüğü kadar içerisi de bir o kadar büyükmüş ki biz dört saatimizi burada geçirmişiz, saate bakınca şok olduk.
Sergilenen inanılmaz güzellikteki takılara hayret etmemek gerçekten imkansız! Kendi kendime ''Lan bu nasıl ilkel dönem? Bu heykeller, bu takılar nasıl bu kadar eski çağlara ait olabilir, acaba bizleri mi kekliyorlar?'' diye geçti aklımdan.
Gezdiğim hiçbir müzede bu denli güzel takılar görmemiştim. İçeride farklı farklı medeniyetler sizin ziyaretlerinize açık şekilde bekliyor. Eski Mısır Medeniyetlerinden çıkan kazıları da lütfen atlamayın!
Dört saatin sonunda biraz dinlendikten sonra içinde Fethiye Camisi bulunan Roma Agorasını ziyaret ettik. Fakat günümüze kadar birkaç sütun ve Fethiye Camisi dışında bir şey kalmamıştı. Agora'da çok zaman geçirmedik onun yerine Plaka'da dolaşıp Omonia Meydanı'nda biraz alışveriş yaptıktan sonra dünkü yediğimiz yemekler, çalışanların samimiyeti, müziklerinin güzelliğinden tekrar Bairaktaris Taverna'ya gittik. Dünkü gibi eğlendikten sonra dinlenme zamanı gelmişti...


DÖRDÜNCÜ GÜN
Bugün modum yüksek değildi ama yine de gezmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Asıl durağımız Pire'ye gitmek için Monastiraki Meydanı'nda bulunan istasyona gelerek mavi hat ile son durakta indik.
Pire hakkında en bilinen şey burasının bir liman şehri olduğu. zira Pire limanında bulunan büyük yolcu gemilerinden, Yunan adaları ve İtalya kıyılarına giden feribotlardan anlaşılabilir. Haftasonu olduğu için dükkanların çoğu kapalı ve insanlar yoktu ve bu durum biraz sıkıcı geldi bana. Bu fikirde yalnız olmadığımı öğrenince önce açık bir kafede Yunan kahvesi içip öyle dönmeye karar verdik. Kahveleri karton bardaklarda verdikleri için fala da bakamadık mecbur...
Döndüğümüzde modern anlamda olimpiyatlara ev sahipliği yapan ilk stadyum olan PanathinaikoStadyumu'na gittik. Gezmemizi bitirip Milli Bahçe'den girip bilmediğimiz bir yerden çıktık. Alıp başımızı yürüdüğümüz cadde boyunca etrafımızda çeşitli elçilikler vardı. İki gün önce aradığımız Aristo'nun Atina'da kurduğu ''mukaddes bahçe'' anlamına gelen ve ''lise'' kelimesinin kökeni olduğu Lykeion'u yerde ararken gökte bulduk desek tam yeridir. Biz Akropolis'ten kombine bilet aldığımız için ayrıca bir para ödemedik, hatta sadece gezdiğimiz yerlerde annem için para ödedik. Babamın basın kartı benim de yaşımdan dolayı...


ARİSTO'NUN OKULU
Evet, ne diyorduk?
Aristo, Lykeion diyorduk. Günümüze kadar gelen çok az kalıntılar vardı ama burada olmaktan hoşnuttum. Düşünün yani koskoca Aristo'nun okulundasın. İçeriyi gezip gördükten sonra artık içim daha rahattı. Bugünlük bizden bu kadar deyip dinlenmeye çekildik.


ATİNA'NIN ACI GÜNÜ
Gezimizin beşinci günü hem bizim hem Atina ve Ynan halkının en acı günü oldu. Dün babamla konuştuğumuz tatil bölgelerden birine gidip hem turizmi gözlemlemek hem de denize girmek için trenle Kineta'ya gidecektik ama annemin günde 30 kilometreden fazla yürüdüğümüz için ayakları çok ağrıyordu. Epeyce baba kız anneme sitem ettikten sonra mecburen gidemedik. Listemdeki yerlerin tümünü gezdiğimiz için bolca boş zamanımız vardı. Hiç olmazsa almak istediğim birkaç parça şeyi bir AVM'ye giderek tamamlayayım diyerek gitmeye karar verdik ama aradığım şeyleri bulamadan birkaç şey alıp merkeze indik.
Günlük güneşlik olan hava bir anda kapandı Ermou Caddesi'nin yakınlarında olduğumuz için birkaç gün önce oturduğumuz kafeye geçtik. İçeceklerimizi içip, karşı masadaki çocukla sohbet ederken bir yandan da televizyon izliyorduk ama bir şeyler ters gitmeye başlamıştı. Etraf grileşti ve çok şiddetli fırtına çıktı. Öylesine şiddetliydi ki civardaki bazı masalar uçtu, hepimiz etrafı şaşkınlıkla izlerken bu sırada televizyonda yayın değişti... Canlı yayında orman yangını haberleri veriliyordu. Yunanca bilmediğim için çocuğa soruyorum ''Neler oluyor? Her şey yolunda mı?'' diye. Çocuk bazı şeyleri bana tercüme ediyor, ben de bizimkilere anlatıyordum. Yangının Kineta'da çıktığını öğrenince hepimiz şok olduk. Yunanlı genç, daha cumartesi günü orada olduğunu ve insanların haftasonu tatil yapmak, denize girmek için o bölgede evlerinin olduğunu söyledi. Bir süre daha haber yayınını izlemek için kaldık ama fırtınanın artmasıyla hemen bir taksiye atlayıp otele dönmek zorunda kaldık. Babam mesleki dürtüsünden dolayı oraya gitmeye kafaya koydu ama annemin ve benim ısrarımız sonucu istemese de bize teslim olmak zorunda kaldı. Hiçbirimizin ağzını bıçak açmadı sadece dilini bilmediğimiz bir ülkenin televizyondaki haberlerini takip ediyorduk. Ortak paylaştığımız bir şey vardı o da acımızdı... Atina'da herşey 20 dakikada bitmişti. Sonradan 97 kişinin yangında hayatını kaybettiğini öğrenecektik.




SON GÜN
Ve dönüş zamanı...
Sabah kalkar kalkmaz internetten haberleri takip ettik ve can kaybının yüksek olduğunu görünce çok üzüldük. Kahvaltının ardından çıkış işlerimizi hallettik ve bavulları emanete verdik. Sonunda aradığım şeyleri son gün bulabilmiştim. Atina'nın graffitili sokaklarında son saatlerimdi güzel bir gezi geçirdim. Bu bizim kendi başımıza gittiğimiz ilk geziydi, sadece bir rehber vardı o da bendim. Gezginlik hayalime biraz daha yaklaştığım bir geziydi. Bir sonraki gezide görüşmek üzere...


NOT: YOL AÇIK, YOLA ÇIK!


-İpek CİNOKUR