Marmara depreminin üzerinden 10 yıl geçtiğini gelinen noktada eksikliklerin sürdüğü, ülkenin yara sarma politikalarından vazgeçerek afet yönetim politikalarının belirlemesi ve uygulamaya geçirmesini isteyen Jeoloji Mühendisleri Odası Zonguldak İl Temsilcisi Koç, dere yataklarındaki yapılaşmaya da son verilmesini önerdi.

 

 

Jeoloji Mühendisleri Odası Zonguldak İl Temsilcisi Şaban Koç şöyle konuştu:

 

Büyük Marmara depreminin üzerinden 10 yıl geçtiğini, dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinde olan ülkemizde 1900 yılından buyana en büyüğü 7.9 olarak kaydedilen 90 büyük depremde resmi verilere göre 82 bin 372 kişinin hayatını kaybettiğini, en yıkıcı depremin 26 Aralık 1939’da Erzincan’da meydana geldiği ve 32 bin 962 vatandaşın hayatını kaybettiğini belirterek başladığı açıklamasında, 17 Ağustos 1999’da 7.4 büyüklüğündeki Marmara depreminde de can kaybı resmi rakamlara göre 17 bin 480, aynı yıl içinde 12 Kasım 1999, 7.2 büyüklüğündeki Düzce depreminde ise 763 kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Her iki depremdeki 20 bine yakın can kaybına rağmen ülkenin hala bir deprem ülkesi olduğu gerçeğiyle yüzleşemediğini vurgulayan Koç, her iki depremde 100 binlerle ifade edilen hasarlı binalar nedeniyle milyarlarca liralık maddi kayıpların oluştuğunu ifade etti.

 

YAPILANLAR YETERSİZ

 

Şaban Koç yaptığı yazılı açıklamasında, 10. Yılına girdiğimiz depremin yıl dönümünde hala deprem zamanı yapılan prefabrik konutlarda oturan vatandaşlarımızın bulunması da deprem gerçeğiyle yüzleşememenin bir sonucudur. Türkiye yüzölçümünün yüzde 93 deprem kuşağında olmasına rağmen bugüne kadar yapılanlar çok yetersizdir. Bilimsel araştırmalara göre dünyanın en riskli kentleri arasında İstanbul 2, İzmir 7. sırada yer almaktadır. Bugün Kuzey Anadolu fay hattında Marmara denizi ve Muş Karlıova kesiminin kırılmadığı bilinmektedir. 30 Yıl içerisinde büyük bir deprem olma olasılığı oldukça yüksektir. Uzmanlar tarafından İzmit’ten Tekirdağ Mürefte’ye kadar olan fayın bir defada kırılması durumunda 7.6 büyüklüğünde bir deprem olabileceği ve 60 bin binanın yıkılabileceği 90 bin kişinin öleceğine dikkat çekilmektedir. Bu nedenle yara sarma politikalarından vazgeçerek, afet yönetim politikalarının belirlenmesi ve uygulamaya geçilmesi gerekmektedir. Ülkemizde, jeolojik, topoğrafik ve meteorolojik koşullar nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan doğal afet olayları sıkça yaşanmaktadır.

 

GÜLÜǒDE HEYELAN

 

Ülkemiz coğrafyasının yaklaşık %93’ü aktif deprem kuşağında olup nüfusunun yaklaşık %98’i deprem tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ancak ülkemizdeki kentsel ve kırsal yerleşim alanları sadece deprem değil aynı zamanda heyelan, su baskını kaya düşmesi gibi tehlikelerin yarattığı zararlarla mücadele etmek zorunda da kalmaktadır. 17 Şubat 2009 tarihinde Ereğli Gülüç beldesinde meydana gelen heyelanda 3 bina hasarlı duruma gelmiş ancak can kaybı olmamıştır. Yine 12-18 Temmuz tarihleri arasında yağan aşırı yağmurlar sonucu ilimiz sınırları içerisinde oluşan su baskını afetinden Çaycuma’da 178, Gökçebey Belediyesi merkezde 277, köylerinde 10, Merkez Çatalağzı beldesinde 3 ev ve işyeri su baskınına maruz kalmış, maddi zararlar meydana gelmiştir. Ayrıca Çaycuma ve Gökçebey’de PTT binası, cami, kaymakamlık binası ve ilköğretim okul binası gibi 9 kamu binası da su baskınına maruz kalmış ve buralarda da maddi zararlar meydana gelmiştir.

 

STRATEJİ BELİRLENMELİ

 

Bu nedenle dere yataklarındaki yapılaşmalara derhal son verilmelidir. Bugün artık tartışmasız kabul gören afet öncesi, afet sırası ve afet sonrası hizmetlerde strateji belirlenmesi kaçınılmazdır. Afetlere karşı tam güvenli yerleşimler için oluşturulması gereken ulusal afet sisteminde, zarar azaltma, önceden hazırlık, olaya müdahale, iyileştirme ve yeniden inşa olarak ayrılan 5 ana aşamada yapılacak olan çalışmalar ortaya konmalıdır.

İmar planlarına ekonomik ve sosyal veriler kadar yön veren bir girdi de doğal çevredir. Doğal çevre depremsellik, zemin özellikleri, morfoloji, erozyon, yer altı suyu gibi faktörleri açısından geniş bir yelpazede Jeoloji Mühendisliği araştırma ve uygulama alanında kalmaktadır. Dolayısıyla plan ve jeoloji ayrılmaz bir bütünlük taşır. Başta biz jeoloji mühendisleri olmak üzere mühendis, mimar ve şehir plancıları için temel amaç oluşabilecek tehlikelerin riske dönüşmesini engelleyecek tasarımlar geliştirebilmektir.”