İlginç günler yaşıyor Türkiye. Siz bakmayın iktidar- Cemaat kavgasını gündemin tam ortasına yerleştirerek ana sorunları topluma unutturmaya çalışan politikacı esnafına. Hangi tarafta yer alırsam kazançlı çıkarım diye kafa yoran kimi sermaye sahiplerine kimi medya patronlarına. Olayı alışageldikleri gibi böylesine basit görüyorlar. Oysa toplumun üstündeki ölü toprağı kalkıyor artık. Nicedir ülkenin dört bir yanında iktidarın polisiye baskılarına rağmen sivil inisiyatifler güçleniyor. Kentlerine, akarsularına, ağaçlarına, meralarına göz diken rantçılara karşı mücadele veriyorlar. Hukukun yetmediği yerlerde yeni direniş yöntemleri üretiyor, sorunlarını uluslararası platformlara taşıyorlar. Tam bu arada ortaya çıkan Taksim Gezi direnişi, daha yaşanılır bir dünya için uğraş veren tüm sivil inisiyatiflerin, dayatmalardan, baskılardan bunalmış gençlerin ve giderek yoksullaştırılan emekçilerin simgesi oldu. Gezi’den alınacak pek çok ders vardı; siyasetçiler için,  üniversiteler için, medya için, iş dünyası için ve yıllardır 12 Eylül zulmünün korkusuyla sindirilmiş yurttaşlar için. Gezi direnişinden ders çıkarmasını beceremeyen kurumların başında ise iktidar geliyordu. Süreci fevkalade kötü yönetti iktidar. Barışçıl bir protesto hareketini algılamak istemedi. Otoritesine yönelik bir saygısızlık olarak gördü. Temel hak ve özgürlükleri sınırlandırılan, her alanda dayatmalarla köşeye sıkıştırılan gençlerin isyanını ne iktidar ne de devlet erki anlamadı. Anlamak istemedi. Dayanışmanın, özverinin, insan ve doğa sevgisinin en güzel örneklerini sergileyen gençleri polis şiddetiyle dağıtmaya kalkışıldı. Diyalog yerine zorbalık işledi. Kendi yurttaşlarını gaz ve plastik mermilerle hastanelik etti. Kan akıtmaktan çekinmedi kolluk güçleri. Ülkenin çeşitli kentlerinde bu zorbalık sonucu gençler öldü. Sakat kalanlar oldu. Bir gaz silahı ile kafasından vurulan 14 yaşındaki Berkin hâlâ komada.  Suçlular her zamanki gibi bulunamadı. Devletin klasik tutumu haline gelen cezasızlık prensibi yine yürürlükte. İktidar  totaliter yönetimlerin bu tür protestolara karşı kullandığı savunmayı yapıyor. Dış mihraklar, çapulcular, teröristler, ülkenin huzurunu bozmak isteyen nifakçılar diyerek halkını kandırmaya çalışıyor. Ne yazık.   

Gezi direnişi Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihinde bir köşe taşıdır artık. Gelecek üzerine umutlarımızı büsbütün yeşertti. Artık ülkede hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Alametleri de ufukta görülmeye başladı işte. Şimdilerde gezi üzerine yazılmış 53 kitap var. Henüz kitaplaşmamış çalışmaları ayrı tutuyorum. Belgeseli, filmleri yapılıyor, tanıklıklar görsellerle anlatılıyor. Yurt dışında da belgeseller kitaplar yayımlanıyor Gezi üzerine. Sosyal bilimciler konuyu mercek altına alıyor, konferanslar düzenliyorlar ama bir bizim iktidar bu dönüşümün farkında değil. Farkında olmadığı için de bocalayıp duruyor.

Yazımın başlığı bu kez Metin Eloğlu’nun bir şiirinden. Şiirin adı Zurnanın Zırt Dediği Yer. Vazgeçemediğim şairlerimden biridir Eloğlu. Şiiri paylaşmak istedim:

 

Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış;

Ama size kalacak.

Olur a, Sultan Süleyman bilememiş işini;

Ama siz bileceksiniz.

Şöyle sizinle beraber üç beş kişi;

Öte yanı kör döğüşü.

Bir gün yaşamışsınız, ömrünüze bereket;

Akşam olmuş kendiliğinden;

Bir konağınız var dayalı döşeli;

Kapıda arabanız, oda oda mutluluğunuz;

Kadehte kuşsütü var, tabakta minaregölgesi…

Biraz da aşk masalı ekleyin bu düzene;

Eklediniz mi?

Oh yaşamak ne güzel şeymiş be!

Güzeldir tabii…

Şimdi de bir oda düşünün bakalım;

Halı, kilim hak getire,

Ekmeğin, katığın lafı hiç edilmesin,

Otu ocağı bir kalem geçin;

   

Beş kişi uzanmış bir sedire,

Basıyorlar küfürü;

Kime ?

Ne bileyim ben kime…

Bu oda niçin mi yoksul ?

O beş kişi yoksul da onun için.

Bu bayların bayanların derdi ne mi?

Ne olacak: Memleketin derdi.

Peki, ama çaresi yok mu bu işin?

 

Ha şöyle,

Düşünmeye alışın.