Yazarken, konuşurken sıkça kullandığımız sözcükler bunlar. Kimi zaman insanda ete kemiğe büründürür somutlaştırırız bu sözcükleri… Kimi zaman da insan ruhunda yakalar onur, sevgi, emek, şefkat gibi yüce duygularla bütünleştiririz. Örneğin bir müzik parçası, bir şiir, birbirinden yetenekli ressamların ürettiği tablolar, hayatın içinden derlenmiş usta işi fotoğraflar, seyrine doyum olmayan bir dans gösterisi, tiyatro, sinema, gökyüzü, deniz, ormanlar… Bunların tümü yaşamın bize bahşettiği güzellikler değil mi? Peki ya çirkinlikler? Canlılar için her türlü kötülüğü ruhunda barındıran insanlar. Yaşantıları genellikle yalana dayalı olanlar. Gerçeklerden ürkerler. Sevgi yoksunu, bencil, buyurgan, sömürücü, gösteriş düşkünü, savaşmaktan, cana kıymaktan zevk alan, kula kulluk eden, emeği hor gören toplulukları kandırmayı becerecek kadar kurnazdırlar. Hayvanları, bitkileri, ağaçları, denizleri sevmezler. Nefretle ve kinle beslenirler. Kendilerinden başka kimseyi ne sever ne de güvenirler. Gezegenin dengesini bozan bu insanlara, fiziki yapıları ne denli düzgün de olsa çirkinler diyoruz. Çünkü ruhlarını kötülükten arındırmayı hiçbir zaman başaramamışlardır. Ne yazık ki şimdilerde dünyanın hal ve gidişi onlardan sorulur oldu. Değişir mi? Değişecek elbet. Çirkinlerin insan onuruna yaşama, sevincine düşman kapitalist sistem er geç yok olacak. Günümüzde belirtileri görülmeye başladı bile…

Yılbaşında bir belgesel izledik çocuklarla. Belgesel Uruguay’ın bir önceki başkanı Jose Mujika’nın yaşam öyküsünden kesitler içeriyordu. Ülkesinde askeri dikta rejimine karşı “Pepe” takma adıyla savaş veren Mujika uzun yıllar cezaevinde kalmış Uruguay’ın demokrasiye geçişinin ardından özgürlüğüne kavuşmuştu. Politikaya girdi. Başkan adayı olduğunda anketler bu eski gerilla liderine hiç şans tanımadılar. Ama Mujika halkına, halk Mujika’ya inandı ve Uruguay’a başkan seçildi. Başkanlığı süresince yaşantısında hiçbir şeyi değiştirmedi. Ne evini ne evladiyelik Volkswagen’ ini... Mujika başkanlığı süresince hep halkın içinde oldu. Halkın sorunlarıyla ilgilendi. Ülkesinin gelişimine, kültürüne katkı sağladı ve devlet başkanı olarak unutulmaz bir figür oldu. Şu sözler onun: “Halkları oluşturan insanların büyük bir kısmı devlet başkanlarının yaşadığı gibi bir hayatı yaşamıyor. Ben ülkenin büyük bir bölümünün yaşam tarzı nasılsa öyle yaşıyorum. Devlet başkanlarını azınlıkta olan bir grubun yaşadığı sisteme dahil etmeye çalışan bir mekanizma var. Düşündüğün gibi yaşamalısın. Aksi takdirde yaşadığın gibi düşünmeye başlarsın”

İşte size örnek bir güzel insan. Dilimize aktarılan bir kitabı için İstanbul’a geldiğinde kendisini tanıma onuruna erişmiştim. Gezegenimiz bugün ayakta ise bu güzel insanlar sayesinde…

Yazıyı bir başka güzel insan Edip Cansever’den bir şiir ile sonlayalım:

"DİPSİZ TESTİ"

Beni dinlersen Üsküdar’a gitme
İbrahim’i görme şiir yazma
Şu herkesin bildiği düzlük
Bu deli alacası çayır
Ardıç kuşu türkülü sokak
Senin değil
Sen yoksun
Çevrende kimseler yok
Zengin de olsan
Yoksulluğun gitmez.