Hayatı boşlamamak gerek dostlar. Doğanın insanlığa sunduğu güzelliklerden alabildiğine yararlanmalıyız. Ağacından, böceğinden, kuşlarından, yağmurundan, bulutundan,  güneşinden… Tat almalı, var olmanın mutluluğunu duyumsamalıyız bedenlerimizde. Hayatın renklerinden hangisine kaymışsa gönlümüz onu yaşamalıyız bi’dolu. Bir mucizenin gerçekleşmesine tanık olur gibi güneşin karanlıkları delip yırtmasını seyrettiğinizde de, aslında hayatın kendisinin bir mucize olduğunun ayırtına varırız. Gecenin dinginliğinde yaşamınızı, geleceğe dönük umutlarınızı, ayrım gözetmeksizin sevebilme yeteneğinizi irdeleyebilmek, yaşama rotanızı çizebilmek de elinizde. Sabah gözünüzü açtığınızda güneşe karşı gülümseyerek “Yaşamak  güzel şey be kardeşim” diyebilirsiniz.
Bakmayın siz içinde bulunduğumuz dönemde hayatın renklerinden kendilerine en yakışanı yani gri ile karayı seçen birilerinin çevrenizde çoğalarak, türemelerine; mavileri, turuncuları, kırmızıları, morları, gök kuşağının tüm renklerini hayatın dışına itme gayretlerine; ölümü kutsayan iktidar erkinin, hayatın akışını terse çevirme yolundaki güç gösterilerine. İnsanı insana kıydırmak için öne çıkardıkları içi boş kavramlara. Amacı ne olursa olsun hiçbir ölüm yaşamaktan daha kutsal değildir. İnsanlığın tarihi yıkılan uygarlıklar, ölüm saçan Tiran’ların da tarihidir. İnsanlığa korku salmışlar, nefret kusmuşlar, uygarlıkları yakıp yıkmışlar ama hep yok olup gitmişler. Adları unutulmuş, anımsananlar da salt insana, barış içinde yaşayan toplumlara, sevinçlere, mutluluklara düşmanlıkları ile anılmakta. Tarihin serüveni içinde gelip geçmişlerdir. Birer doğal afet gibi. Her afetten sonra insanlık yeni bir ivme yeni bir güç kazanmış. Yine öyle olacak. Yaşamak hakkının temellendiği yeni bir dünya kurulacak. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Ziya Paşa’nın dizelerini de akıldan çıkarmadan:
“Derler ki hava üzre dururmuş tahtı Süleyman
Şimdi onun da yerler esiyor yerinde”
Nâzım Hikmet de zorlu, sıkıntılı dönemlerinde bile dolu dolu yaşamanın güzelliğinden söz etti durdu. Yaşam heyecanını hiç yitirmedi. 1947’de yazdığı “Yaşamaya Dair” şiiriyle bitirelim yazıyı. Koca şaire saygıyla:
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
insanlar için ölebileceksin, 
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
hem de en güzel en gerçek şeyin 
yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
yaşamak yanı ağır bastığından.