Ülkemiz gerçekten “zor” sözünün çok ötesinde bir noktanın tam göbeğinde.

“İç savaşa mı gidiyoruz?” sorularına yanıt arandığı bir  terör belası sarmalında iken, yeni anayasa dayatması-tartışması parlamento da açık-gizli oy polemikleri ile gündemde yer bulmaya devam ediyor.

Tabi ki işin özünde demokrasi (!) var.

Nedir demokrasi?

Sahi bizim ülkemizde demokrasiden söz etmek mümkün mü?

 

Örneğin belediyelerin başkanları ve meclisinin üyeleri nasıl belirleniyor?

Genel Merkez tarafından.

Peki, şu anda ülkemizdeki tüm belediye başkanları ve meclis üyeleri demokrasinin birinci ve değişmez maddesi olan önseçim ile belirlenmiş olsa; hangi belediye başkanı veya meclis üyesi yerini koruyabilir?

Hangi siyasal görüşte olur iseniz olun ve hemen yaşadığınız kentin başkan ve meclis üyelerini bir gözden geçirir misiniz?

Ne görüyorsunuz?

Ve gördüğünüz tabloda, yüzde kaçı yerini koruyabilir sorusunu yanıtlar mısınız?

Sıfır mı dediniz?

Evet ! Benim görüşüm de öyle.

Belki sıfırın üstüne çıkabilir.

Ama işte o kadar!

 

Konuyu yukarıya taşıyalım mı?

Şu anda TBMM’deki milletvekillerinden yüzde kaçı önseçim ile belirlenecek bir listede kendine yer bulabilir?

Kaç dediniz?

Yüzde 1 mi?

Belki iki!

Ötesi hikaye.

Yani şöyle diyebilir miyiz?

Bu seçilen milletvekilleri genel başkan ve genel merkezin müritleri!

Doğru mu bu tespit?

Peki doğru kabul ettik ve devam ediyoruz; partililerin kendilerinin aday listesini belirleyerek seçilen milletvekilleri, kimin emrinde ve hizmetinde olur?

Tabi ki oy gücünü arkasında bulduğu seçmeninden.

Yani?

Tepenin dayatmaları değil, tabanın dayatmaları TBMM’de ses bulur!

İşte olması gereken de budur.

 

TBMM’de yeni anayasa yapılırken, konuya bu açıdan bakıldığında gücünü halktan değil genel merkezlerden alan milletvekillerinin sahneye koyduğu tiyatroyu izliyoruz.

Bu TBMM’dekiler  halkın değil, genel başkanların meclis üyeleri olarak “emret efendim bu kuluna” rolleri  yapıyor.

Roller daha çok dikkat çekmek ve sonraki seçimlerde öncelikle milletvekilliğini korumak amaçlıdır.

Özü sözü budur!

Siz bunca söz ve çıkışlara rağmen bir tek milletvekilinin bile “ben bu ayıbın figüranı olamam”  diyerek sine-i millete döneceğini açıkladığını ve bu açıklamasının arkasından durarak istifa ettiğini duydunuz mu?

“Hepsi de artist” desem saygısızlık mı yaparım?

Yoksa eleştiri mi?

Ve bu eleştirim yerli yerine tam tamına oturur mu?

 

Bir ülkede öncelikle tüm meclis üyeleri ve belediye başkanları genel merkez ataması ile belirlenmemeli ki, orada demokrasinin var olduğunu söyleyebilelim.

Bizdeki atamalı sistem.

Kimini devlet atıyor, kimilerini de parti başkanları.

Durum böyle iken tutup da nasıl “yaşasın demokrasi” diyebiliriz?

Mümkün mü?

 

NOT: Bildiğim kadarı ile bir tek delikanlı milletvekili çıktı ve sine-i millete döndü.

O da;  Turgut Özal'ın gerekli oy oranına sahip olmadan Cumhurbaşkanlığı'na seçildiği gerekçesi ile bu durumu protesto için 27 Aralık 1989 tarihinde milletvekilliğinden istifa eden Murat Sökmenoğlu’dur.