Bizim kuşağın bireyleri hüznü severlerdi. Ahmet Haşim’in “Sen, ben ve o mavi deniz/ melali anlamayan nesle aşina değiliz” dizelerini biz unutmadık hiç. Belki de meyhaneseverliğimiz ve dost seçmekteki titizliğimiz ola ki Ahmet Haşim’in bu güzel şiirinden kaynaklanıyor. Eylül ayıyla hüznü bağdaştırmak ne kadar doğru bilemiyorum. Bana kalırsa ister ilkbahar ister sonbahar olsun, baharlarda bir arınma bir yenilenme yaşar insan. Sonbahar deyip geçmeyin. Bu aylar doğanın en güzel renklerini, güneşin en tatlı ışıklarını saçtığı dönemlerdir. İnsana hayat veren kültür patlaması da bu aylara rastlar. Bir yandan tiyatrolar yeni oyunlarıyla sahnelerini açar, bir yandan müzik etkinlikleri, festivaller birbirini kovalar. Yayınevleri de yeni yazarlarıyla, yeni kitaplarıyla okurları bu aylarda buluşturur.
Diyebilirsiniz ki, ülkenin bu başıbozuk durumunda bütün bu güzellikleri gerçekleştirmenin olanağı var mı? Haklı olabilirsiniz. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, her gün bir başka kriz, bir başka acıyla yoğrulmuş geliyor. Bütün bunları unutup baharın tadına varmak olası mı? Bencileyin üzerimize düşüveren kötülüklere rağmen ayakta kalmanın, dirençli olmanın tek yoludur gülümsemek, şarkı söylemek, şiir okumak. Umudu yitirmemek, mutlaka geleceğini bildiğiniz o güzel günlere inanmak.
Şöyle geriye dönüp baktığımızda 2 yılı bulan pandemide başarı gösteremeyen bir iktidar yönetimine rağmen işte dimdik ayaktayız. Güvenimizi yitirmiyoruz. Üstelik Covid dolayısıyla her gün ortalama 250 yurttaşımızı yitirmemize karşın din devleti kurmak isteyenleri, bu ülkeyi bir ulusa değil ümmete çevirmek isteyenlerin hezeyanlarına aldırmaksızın cumhuriyet için, parlamenter demokrasi için mücadele eden yılmadan usanmadan çalışan aydınlarımız var. Cahiliye dönemini yaşayanlara bir şeyleri anlatmanın zor olduğu bu ortamda yine de bıkıp usanmadan yazan, çizen halka doğruları anlatmaya uğraşan yazarlarımız, bilim insanlarımız, akademisyenlerimiz, sanatçılarımız var. Çalışma koşulları her gün biraz daha ağırlaşsa da haklarını korumakta kararlı işçilerimiz var. Azınlıkta olsalar da haberin serbest dolaşımını sağlayabilmek için çaba harcayan gazeteciler var. Diyeceğim er geç bu kötü günleri de atlatacağız. 12 Eylül’ün uzantısı siyaset politikaları daha fazla sürmeyecek. Ve zindanlar boşalacak. Emek hırsızlığı yok olacak.
Bizim yaşıtlarımızın meyhane dönemlerinde kimi şarkılardan kupleler takılırdı belleğimize. Zaman geçer ama o besteler belleğimizin bir yerinden fışkırıverir ortaya. Bugün de öyle oldu. Bir zamanların çok ünlü hemen her yerde çalınan bir şarkısını anımsadım birden Necdet Atılgan’ın güftesi ve Kadri Şençalar’ın hüzzam bestesi “Kara talihimden yine bu yılda/ Baharı görmeden yaz geldi geçti”. Artık kara talih mi dersiniz, pandemi mi dersiniz size kalmış ama gerçekten bu yıl da yazı görmeden sonbahar geliverdi.
Yazımı Edip Cansever’in bir şiiriyle noktalayalım. “Alüminyum Dükkan”:
Bir göz atıyorum denize
Çın çın ötüyor balıklar.
Bu bir giyilmiş ayakkabıdır diyorum…
Bu bir sulanmış peynirdir diyorum
Bu bir haşlanmış patates elinizdeki…
Bu insandaki sezgi
Bu insandaki akıl
Bu kanundur kanun
Çileğin çilek oluşu gibi…
İşte bu gerçektir diyorum; siz de bilirsiniz gerçeği
Bu çivinin çakılışı
Bu ekmeğin sürülüşü
Bu aşkın, bu ayıbın, bu insanın bilinişi
Bu duymak, bu düşünmek, bu yüksünmek insanda
Bu toplum içinde, bu toplum dışında
Bu sizin durumunuz, bu tabiattaki iş;
Bu akılsız çiçek
Bu bilisiz ağaç
Bu düpedüz ileri görüş
Bu su, bu nehir, bu rüzgar
Bu taş, bu bulut, bu hava
Bu bilinen, bu bilinmeyen
Bu İsa’dan önce, bu İsa’dan sonra.
İste bu yeninin yenisi insan;
Dizilmiş kutu,
Bükülmüş teneke,
Alüminyum dükkan…